YAZARLAR

Evrenin içinde bir evren, onun da içinde bir müzik kutusu

İki binli yıllar öncesine göre çok farklı bir dünyada yaşıyoruz. Bir avuç insan dışındaki çoğunluk müziği abonelikle sınırsız içerik sunan platformlarda veya doğrudan internette dinliyor. Herkes istediği zaman istediği şarkıya, albüme ulaşıyor. Müthiş bir bolluk, akla sığmaz bir rahatlık bu. Ama bu bollukta yolumuzu kaybediyoruz. Ne yapmalı?

Tek bir albümle günler, aylar geçirebilir misiniz? 

Aynı şarkıyı üst üste kaç defa dinleyebilirsiniz? 

Bunca bolluğun içinde bir şarkıyı, bir albümü hayatınıza hâkim kılabilir misiniz?

Spotify, “2022’de en çok ne dinlendi” listelerini açıkladı.

Her ülke için bir liste var. Bir de Spotify’ın artık gelenekselleşen o müthiş becerikli ticari numarası, “2022’de siz ne dinlediniz” listeleri var. Şarkıları, albümleri ve artık podcastleri ile herkesin zihnini anlık bir nostalji duygusuyla dolduran listeler…

Bir yılın emeğini bir arada görmenin büyüsü… Herkes bir tür kıvançla paylaşıyor: Neler dinlemişiz neler!

Bir de şu tabii: Neleri dinlememişiz?

Kendi payıma ben Türkiye’de en çok dinlenen şarkıların yanından bile geçmemişim (Hiç “OK Boomer” denmesine gerek yok; durumun farkındayım ve bununla övünmüyorum).

En çok dinlenenler, sektörün doğası ve hayatın akışı gereği yeni müzikler. 

Ben genelde eski müzik dinliyorum. Öteden beri dinlediğim, artık bir parçam gibi hissettiğim albümler, şarkılar… Bir de benim de bilmediğim veya az dinlediğim eskiler var. Altmışlar, yetmişler, seksenler… Kendime yeni ‘eski’ keşif alanları açmaya çalışıyorum.  

*

2022’nin en çok dinlenenleri meselesi denk geldi; okuduktan beri beni düşündüren bir makale var, ondan söz açmanın sırasıdır. New Yorker dergisinde Colin Marshall yazmış: “The Case for Listening Complete Discographies” (Bu başlığı sanırım “Albüm Külliyatı Dinleme Meselesi” diye çevirebiliriz). Marshall, bu yazıyı çağımızın müthiş müzik bolluğunda, her müzikseverin iyi bir stratejiye ihtiyacı olduğunu düşündüğü için yazmış.

Çok değil, iki binler öncesine göre çok farklı bir dünyada yaşıyoruz. İlkelerine, formata, görünür somut üretime ve ses kalitesine bağlı bir avuç insan dışındaki çoğunluk müziği abonelikle sınırsız içerik sunan platformlarda veya doğrudan internette dinliyor. Herkes istediği zaman istediği şarkıya, albüme ulaşıyor. 

Artık o kadar kolay ki… Tek bir müzik platformu üyeliği ile dinleyemeyeceğiniz neredeyse hiçbir şey yok. Müthiş bir bolluk bu. 

Kaset çektiğimiz, kaset doldurttuğumuz, uzun otobüs seyahatlerinde, tatillerde fiziki sınırlardan dolayı, yanımıza ne alsak diye kafa patlatıp eleme yaptığımız günlerden ne kadar uzağız (Evet biliyorum: OK Boomer!)

*

Bu dönemlerin kendine özgü (ve bence daha üstün) tadından bahsetmeyi bir başka yazıya bırakarak, izninizle Marshall’ın New Yorker’daki makalesine dönüyorum.

Yazar kendince rafineleştirdiği bir taktikten bahsediyor. Bollukla baş etme stratejisinden… Çünkü bolluk da insanın işini zorlaştırıyor. Kendinizi kaptırırsanız odaklanmanızı, tekrarlamanızı ve neticede herhangi bir şeye hâkim olmanızı engelliyor. Bir albümü, bir şarkıyı, bir hissi ve hatta bir anıyı kendinize mal etmenizi engelliyor.

David Bowie

Marshall’ın stratejisi o müthiş bolluğu dikkate almayarak bir başka bolluğu kullanmak. Evrenin içinde bir evren kurmak. Kendine ait bir evren… Bu evreni kurma yolu da, bir sanatçının tüm diskografisini, son notasına kadar eksiksiz dinlemekten geçiyor.  Kendisi bunu David Bowie için yapmış mesela. Her hafta bir Bowie albümünü seçmiş ve o albümü her gün en az bir defa çalmış. Böyle böyle Bowie’ye tümüyle vakıf olmuş. Kolay gelebilir ama biraz düşününce ya da yapmaya kalkışınca epey zor bir iş bu.  

*

Zorluğunu biliyorum çünkü ben de benzer bir işe kalkıştım.

Benim de geçen senemin büyük kısmı Pink Floyd’la geçmişti. Her bir albümü Marshall’ın yaptığı gibi her gün dinlemedim; onun gibi hafta hafta tek albüm üzerinden gitmedim ama ben de karışık da olsa albümlerle ilerledim ve onları aylarca çaldım. Aylarca hiç sektirmeden kaliteli müzik... Üstelik hâlâ yeni kapılar, pencereler açan şarkılar... Sonuçtan çok memnunum.

Pink Floyd

Bu tür bir dinleme pratiğinin hesaba sonradan katılan ilginç bir sonucu var. Çaldığınız diskografi, bir süre sonra bir dönemin soundtrack’i haline geliyor. Saplantılı şekilde tek bir albüm ya da tek bir şarkı dinleseniz de muhtemelen aynı sonucu verir ama bir sanatçının külliyatını dinlemek daha doyurucu; üstelik hayatınıza ve anılarınıza daha fazla çağrışım getiriyor.

Burnunuza bir anda çarpan bir koku ya da kulağınıza çalınan bir nota da sizi bir ana, bir döneme alır götürür. Ama külliyat sizi o dönemde uzun süre gezdirir. 

*

Benim sadece Tom Waits şarkıları dinlediğim bir dönem de var ve o günler ne zaman aklıma düşse, hatıralarımın arka planında belli belirsiz A Sight for Sore Eyes, The Heart of the Saturday Night, Closing Time veya o an hangisi uyarsa onlarca Tom Waits incisinden biri çalar. 

Sezen Aksu’yla, Pinhani’yle, Tindersticks’le, Bulutsuzluk Özlemi’yle, White Stripes ve Pearl Jam’le de yaptım bunu (Zeki Müren’e cesaret edemedim). Her biri bir dönemin efendisi haline geldi. Sizi sıcak tutan, hayatınıza hâkim kılan bir his bu.

Benzer bir hisse, artık büyüdüğünüzü, kendi müziğinizi (yolunuzu) seçtiğinizi hissettiğiniz, ömrün içinde ömürmüş gibi çok şeyin yaşandığı, hayatın tıpkı odanız gibi darmadağın göründüğü lise hatta ortaokul günleri aklınıza düştüğünde kapılırsınız. 

O günlerdeki her şey, şarkısı hikâyesi şiiri keşifleriyle her şey, tek başına duran ve zaten hep ayrı duracak, hayatınız boyunca da peşinizi bırakmayacak bir külliyattır. Size aittir. 

O günler kendi içinde bir evrendir. Ama neden diğer evrenleri de arada bir keşfetmeyelim? İçinde hep Nilüfer çalan bir yaz evreni, Leonard Cohen’li bir kış evreni, Fikret Kızılok’la deniz, Zülfü Livaneli ile ada, René Aubry ile çalışma günleri evreni…

Neden her evren, her dönem, her an bir müzik kutusu olmasın? İçinde sadece bizim şarkılarımız çalan bir müzik kutusu… Her şeyiyle bize ait bir müzik kutusu…

*

Gelecek haftalarda bu ‘bolluk’ meselesinden devam etmeye çalışacağım. 


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.