Dr. Tomris Cesuroğlu: Okulları açmayı şarta bağlamayın, okulları açın

TTB Pandemi Çalışma Grubu üyesi Dr. Tomris Cesuroğlu, aşılamanın tamamlanması gibi şartlar beklenmeden okulların bir an önce açılması ve 12-18 yaşın da aşı programına alınması gerektiğini söyledi.

Google Haberlere Abone ol

ANKARA - Korona virüsü salgını nedeniyle bir buçuk yıldan fazla süredir yüz yüze eğitimden uzak kalan milyonlarca öğrenci ve velinin gözü hükümetin vereceği karara çevrildi. Delta varyantı etkisi, dördüncü dalga uyarıları gölgesinde açıklama yapan Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, 6 Eylül’de okulların açılması için çalışmalarını sürdürdüklerini söylerken topluma da destek çağrısı yaptı.  

Öğrencilerin yüz yüze eğitime erişemediği süreçte bilişsel, fiziksel ve duygusal kayıplarının açığa çıktığını belirterek okulların gerekli önlemler alınarak bir an önce açılması gerektiğini belirten uzmanlara göre kaybedilecek bir gün dahi bulunmuyor.

‘MİLLİ EĞİTİM BAKANININ OKULLARI AÇMAK İSTEDİĞİNİ BİLİYORUZ’

VU Amsterdam Üniversitesi’nde sağlık sistemleri ve politikaları, halk sağlığı, toplum sağlığı genombilim alanlarında çalışmalarını sürdüren Türk Tabipleri Birliği (TTB) Pandemi Çalışma Grubu ve Okul Sağlığı Çalışma Grubu üyesi Dr. Tomris Cesuroğlu’nda göre okullar, toplumda salgının yayılmasında ana odak noktalarından değil ve bir an önce yüz yüze eğitimin başlaması gerekiyor.

Hükümetin pandemiyi yönetememesi ve şeffaf olmaması nedeniyle toplumda aşı karşıtlığının ortaya çıktığını, aşılamanın tamamlanmasını beklemeden okulların bir an önce açılması gerektiğini belirten Cesuroğlu, çocuklarını okula gönderme konusunda tereddüt yaşayan velilere, “Normal bir okul yılında, ‘Çocuğum gripten ölür mü?’ diye endişelenerek çocuğunuzu okula göndermemezlik yapmıyorsanız korona virüsü için hiç yapmanıza gerek yok” ifadeleriyle seslendi. Cesuroğlu sorularımıza şu yanıtları verdi:

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, okulların açılmasına yönelik yaptığı son açıklamada 6 Eylül tarihini işaret etti, “Millî Eğitim Bakanlığı olarak her türlü görevi, vazifeyi yerine getiriyoruz, kimsenin şüphesi olmasın. Toplumumuzdan beklentimiz de buna destek olmak yönündedir. Odak noktamız okulların açılması" dedi. Bakan Selçuk’un bu açıklamasını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sayın bakanın okulları açmak istediğini biliyoruz. Ama sorun istemek değil. Bunu başarmak ve harekete geçirebilmek. Bakan olarak ondan bu konuda bir irade bekliyoruz. Kabine içerisinde okullar konusu oldukça tartışmalı. Daha önce aldığımız kulis bilgileri, Ziya Selçuk okulları açmak isterken başka bakanlıkların buna karşı çıktığı, itiraz ettiği yönündeydi. Bir ülke düşünün, Milli Eğitim Bakanı okulu açmak istiyor ama diğer bakanlar açmak istemiyor ve bu kabinede tartışma konusu olabiliyor. Bu aslında eğitime ne kadar az değer ve önem verildiğini gösteriyor.

Dr. Tomris Cesuroğlu

‘OKULLARI KAPALI TUTMADA ŞAMPİYON OLUŞUMUZUN SEBEBİ EĞİTİME DEĞER VERİLMEMESİ’

Esasında bu bakanlık üstü bir mesele. Bu bir hükümet politikası. Daha da ötesi, okulların Türkiye’de 1,5 yıldır açılmamasının, dünyada okulları kapalı tutmada şampiyon olmamızın en önemli sebeplerinden biri Türkiye’de eğitime ve eğitimciye değer verilmiyor oluşu. Eğitimin sadece çocukları sınava hazırlayan, Matematik- Türkçeden ibaret bir şeye dönüşmüş olması. Eğitim çocukları hayata hazırlar ve okullar da çocuklar için hayatın ta kendisidir. Biz bunu unutmuşuz. Bakanın açıklamasını büyük çerçevede okuduğumda okulları açmak istediğini görüyorum ancak burada iki tane sorun var. Birincisi hükümet buna izin verecek mi? İkincisi burada hazırlıkların yapılıp yapılmamış oluşu.

‘EĞİTİME GİTMESİ GEREKEN BÜTÇE NEREYE GİDİYOR?’

Pandemi döneminde çeşitli dalgalanmalar olacak, bunu biliyoruz. Bu pandeminin doğası gereği böyle. 2023’e kadar devam edeceğini de biliyoruz. Her dalgalanmada her ufak pikte biz okulları kapatma refleksine başvurursak, daha önce yaptığımız gibi, yine aynı tabloyla karşı karşıya kalırız. Yine okulları kapatma konusunda şampiyonluğumuzu devam ettiririz. Ama olması gereken bunun hazırlıklarının yapılması. En önemli hazırlıklar da eğitim sisteminin en zayıf olduğu yer, yani yapısal sorunlar. 

Yapısal sorunlarımız nedir?

Sınıflarımız kalabalık. Pandeminin yükseldiği, pik yaptığı dönemlerde sınıfları seyreltmemiz gerekiyor. Biz buna hazır mıyız? Öğretmen sayımızı arttırdık mı? Geçici, kalıcı derslikleri arttırdık mı? Bununla ilgili hazırlıklar ne durumda? Normalde Millî Eğitim Bakanlığı’nın her yıl belirli bir bütçe ayırarak öğretmen alımı yapması ve derslik sayısını arttırması gerekiyor. Pandemide bu bütçenin artması gerekirken normalden daha da azaldı. Eğitime gitmesi gereken bu bütçe nereye gidiyor? Devlet de bir miktar eğitim masraflarından pandemi bahanesiyle kurtulmuş oluyor. Bu da işin ekonomi politik boyutu.

‘SINIRLI KAYNAKLARIMIZI ÖĞRETMEN SAYISINI ARTTIRMAYA HARCAMAMIZ GEREKİYOR’

Bakan açıklamasında hazırlık olarak sadece okulun temiz belgesini işaret ediyor. Daha fazla denetleme olacağını söylüyor. Okulun temiz belgesi geçtiğimiz yıl uygulandığında hijyen odaklı, pandemi yönetiminin özüne inmeyen bir uygulamaydı. Yüzeylerden bu virüsün bulaşmadığını biliyoruz. Bu virüs solunum yoluyla bulaşıyor. Sizin ortamı havalandırmanız gerekiyor. Örneğin penceresi açılmayan bir sınıfın derslik olarak kesinlikle kullanılmaması gerekiyor. Bütün Avrupa ülkeleri sınıflarını pencerelerini açarak havalandırdı ve eğitimlerine devam etti. Özel havalandırma sistemleri kurmanıza gerek yok. Bizim sınırlı kaynaklarımızı, öğretmen sayısını arttırmaya, bu virüsün gerçeklerine dair eğitimcileri eğitmeye harcamamız gerekiyor. Derslik sayısını arttırmaya harcamamız gerekiyor.

‘OKULLAR, TOPLUMDA SALGININ YAYILMASINDA ANA ODAK NOKTALARINDAN DEĞİL’

Hükümete bu konuda düşen sorumluluğu çok güzel özetlediniz. Hükümetin politikalarının sonucunda toplumun bir kesiminde hâlâ çocukların bulaştırıcı olduğu, okulların salgını yaydığı algısı hâkim. Bunun aksini ispatlayan makaleler, raporlar olmasına rağmen bu algı devam ediyor.  Bu durumun olumsuz sonuçları neler?

Geçtiğimiz yıl hemen hemen bütün ülkelerin ilk refleksi vaka görülünce okulları kapatmaktı. Zannettik ki, okullar grip gibi virüs havuzu olacak ve oradan evlere dağılacak. Gelgelelim veriler toplandıkça birçok Avrupa ve Uzak Doğu ülkesi bunun böyle olmadığını, okulların bulaştırıcılığının toplumda yayılmadaki rolünün düşük olduğunu tespit ettiler. Haziran 2020’ye gelindiğinde özellikle ilkokulları büyük oranda açmışlardı. Geçtiğimiz yaz yapılan daha derin analizler de bunu doğruladı. Okullar, toplumda salgının yayılmasında ana odak noktalarından değil. Özellikle de yaş grupları küçüldükçe çocukların bulaştırıcılığı azalıyor. Dünyada bunlar tartışıldı ve büyük oranda okullar, hatta liseler eylülde açıldı. Gelgelelim Türkiye ise paralel, ayrı bir evrende yaşadı. “Çocuklar süper bulaştırıcıdır, okullar bulaştırıcıdır, okulları açarsak salgın zirve yapar” gibi yanlış bir algı yaratıldı.

‘OKULLARI AÇMAYI ŞARTLARA BAĞLAMAYIN, OKULLARI AÇIN’

Burada birkaç tane faktör var. Birincisi kamu. Devlet doğru bilgilendirmeyi yapmadı. Sağlık Bakanlığı ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın dünyadaki güncel bilgileri takip etmediğini görüyorum. Bu konuda toplumu doğru bilgilendirmediler. Sadece onlar da değil… Bilim insanları da televizyonlarda yanlış algıyı pekiştirdiler. Dünya Sağlık Örgütü, Avrupa Hastalık Kontrol Dairesi ECDC rapor üzerine rapor yayınladı, çağrı üzerine çağrı yaptı. Bu durumun böyle olmadığını söylediler.  Şu anda da uluslararası kurumların çağrıları şu yönde: “Okulları açmak için vaka sayasının şu olması, bu olması ya da sıfır olması gerekmiyor. Okulları açmak için yetişkin aşılamalarının tamamlanması gibi şartlar öne sürmeyin. Bunlar doğru ve bilimsel değil. Okulları açmayı böyle şartlara bağlamayın, okulları açın. Okulları açmak için ne gerekiyorsa bunları yapın ve açın” diyorlar.

‘PANDEMİDE OKULLARI AÇIK TUTMAK NORMDUR’

Türkiye’de okulların pandemide kapalı kalması işin normali gibi seyretti. Açılması için pandeminin kontrol altında olması gerektiği gibi bir anlayış hakimdi. Halbuki uluslararası kurumların, otoritelerin söylediği ise bunun tam tersi. Pandemide okulları açık tutmak normdur. Sadece olağanüstü durumlarda okulları kapatmaya başvurabilirsiniz. Bu da son çare olarak başvurursunuz. Şöyle bir örnek vereyim. Vaka sayılarınız çok yüksek ve ülkedeki her şeyi kapattınız diyelim. Restoranlar, işyerleri, devlet daireleri her yeri kapattınız ve tüm yetişkinler evde. Kapatacak bir tek okullar ve hastaneler kaldı. Ancak o zaman okulları kapatmaya başlayabilirsiniz. Burada da sıralama liseler, ortaokullar en ama en son da çok çaresiz kalırsanız ilkokulları kapatabilirsiniz. Türkiye’de hiçbir zaman bu son noktaya gelinmedi. Türkiye’de hiçbir zaman her yer kapanmadı ki okulları kapatmaya sıra gelsin. Çaresiz kalındığında ancak okul kapanmasına başvurulabilir.

‘KAMU AŞILAMADA HALKI İKNADA YETERLİ ETKİNLİĞİ GÖSTERMİYOR’

Türk Tabipleri Birliği son yaptığı açıklamada 12 yaş üzerinin de aşılanmasını önerdi. Siz dünya örneklerinden hareketle hangi koşullar olursa olsun alternatifler yaratılarak okulların bir şekilde açıldığını ifade ediyorsunuz. Dünyada küçük yaş gruplarında aşılama ne durumda? Türkiye’de okulların açılması için çocuklara aşı sırasının gelmesini mi beklememiz gerekiyor?

Aşılamada akılcı yaklaşımınız olursa, en yüksek riskli gruptan en düşük riskli gruba doğru gidersiniz. Yüksek riskten kastettiğimiz iki türlü. Bir, hastalığı kaptığında en fazla zarar görme riski, ikincisi hastalığı en fazla bulaştırma riski. Bu riskler açısından en yüksekten en düşüğe doğru gidersiniz. Bu nedenle 65 yaş üstü ve sağlık çalışanlarından aşılamaya başlanıldı. Daha sonra da daha küçük yaş gruplarına doğru birçok ülke aşılamaya devam etti. Burada mantık olarak öncelik yetişkinlerin aşılanmasında olmalı ama Türkiye’de şöyle bir sorun var: Kamu yetişkinlerin aşılanmasında ne yazık ki halkı iknada yeterli etkinliği göstermiyor. Aşılama hızları şu anda yavaşlamış durumda. Elimizde aşı var ama yetişkinleri aşıya çekmekte zorlanıyoruz. Bunun birçok sebebi var. Devlete olan güvensizlik, bilime olan güvensizlik bunların başında. Pandeminin şimdiye kadar kötü yönetilmiş olması devlete olan güvensizlikte çok etkili. Verilerin ve bilgilerin şeffaf bir şekilde paylaşılmıyor oluşu yine aşı kararsızlığını arttıran bir faktör. Bu tür ciddi sorunlar yaşıyor Türkiye.

‘HOLLANDA 12-18 YAŞ İÇİN GENEL AŞILAMA KAMPANYASI BAŞLATTI’

Diğer ülkelere baktığımızda, 18 yaş altına aşıyı açma konusu genellikle yetişkinlerde belli bir orana ulaşmadan sonra söz konusu oluyor. 12 ve 18 yaş arası özel bir grup. Bu yaş hastalığı aldığında ciddi bir sağlık sorunu söz konusu değil. Yani korona virüsü onlar için gripten daha öldürücü değil. Ama hastalığın toplumda yayılımında etkili olduklarını gösteren çalışmalar var. Bu yaş grubu hem yetişkinler kadar biyolojik olarak bulaştırıcı hem de sosyal olarak hareketli bir grup. Dolayısıyla yayılmaya etki yapabiliyorlar. Aileye virüsü getirenler onlar olabiliyorlar ve 12 yaş altı gibi değiller. O nedenle birçok ülke 12-18 yaş için aşılamayı gündeme getirdi ve aşılama hakkı verdi. Bazı ülkeler ise, “aşıların etkilerini uzun vadede önce görelim sonra 12-18 yaş aşılanmasına geçelim” dediler. Örneğin İngiltere ve Almanya 12-18 yaş için sadece ciddi kronik hastalığı olanları aşılıyor. Genel aşılama yapmıyor. Buna rağmen liseleri açık tuttular ve eğitime devam ediyorlar. Ancak Hollanda 12-18 yaş arası için genel bir aşılama kampanyası başlattı.

‘TÜRKİYE’DE HAFTADA İKİ KEZ LİSELİLERE HIZLI TEST ÇOK GERÇEKÇİ DEĞİL’

Türkiye’de 12-18 yaş arasını aşılamadığımızı düşünelim. O zaman biz liseleri nasıl açık tutacağız?

Aşılamazsak B planımızın şu olması gerekir. Liselerde haftada iki kez test yapmamız gerekir. Delta gibi hızlı bir varyantın yayıldığı ortamda bu gerekli olur. Fakat okulları bile açamamış bir ülkede bunu nasıl uygulayacaksınız? Türkiye’de haftada iki kez liselilere hızlı test uygulamak çok gerçekçi değil. Liselerin kapalı kalması o yaş grubu için hem sağlık hem de sosyal zararları olan bir sorun. Teraziye koyduğunuz zaman Türkiye’de 12-18 yaş arasının aşılanmasının faydası belirgin ağır basıyor.

‘ÖNCELİKLE HASAR TESPİTİNİN YAPILMASI GEREKİYOR’

TTB yaptığı açıklamalarda, geride kalan bir buçuk yıl içinde çocuklara yaşatılan bilişsel, fiziksel ve duygusal kayıpların telafisi için bütçe ayrılmadığını, müfredat oluşturulmadığını ve planlama yapılmadığını belirtiyor. Bugünden bu kayıpların telafisini gidermek adına atılması gereken acil adımlar nelerdir? Bir şeylerden mahrum ve kayıp nesil mi geliyor?

Şu anda öncelikle bir hasar tespiti yapılması gerekiyor. Çünkü çok ciddi bir kayıp var. Bu hasarın tespit edilmesi gerekiyor ki siz daha sonrasında bunu telafi edebilin. Bu hasar tespitinin de üç noktada yapılması gerekiyor. Birincisi, bu çocuklar nerede? En az 4 milyon öğrencinin uzaktan eğitimde okulla ilişkisi kesilmiş durumda.  Bunlar, işe mi başladı, evlendirildi mi? Her bir çocuğu tek tek tespit ettikten sonra onların eğitime tekrar nasıl kazandırılacağının planlanması gerekiyor. O kadar temel bir şey ki bu. Okullaşmanın azalması bu ülke için çok ciddi bir risk. Kardelenler, Baba Beni Okula Gönder kampanyaları… Hepsi uçup gitti. On yıllarca uğraşıp hayata geçirdiğimiz kazanımlar gitti.

‘OKULLARIN KAPALI KALMASININ NEDENİ PANDEMİ DEĞİL, EĞİTİM SİSTEMİNİN TA KENDİSİ’

İkinci noktada sosyal, bilişsel ve psikolojik konulardaki hasarlar neler bunları tespit etmek ve telafi etmek gerekiyor. Okulların en önemli fonksiyonlarından biri çocukların sosyal, psikolojik ve zekâ gelişimini etkilemesi. Bununla ilgili kayıpların nasıl telafi edileceğinin planlanması lazım. Üçüncüsü de müfredatta, öğrenimle ilgili becerilerin kazanımında neredeyiz, bunun planının yapılması lazım. Türkiye’deki müfredat çok kalabalık. Gelecek yıla yapılacak hazırlıklardan en önemlisi şu, çekirdek müfredatımız nedir? İdeal müfredatı uygulamaya imkân sağlayacak koşullar olmazsa, çocuklar haftada iki kez okula giderlerse hangi çekirdek müfredat uygulanacak? Bunu nasıl vermeyi planlıyoruz? Aslında özünde gördüğümüz eğitim sisteminin bütün sorunları pandemi döneminde yüzeye çıktı. Aslında okulların kapalı kalmasının esas nedeni pandemi ya da virüs değil, eğitim sisteminin ta kendisi.

‘EĞİTİM, ÖĞRENCİLERİN BİRBİRLERİYLE YARIŞTIRILDIĞI BİR ŞEYE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞ’

Sorumluluk birçok alanda pandemiye yükleniyor fakat sizin dikkat çektiğiniz gibi asıl sorun daha boyutlu ve geçmişe yaslanıyor.

Pandemi sorunların yüzeye çıkmasına sebep oldu. Bunu birçok yerde görüyoruz. Sistemler bir şekilde ağır aksak da olsa kendine bir denge bulur ve bir şekilde kendisini sürdürür. Ama pandemi gibi ciddi bir kriz olduğunda bu denge bozulur. Ne kadar mukavemetli, sağlamsa sistem bu tür darbelere, krizlere o kadar mukavemetli olur. Türkiye’deki eğitim sistemi zaten o kadar zayıf, o kadar kırılgan bir durumdaymış ki, pandemi gibi bir krizde mevcudiyetini devam ettirememiş. Eğitim, Matematik-Türkçeden ibaret, öğrencilerin birbiriyle yarıştırıldığı bir şeye dönüştürülmüş. Bazı velilerde “çocuğumu okula göndermesem ne olur ki” algısı oluştu, “özel ders ya da dershane ile devam ettiririm” dediler. Burada da ikinci soruna geliyoruz. Okulların kapalı olmasından en olumsuz etkilenen grup, toplumun en zayıf grubu. Yani çocuklar, kadınlar, özellikle de yoksul ve orta sınıf aileler. Eğitimli, şehirli, gelir düzeyi fena olmayan aileler çocuklarının öğrenim açığını bir şekilde kapattılar. Özel öğretmen tuttular, kurslarla açıkları giderdiler ve çocuklarının zarar görmediğini düşündüler. Halbuki çocukları yine çok ciddi zararlar gördü ama eğitim sınavlara indirgendiği için bunun farkında değiller.

‘KANTARINN TOPUZU KAÇTI’

Türkiye’de yönetenlerin şeffaf bilgileri paylaşmaması, toplumu yeterince bilgilendirmemesi nedeniyle aşı karşıtlığının ya da aşı tedirginliğinin yaşandığını belirttiniz. Aşı karşıtlığına paralel okullar açılsa da çocuklarını göndermek istemeyen, kaygılanan veliler var. Bu aşamada ailelere nasıl bir sorumluluk düşüyor?

Türkiye’de ne yazık ki pandemi korkuyla yönetilmeye çalışıldı. Kamu yeterli sorumluluğu almadığı için, devlet insanların evde kalması için gerekli politikaları geliştirmediği için insanlar korkutularak evde tutulmaya çalışıldı. “Burnunu kapıdan çıkarma, çocuklar da ölür, gençler de ölür” gibi bir algı yayılmaya çalışıldı. Amaç insanların korkması ve kendilerini korumaya almalarıydı. Ama pandemi toplumsal bir durum ve önlemleri de toplumsal düzeyde olmalı. Sizi eğer işi bireylere bırakırsanız, en zedelenebilir grupları en fazla riske atmış olursunuz. Korkutarak insanların davranışlarını değiştirmeye çalışmak sık başvurulan ama istenmeyen etkileri olan bir yol. Ama burada kantarın topuzu kaçtı ve çocuklar ile gençlerle ilgili yanlış bir algı oluşturuldu.

‘PANDEMİ DEYİNCE EBEVEYNLERİN KAYGILARI TAVAN YAPTI’

5 yaşında koronaya yakalanmış bir çocukla 65 yaşında virüse yakalanan birini karşılaştırdığımızda, 65 yaşındaki kişinin hayatını kaybetme riski çocuktan bin kat daha fazla. Şu anda korona virüsünün çocuklar için öldürücülüğü gripten daha düşük. Eğer siz normal bir okul yılında, “çocuğum gripten ölür mü?” diye endişelenerek çocuğunuzu okula göndermemezlik yapmıyorsanız korona virüsü için hiç yapmanıza gerek yok. Türkiye’de bir çocuğun trafik kazası nedeniyle hayatını kaybetme riski korona virüsü nedeniyle hayatını kaybetme riskinden yaklaşık 20 kat daha fazla. Ama yine de trafiğe çıkıyoruz, çocuklarla şehirlerarası yolculuk yapıyoruz. Bu açıdan baktığınızda çocuklar ve gençler altta yatan çok ciddi bir hastalıkları yoksa risk altında değiller. Türkiye’de ne yazık ki ebeveynlik eşittir kaygı. Ebeveynliğin bir parçası kaygı duymak. Pandemi deyince ebeveynlerin kaygıları iyice tavan yaptı. Burada biraz sakinleşmek gerekiyor. Çocukların evde kalmasının çocuklara çok daha fazla zarar verdiğini görmek gerekiyor. Evde kalmalarının zekâ gelişimlerini geriletebildiğini, kaslarını ve kemiklerini eritebildiğini, yağlanmadaki artışın uzun vadede kanser, diyabet, kalp hastalıkları riskini arttırdığını düşünerek, velilerin çocuklarını okula göndermeleri gerekiyor.