Fransa kendi kendini nasıl yiyecek?

İlk turda Macron ve Le Pen’i tercih eden Fransa halkı, Fransa’nın sosyo politik yapısını da resmetmiş oldu. Fransa'nın ikinci turdaki tercihi ülkede yeni bir toplumsal patlama yaratabilir. 

Google Haberlere Abone ol

Haythem Gueshmi *

La Haine (Nefret) adlı film 1995 yılında vizyona çıktığı andan itibaren, Fransa'da polisin yetkisini kötüye kullanımını yapısal bir şiddet biçimi olarak göstermesi nedeniyle bir klasik haline gelmişti. Film, şehrin yoksul Afrikalı ve Arap kökenli nüfuslarının yaşadığı Paris banliyölerinde sürmekte olan polis vahşeti sorununun etkileyici bir tasvirini yapıyor. Filmin 24 saatlik hikayesi, Parisli üç genç, Vinz, Said ve Hubert'in gündelik yaşamlarını aktarıyor; arkadaşlarından biri olan Abdel Ichaha, polis tarafından acımasızca dövülüyor ve komaya giriyor. Yönetmen Mathieu Kassovitz, 1993 yılında Zaire kökenli Fransız genç Makome M'Bowole’nin polis tarafından gözaltında tutulurken komaya sokulması olayından esinlenmişti. M'Bowole, bir radyatöre kelepçeli tutulurken yakın mesafeden silahla vurulmuştu.

La Haine’den yirmi iki yıl sonra, 2 Şubat 2017 saat 17:00'de, Paris'in kuzeybatısındaki kozmopolit bir banliyösü olan Aulnay-sous-Bois'da, 22 yaşındaki Fransız sömürge bölgesinde doğan Theodore L. takma adlı bir Kongo kökenli işçi, dört polis memuru tarafından vahşice işkence edilerek ölümün eşiğine geldi. Kendisi, düzenli olarak insanları durdurup kimlik kontrolü yapan La Brigade Spécialisée de Terrain birliğindeki (kenar mahallelerde görev yapan bölgesel özel tim) subaylarla karşılaştığında, arkadaşlarından birini görmek için yola çıkmıştı. Paris polisi iddia edilen saldırının bir “kaza” olduğunu açıklasa da Theo ağır anal yaralanmalara maruz kaldı ve kendisine 10 cm derinliğinde anal yaralanma teşhisi kondu.

SONU GELMEYEN POLİS VAHŞETİ

Theo'nun maruz kaldığı tecavüz, Afrika kökenli Fransız gençlerine dönük benzeri polis vahşeti vakaları listesine eklendi. 18 Ekim 1980 tarihinde, henüz on yedi yaşında bir çocuk olan Lahouari Ben Mohamed, Marsilya'daki bir kontrol ve arama operasyonu esnasında polis tarafından kafasından vuruldu. 6 Aralık 1986'da Malik Oussekine, Paris'te iki sivil polis memuru tarafından acımasız biçimde fiziksel şiddete maruz kaldıktan bir gün sonra hayatını kaybetti. Ahmed Selmouni, 5-29 Kasım 1991 tarihleri arasında Paris'in kuzeydoğusundaki bir banliyö olan Seine-Saint-Denis'te tutuklanarak fiziksel ve cinsel istismara maruz kaldı. 17 Ekim'de sırasıyla 17 ve 15 yaşındaki Zyed Benna ve Bouna Traore, Paris'teki Clichy-sous-Bois banliyösünde, bir futbol maçından eve dönerken polisler tarafından kovalandırlar ve şiddete maruz kaldılar. Ölümleri, 2005 senesindeki büyük isyanların patlak vermesine neden oldu.

Fransız modern tarihinde bir dönüm noktası olan bu isyandan 11 yıl sonra, Afrika kökenli Fransız vatandaşları ile kamu ve siyasi kurumlar arasındaki ilişkide polis şiddeti hâlâ varlığını devam ettiriyor. Durum, kötüleşmeye devam ediyor.

24 Temmuz 2016 tarihinde 24 yaşındaki Mali kökenli bir Fransız olan Adama Traore, Paris'in kuzeyindeki küçük bir kasaba olan Beaumont-sur-Oise'da polis tarafından gözaltına alındı. Ölümünü hakkındaki açıklanmayan detaylar, bu suçun devlet tarafından örtbas edildiğine yönelik ciddi iddialara neden oldu ve Fransa'da ciddi boyuttaki polis vahşetinin, geçmişten beridir Fransız siyasetine yön veren ırk ve şiddet olgularından beslendiğini de ortaya koydu. Bölge savcısı, Traore'nin ölümünü bir kalp krizi ve kan enfeksiyonu biçiminde çarpıtarak ilân etmekle kalmadı, aynı zamanda annesi ve kardeşi polis tarafından göz yaşartıcı gaza boğuldu ve Beaumont Belediye Başkanı ablası hakkında dava açma tehdidi savurdu. Aynı yıl Adama'nın kardeşlerinden ikisi, emniyet güçlerine karşı tehdit ve şiddet suçlamasıyla sekiz ve üç aylık hapis cezasıyla cezalandırıldı.

POLİS ŞİDDETİ DEVLET DESTEĞİYLE SÜRÜYOR

Theo'nun davasına ilişkin detaylı bir raporun yayınlanmasının ardından, kamuoyu ve medyadan davayı takip eden kişiler, polis vahşeti sorununun sistematik bir sorun olduğuna dikkat çekti.

Fransız bir talk show programında yaptığı röportajda, emektâr bir polis memuru ve bir polis sendikasının sözcüsü olan Luc Poignant, ırkçı bir hitâp olan “Bamboula” sözünün Afrikalı erkeklere seslenmede kullanılmasının kabul edilebilir olduğunu düşündüğünü beyan etti. Bu terim, “davulcu" ya da benzeri ırkçı içeriğe sahip, son derece aşağılayıcı bir anlama sahiptir. Fransız Koloni savaşlarında Afrikalı askerleri tanımlamak için kullanılmıştır ve içerik ititbariyle “aptallık, yamyamlık ve acımasız bir ilkellik” anlamlarına gelmektedir.

Fransız medyası, siyasi kast ve Afrika kökenli Fransızlar arasındaki karmaşık ilişkilere dair Kassovitz'in filminde ortaya konan dikkat çekici durum, bugün hâlâ varlığını sürdürüyor. 1995 yılında Başbakan Alain Juppe’nin kabinesine yönelik zorunlu bir soruşturma başlattı. 2005 yılındaki yaygın isyanların ardından, ünlü Kassovitz-Sarkozy atışması kamuoyunun da dikkatini çekti ve polis vahşeti, siyasetçilerin rolü ve azınlık toplumlarının yabancılaşması üzerine hararetli bir tartışma ortamı yarattı. Kassovitz, o zamanlar İçişleri Bakanı olan Sarkozy'yi bir savaş çığırtkanı gibi davranan bir oyuncu” ve “adeta Amerikan sinemasından bir yıldız” diye betimleyerek, “sorumsuz” bir politikacı olarak resmetmişti.

Marine Le Pen'in, Fransa'nın bir sonraki cumhurbaşkanı seçilmesinin muhtemel olduğunu düşünüyorum; bu durumda, yakın gelecekte acımasız polis vahşeti neticesinde şiddetli ve kanlı isyanların yaklaşmakta olduğu da bir gerçektir. Özür dilemekten aciz sağcı lider, neo-faşist akımı takip ederek, işsizlik ve parçalanmış çok-kültürlülüğe dair sorunları besleyen, ırkçı, yabancı düşmanı, hoşgörüsüz bir politikacıdır. Aşırı sağcı lider “anadili Fransızca olanları öncelik” olarak belirleyerek, ülkesini “vahşi küreselleşmeden” kurtarmak için Fransa'ya göçü yasal olarak durdurma sözü vererek kampanyasını sona erdirdi. Theo’nun maruz kaldığı olayla ilgili görüşleri sorulduğunda ise koşulsuz olarak polise destek verdiğini ısrarla vurguladı. Polis vahşetini protesto edenleri ise “pislikler” diye nitelendirdi.

La Haine, filmdeki akılcı figür olan Hubert'in polis tarafından öldürülmesinin intikamını almak isteyen Vinz'in 44’lük magnum tabancasını kullandığı ve polis tarafından öldürüldüğü trajik şiddet olaylarıyla sona eriyordu. Kapanışta son jenerik akarken, elli katlı bir binadan düşmekte olan Hubert'in sesinin “şimdiye kadar çok iyi gitti... şimdiye kadar çok iyi gitti... şimdiye kadar çok iyi gitti” diyerek aynı cümleyi söylemekte olduğunu, özgüveni tam olan bir kişinin eski hikayesini tekrarladığını işitiyorduk. Fransa'nın bir sonraki cumhurbaşkanı, yalnızca sosyal uyumun çabasını kestirip atmakla kalmayıp, patlamaya hazır haldeki siyasi ve sosyal uçurumu da büyütecektir.

* Makalenin aslı Africa is a Country sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)