Terör yalnızca zayıfların değil egemenlerin de silahıdır

İnsanlar, terörün genellikle zayıfların silahı olduğuna inanır; ancak işleyiş tarzını ve hedeflerini incelediğiniz vakit, durum hiç de göründüğü gibi olmayabilir. Son dönemde ABD’de görülen Yahudi düşmanlığı ya da kürtaj karşıtlığındaki artış, iktidar destekçilerinin de sıkça bu araca başvurabildiğini gösteriyor.

Google Haberlere Abone ol

Arie Perliger *

Farklı bir şekilde söylersek, terörizm, devlet politikalarını meşru yöntemlerle etkileyemeyen dışlanmış gruplar eliyle gerçekleştirilir. Bunun yanında, Donald Trump’ın seçim zaferinden bu yana aşırı sağda yaşanan gelişmelerle ilgili, farklı bir gerçekliği tartışacağım.

Pittsburgh’taki "Tree of Life" (Yaşam Ağacı) adlı sinagoga yapılan saldırı ve mevcut hükümeti eleştirenlere boru tipi bombaların yollanması, hükümetin tüm kurumlarını denetleyen siyasi kesimin sınırlarındaki şiddetin artmasına ilişkin en son örneklerdi. Bu eylemler, açık bir politik gündemleri olan kişilerce gerçekleştirildiğinden, buna “terörizm” diyorum. Hiçbiri adı geçen terörist örgütün bir parçası olmasa ve sinagogun vurulması yalnızca nefret suçu kapsamında araştırılsa bile, bu kişilerin kendi politik dünya görüşlerini destekleyen, bir nüfuz alanı olan topluluğun parçası olduklarını öne sürüyorum.

Kâr amacı gütmeyen "Karalama Karşıtı İttifak", 2017 yılında ABD’deki Yahudi düşmanı eylemlerin yüzde 57 oranında arttığını ve bu çeşit verilerin kaydedilmesine başlanmasından bu yana, bir yılda görülen en büyük artış olduğunu açıkladı. Kendi veri kümem, 1970’den bugüne dek -yalnızca Yahudi düşmanı olanları değil- tüm şiddet olaylarının belgelerini içeriyor ve ilk olarak 2012’de yayınlandı. Rakamlar, Amerika Birleşik Devletleri’nde, 2017’de aşırı sağcıların gerçekleştirdiği şiddet içeren olayların yüzde 70 oranında arttığını gösteriyor.

Oy sandığında kazanılan bir zafer gerçekten de şiddetin önünü açabilir mi? Diğer ülkelerden gelen örnekler, bu durumun ender görülen bir olgu olamayacağını gösteriyor. İsrail’deki yerleşimcilerin içinden ortaya çıkan en acımasız iki terör örgütü -1980’lerin başlarında, "Yahudi Yeraltı" ve 2000’li yılların başında "Bat-Ayin Grubu"-, sağcı iktidar koalisyonlarının İsrail politik düzlemine hâkim olduğu dönemlerde faaliyet göstermekteydi. Her iki grup da, iki kesim arasında uzlaşmayı teşvik etmek amacıyla tasarlanan politikaları engellemek için Batı Şeria’da yaşayan Filistinli sivillere karşı bir şiddet kampanyası başlattı.

Benzer biçimde, Avrupa’daki aşırı sağ partilerin son yıllarda özellikle yerel seçimlerde elde ettiği seçim zaferleri, onlarla bağlantılı şiddet taraftarı aşırı sağ grupların ve hareketlerin faaliyetlerinin de artmasına neden oldu. AFD’nin 2016 yılından beridir Almanya’da kazandığı başarıları (Almanya’da Nazi Partisi döneminden bu yana görülmeyen oranda) Yahudilere karşı iki gün süren ve Chemnitz kasabasında göçmenlere karşı gerçekleşen şiddet olayları gibi eylemler izledi.

Bu yönelimler nasıl açıklanabilir? Şu anda Massachusetts Lowell Üniversitesi’nde iki doktora öğrencimle birlikte yürüttüğüm bir araştırma projesi, üç olası açıklamayı ele alıyor.

'HOŞGÖRÜLÜ' YÖNETİCİLER

Şiddet olaylarının potansiyel failleri, görüşlerini desteklediklerini düşündükleri yeni siyasal rejimin, politik amaçla gerçekleştirilen şiddete ya da yasadışı eylemlere daha fazla anlayış göstereceğini düşünebilir. Bu beklentiler aslında temelsiz değildir.

2012 yılında "Security Studies" adlı dergide yayınladığım araştırma, İsrail hükümetlerinin, ideolojik açıdan kendilerine yakın olan grupların gerçekleştirdiği şiddete karşılık verirken daha hafif terörle mücadele önlemleri kullanma eğilimi taşıdıklarını ortaya koydu.

Benzer biçimde, İtalya’daki sol ve sağ terörizm ve Amerika’nın güneyindeki ‘beyaz üstünlüğü’ gruplarının yükselişi üzerinde yoğunlaşan araştırmalar, siyasi yetkililerin politik yelpazenin kendi taraflarında bulunan gruplara karşı daha anlayışlı olduklarını doğruladı.

ABD özelinde, aşırı sağ ideolojiye bağlı kişi ve gruplar, hükümet yetkililerinin eylemlerini anlayışla karşılamasını bekleyebilir, en azından kolluk kuvvetlerinden daha hafif bir karşılık görebileceklerine ilişkin bir işaret bekleyebilirler. Trump idaresinin terörle mücadele çabalarını İslami terörizm üzerine yoğunlaştırma kararı ve ülke içi radikalleşme üzerine odaklanan savunma temelli programlar, bu çeşit bir işaret olabilir. Bir başka örnekse, Trump’ın, aşırı grupların ve eylemlerin kınanması ve eleştirilmesi hususundaki isteksizliği olabilir. Beyazların üstünlüğünü savunanlar, (köleliği savunan) Konfederasyon savaş bayrakları, Yahudi karşıtı pankartlar ve meşalelerle Charlottesville’de yürüdükten sonra Trump’ın (olanları) kınamaya pek de hevesli görünmeyen tavrına şahit olduk. Son olarak, son günlerde birçok sağcı uzman tarafından ortaya atılan ve solcuların boru tipi bombaların yollanmasında rol aldığına ilişkin komplo teorileri ve Başkan’ın Twitter hesabında bu tür olaylar hakkında konuşurken “bomba” sözcüğünü tırnak içinde kullanma yaklaşımı, bir bakıma bu tür eylemlerin savunulması diye de okunabilir.

GÜÇ KAZANMA

Ele aldığımız başka bir olasılık da şiddet faillerinin 2016 yılında Trump’ın seçim zaferiyle birlikte güçlendiğini düşündürüyor. Trump’ın seçimleri kazanmasının, kendi eylemlerine ve ideolojilerine kamusal alanda meşruiyet sağladığını düşünüyorlar. Farklı bir deyişle, kendi siyasal ideolojilerinin hayata geçirilmesini sağlamak ve politik alanda daha göz önünde bir konuma erişmek için siyasi katılımlarını sürdürmek gibi bir görev duygusuna sahipler.

GÖRELİ ‘HAYÂL KIRIKLIĞI’

Üçüncü bir açıklamaysa, siyaset bilimci Ted Gurr’ın klasikleşmiş "göreli yoksunluk" kuramına dayanıyor. Gurr’un teorisi, siyasal şiddetin genellikle seçmen kesimlerinin beklentileriyle hükümet tarafından sağlanan somut faydalar arasındaki boşluktan kaynaklandığını öne sürer.

Burada yatan mantık, Trump’ın seçilmesinin, Amerikan aşırı sağında federal hükümetin kendi militan görüşlerinin ve siyasal düşüncelerinin en azından bir kısmını benimseyeceği yönünde yüksek beklentilere yol açtığını ifade edecektir. Eğer aşırı sağcı eylemciler nazarında bu beklentiler karşılanmazsa, kimileri şiddet eylemleri aracılığıyla yaşadıkları hayâl kırıklığını ifade edebilir.

Var olan hükümetin göç politikalarının bir kısmının uygulanmasında yaşadığı güçlüklerin yanı sıra, silah mevzuatı hususunda uzlaşmaya yönelik kimi eğilimleri, şiddet içeren ya da yasadışı eylemler aracılığıyla kaygılarını ifade etme ihtiyacı duyabilecek eylemcilere hayâl kırıklığı yaşatabilir. Mesela, Pittsburgh katliamcısı, Trump’ın aslında bir milliyetçi olmadığını, Yahudi ailesinden ve yakın çevresinden etkilendiğini hissetmişti.

ŞİDDETE KARŞI MÜCADELE

Araştırmamız sürerken, kimi ilk bulgular yukarıda sunulan açıklamaların uygulanabilirliğine ilişkin bir bilgi sunabilir.

Şiddet düzeyindeki artışın 2016 seçimlerinin hemen ardından yaşanması ve yönetimin seçim vaatlerinin birçoğunun yerine getirilmesindeki göreli başarısı -seyahat yasağı, Yüksek Mahkeme’ye iki hâkimin seçilmesi-, şiddet seviyesindeki artışta çaresizlikten ziyade güç kazanmanın sorumlu olabileceğini gösteriyor. Şiddetin 2017’de ulaştığı zirve noktasından beridir artmaması gerçeği, aynı zamanda şiddetin temel nedenlerinin seçim sonuçlarından ziyade sonraki politik gelişmelerle daha fazla bağlantılı olduğunu gösteriyor. Dahası, yönetimin şiddet içeren olayları yasadışı ilan etmeye dair isteksizliği, bu destek görme duygusunu daha da güçlendiriyor.

Tarihsel dinamiklerin de bu anlayışları desteklediğinin altını çizmek gerekiyor. 2012 yılında yayınladığım bir çalışma, Yüksek Mahkeme’nin hayati önemdeki kararlarını takiben, kürtaj karşıtı şiddetin gerçekten de artma eğilimi taşıdığını ortaya koyuyor. Mesela, 1989’la 1992 yılları arasında, kürtaj süreçleri üzerindeki devlet denetiminin artırılmasını destekleyen bir takım kürtaj karşıtı Yüksek Mahkeme kararı, kürtaj karşıtı eylemcileri güçlendirdi. Sonuçta, kürtaj karşıtı şiddet arttı.

Bugüne gelirsek, Amerikan siyasal sisteminde gittikçe artan kutuplaşma ve seçimleri (kazananı olmayan) ‘sıfır toplamlı bir oyun’ olarak görme yönündeki eğilim, siyasi partilerin tamamını seçim zaferinin faydalarını en üst seviyeye çıkarmaya teşvik ediyor. Bu ise işbirliği normlarını ve bir konsensüs (ortak anlayış) inşa etmeyi önemsememeye yönlendiriyor. Savunduğum şey, zaferin meyvelerinden yararlanma ihtiyacının, kazanan siyasal kesimin bazı destekçilerini şiddet kullanmaya da teşvik edebileceğidir.

(Çeviren: Tarkan Tufan)