YAZARLAR

Define Adası’na yeniden gittiğim gün

Bugünün dünyası için en lüks kavram: Tekrar. Bunca kitap varken, hele okumak bunca zaman alırken, bir kitabı yeniden okuyabilir miyiz? “İyi okur, yeniden okuyandır” diyen Nabokov’a sorarsak zaten başka çaremiz yok. Ama bu konu çarenin ve çaresizliğin ötesinde. Yeniden okumak, tekrar etmek bize başka tür bir hayat bilgisi getiriyor. Çok kıymetli bir hayat bilgisi. 

Yabancı dil öğrenmek için kendimce güzel bir formül buldum. Daha çok dildeki kulak doygunluğunu sağlamak ve kelime haznesini geliştirmek için… Bu iş için Instagram’ın genellikle kısa videolardan ibaret Reels özelliğini kullanıyorum. 

Bazı hesapların Reels videoları bana kalırsa yabancı dil öğrenenler için altın değerinde. Örneğin büyük gazetelerin haber sitelerinin hesapları böyle.

Fransızca için Le Monde, İspanyolca için El Pais, İngilizce için The Guardian, Almanca için Süddeutsche Zeitung’un hesaplarının hepsi Reels’de altyazı kullanıyor. Eminim bu türün Çince, İtalyanca, Japonca, Arapça, Farsça, Korece versiyonları da vardır. (Sadece haber siteleri değil elbette; konuşmayı altyazıyla sunan, her meşrebe göre binlerce başka site var, ayrıca TikTok’ta da aynı fonksiyon mevcut; belki başka yerlerde de vardır ama ben Instagram’daki haber siteleriyle yetiniyorum.)

Bu haber videolarının faydası sadece konuşulanların altyazısını da sunmasından kaynaklanmıyor. Adları üstünde, haber hesapları olduklarından, size esasen haber veriyorlar; vaktiniz yeni dil öğrenme mevzularındaki anlamsız ve suni diyaloglarla kaybolmuyor. Haberler, ilgilendiğiniz konularda sizi bilgilendirip gerekli sözcük dağarcığıyla besliyorlar. 

Ama Reels videolarının en yararlı bulduğum fonksiyonu bunlar da değil. En yararlı fonksiyon tekrar. Bırakırsanız, bu videolar sonsuza dek dönüp duruyor. Bir videoyu -bıkmazsanız elbette- defalarca tekrar edebilirsiniz.

Bu tekrarın dil öğrenmek açısından ciddi bir işlevi var: Bir iki üç derken, anlamadığınız sözcükler anlaşılır gelmeye başlıyor. İlgili haberin önünü arkasını çerçevesini detayını zaten üç aşağı beş yukarı biliyorsanız, bilmediğiniz kelimeler, ifadeler ve kullanımlar puzzle’ın içine yavaş yavaş yerleşiyor. İlk defa duyduğunuz bir konuda da aynısı mevzubahis; fazladan bir iki tekrar sürse de puzzle’ın parçaları yerleşiyor.

Sekiz on tekrardaysa, o kelimeler, o ifadeler, o kullanımlar artık sizin oluyor. 

İşin sırrı tekrarda. 

*

Bugünün en büyük lüksü tekrar.

“Tekrar” bir lüks çünkü o kadar çok seçeneğimiz ama o kadar az zamanımız var ki, bir şeyi yeniden dinlemek, yeniden seyretmek, -hele en fazla zamanı o aldığından- yeniden okumak potansiyele ihanetmiş gibi geliyor. 

Öyle mi sahiden?

Son iki Pazar yazısında, önümüzdeki sonsuz seçenek imkânının, kararları nasıl içinden çıkılmaz hale getirdiğini, kültürel iştahı nasıl kaçırdığını, bağrında fikirler barındıran can sıkıntısını nasıl yok ettiğini, aramızdaki ortaklıkları nasıl azalttığını ve nihayet ne yapıyorsak yaptığımız şeye nüfuz etmemizi, onu kendimizin kılmamızı nasıl engellediğini anlatmaya çalışmıştım. 

Bunun içinde önce dinlediklerimizin sonra da seyrettiklerimizin üzerinden gittim.

Parantezi kapatmaya niyetlendiğim bu yazı da esasen okumalarımız üzerine. Ya da “yeniden” okumalarımız, tekrarlarımız üzerine. 

*

TÜYAP Kitap Fuarı

Geçen hafta sonu Tüyap Kitap Fuarı’nın final günleriydi. Müthiş bir uğultu, müthiş bir kalabalık... Pandemi sebebiyle kapılarını iki seneliğine kapatan fuar, pandemisiz bu ilk yılında yine her zaman yaptığını yaptı ve bu ülkede her şeye rağmen icra edilen yayıncılık faaliyetinin kapsamı ve çeşitliliği hakkında gelen herkesi hayrete düşürdü. 

Epey kitap basılıyor memlekette. 

Okuyacak o kadar çok şey var ki… Yeni kitaplar, eski kitaplar, e-kitaplar… Sonra bir de dinlenen kitaplar, yani sesli kitaplar. Müthiş bir bolluk.

Yalnız şunu unutmamalı; bu kadim mecrada henüz bir abonelik sistemi yok. Sesli kitaplar (ve kısmen e-kitaplar) için var ama basılı kitaplarda zamanın en eski abonelik sistemlerinden olan kütüphanelerin ötesi yok.

Bir de o bildik kitap değiş tokuşunun ya da arkadaş kitaplıklarının ötesine geçmek zor. Hepimiz esasen kendi kitaplığımıza aboneyiz ve iyi birer okursak onu gitgide zenginleştiririz.

*

Kitaplardaki temel mesele zaman darlığı. Yeni hayatlarımızda, yeni dünyalarımızdaki seçenek bolluğu zaten sınırlı olan vakti daraltıyor ve bizleri onu kullanırken daha da seçici olmaya itiyor. Diğer kendini eğleme araçlarından çok daha fazla vakit ve özen isteyen kitaplarda bu seçicilik had safhada.

Üç yüz dört yüz sayfa bir kitabı okumak, okumak işinizin bir parçası değilse ve diğer mecralardan da geri kalmıyorsanız en az bir hafta sürüyor. Bu kimileri için bir ay, belki daha fazla…

Şu hâlde bir kitabı, onu çok sevseniz bile yeniden okumak müthiş zor bir karar değil mi? 

Dahası bir kitabı yeniden okumak gerekir mi?  

Cevabı için, bu konuları en iyi izah eden kişilerden, Rus asıllı Amerikan yazar Vladimir Nabokov’a bağlanalım:

“Kişi bir kitabı okuyamaz: kişi ancak yeniden okur. İyi bir okur, usta bir okur, etkin ve yaratıcı bir okur, yeniden okuyandır. Ve neden böyle olduğunu söyleyeceğim. Bir kitabı ilk defa okuduğumuzda, gözlerimizi soldan sağa, her sayfada her satırda zahmetle gezdirme sürecinin kendisi, kitap üstüne bu karmaşık fiziksel işin kendisi, kitabın mekân ve zaman açısından ne hakkında olduğunu öğrenme süreci, bizimle sanatsal değerlendirme arasına girer.  Bir resme baktığımızda, gözlerimizi belli bir şekilde hareket ettirmemiz gerekmez; resim bir kitapta olduğu gibi, derinlik ve gelişme öğeleri içeriyor olsa bile. Bir resimle ilk temasımızda zaman öğesi etken olmaz. Bir kitabı okurken ise, kitapla tanışmak için zamanımızın olması gerekir. (Resme bakarken gözlerimizin yaptığı gibi) tüm resmi algılayacağımız ve sonra ayrıntıların keyfine varacağımız fiziksel bir organımız yok. Ama ikinci, üçüncü veya dördüncü okuyuşta kitaba, bir anlamda resme davrandığımız gibi davranırız.” [Edebiyat Dersleri, Vladimir Nabokov, İletişim Yayınları; Çevirenler: Ayşe Lucie Batur, Fatih Özgüven

*

Nabokov, ilk okuyuşta o dünyadan içeri giremezsin diyor, demek ki. Kapıda durursun, içeride neler olduğuna dair bir fikir edinirsin ama öze inemezsin.

Öze inince ne olacak? Bunun için de yine Nabokov’dan kopya çekelim. Yine “Edebiyat Dersleri”nden bir alıntı: 

“ (...) Yüz yıl önce Flaubert, yazdığı bir mektupta şöyle söyledi: ‘Comme l’on serait savant si l’on connoissait bien seulement cinq à six livres. ‘Kişi yalnız yarım düzine kitabı iyi bilse, âlim olurdu.’”

Flaubert elbette bile isteye abartıyordu ama söylemek istediği de basitti: Gerçekten bilmek için öze inmek gerekir. Gerisi, satıhta dolaşıp durmaktır.

Kitaplar söz konusu olduğunda da bunun için tekrar okumak gerekir 

*

Kabul delim, biz bu tür bir yaklaşımın pek mümkün olmadığı bir çağdayız. Altı kitapla hayat geçmez diyoruz. Okunacak çok kitap, gidilecek çok yol var, fena halde farkındayız. 

Ama yine de kendimden yola çıkarak, tekrarın gücüne dair bir iki örnek vermek istiyorum. 

Birincisi en klasik olanı: Bazı kitapları yeniden okumalısınız zira kitaplar değişmese de siz değişiyorsunuz. Bu artık beylik bir laf ama geçerli ve bence dahası da var: Bir bakıma kitaplar da değişiyor. 

Hele çocuklukta okuduğunuz ‘klasikler’. Onları muhakkak ama muhakkak yeniden okumalısınız. 

Define Adası kitap kapakları. 

Yetişkin hayatımda, İskoç yazar Robert Louis Stevenson’un “Define Adası”nı yeniden okurken örneğin, onu bir bakıma ilk defa okuduğumu fark ettim. Kitabın ilerleyen sayfalarında ne olup biteceğini önceden biliyordum ama bu bile okuma zevkini almadı benden; bilakis arttırdı. 

Sadece “Define Adası”nda değil, çocukken okuduğum herhangi bir kitabı elime yeniden her aldığımda başıma aynı şey geliyor: Çocukluk evime yeniden girmiş gibi hissediyorum. Orada kaç sene yaşadığımızı biliyorum, odaların düzenini biliyorum ama yaşayışımızın mantığını ancak bu yeni ziyaretle kavrıyorum. Bana o zamanlar dev gibi gelen bahçenin gerçek ölçüleri, geceleri karanlık ve ürkütücü köşelerden kaç adımda koşarak geçildiği, iki kanepe arasındaki zıplama mesafesi… Yemeklerimiz, bayramlarımız, kavgalarımız… Bunlar üç dört cümlede özetlenebilecek konular değil. Tıpkı “Define Adası”nın seyrini de üç dört cümlede özetleyebilecek olsak da işin özünü anlatamayacağımız gibi..

Ama o adaya yeniden gittiğimizde… 

Macera yeniden ve zenginleşerek başlıyor. 

*

Ben bu aralar epey sesli kitap da dinliyorum. Örneğin geçenlerde Storytel’den Şükran Yiğit’in “Burası Radyo Şarampol”ünü, Deniz Yüce Başarır’ın romanı gerçekten müthiş başarıyla taşıyan sesi, başlı başına bir performansa dönüşen okumasıyla dinledim. Dinlemem biter bitmez de kitabı alıp okudum. İlk defa okumuş olsam da bu da bir nevi tekrar okumaktı ve bu tekrar okumak “Burası Radyo Şarampol”ü dinlerken hızlıca akıp giden sözcüklerin bazılarının arasına sığınmamı ve belki bir süre oralarda saklanmamı sağladı.

Şükran Yiğit, Deniz Yüce Başarır, Burası radyo Şarampol

Tekrar okumak işte en çok bu iki işe yarar. 

Bildiğiniz, tanıdığınız sözcüklere sığınmanızı sağlar. 

Sığındığınız, saklandığınız o yerde, zamandan ve mekândan uzak, kelimelerden örülü bu öte dünyada, yazarın bile değil kendi kurallarınızla kafanızı, kendi sesinizi dinlemenizi sağlar.

Tekrarlamak, hep öğretir. 

Bazen yabancı dilde kelimeler öğretir, bazen bildiğiniz kelimeleri yeniden öğretir. Bazen bildiğinizi sandığınız kelimeleri aslında bilmediğinizi fark edersiniz.

Tanıdığınız bir manzaraya bakarken ne hissediyorsanız, bazen dönüp bir dönem sizin olmuş, şu an sizinle seyahat eden ve belki yarın da yanınızda duracak kelimelere bakınca da aynısını hissedersiniz. 

Bildiklikten doğan huzurla, rahatlıkla, teklifsizlikle, samimiyetle ve tabii yıllara yayılmış kederle dolu tüm o anları yanı başınızda hissedersiniz.

Tekrar size bu anları getirir. Tekrar etmek, tekrar dinlemek, tekrar seyretmek ama en çok, her şeyden çok, tekrar okumak…

Evet, fazladan emektir bu ama hangi sevgi emek gerektirmez ki? 


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.