Cümle Göğün Mavisi: Çağının peşinde bir roman

Ayhan Koç'un son çalışması 'Cümle Göğün Mavisi' İthaki Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Toplumsal meseleleri odağına alan roman postmodern denemelerle de dikkat çekiyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Ayhan Koç, 2017’de Sırlıçeşme, 2018’de de Kara Havadisler Kervanı adlı iki kitap yayımladı. Geçtiğimiz günlerdeyse yeni romanı olan Cümle Göğün Mavisi İthaki Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Teşhir ettiği yolsuzluk dosyası sonrasında bir gazetecinin başına gelenleri, KHK’lilerden, Suriyeli mültecilere dek toplumsal sorunlarla ve aşktan, aldatılmaya dek kişisel çatışmalarla bezeli şekilde anlatan Koç, postmodern denemelerle de dikkat çekmeyi başarıyor.

Biz de bu vesileyle Ayhan Koç’la keyifli bir röportaj yaptık.

'İYİ Kİ FARKLI TÜRLER VAR, İYİ Kİ ÇOĞU YAZAR POLİTİZE DEĞİL'

Romanın yazılış süreciyle başlamak istiyorum. Cümle Göğün Mavisi nasıl bir derdin ürünü? Kitabın hazırlık aşamasına, yazılış sürecine dair bizimle paylaşmak istediğiniz neler var?

Bilgisayarımda bir Word dosyasında gelecekte yazacağım öykü – roman fikirlerini saklıyorum. Bu roman hakkında yolsuzluk haberi yaptığı için gözaltına alınmayı bekleyen gazeteci şeklinde not düşmüşüm. Yeni bir dosya yazmaya karar verdiğim dönemde gündemde saçma sapan suçlamalarla gözaltına alınan gazeteciler vardı. Her zaman olduğu üzere… Hiç düşünmeden bu konuyu tercih ettim. Aklımda romanın detayları, biçimi, kurgusu yoktu. Ham bir fikirdi yani. Kendime sorduğum ilk soru şuydu. Tamam, başkahramanım gözaltına alınmayı bekliyor ama bir insan tutuklanacağını bile bile niye bir yolsuzluk haberine imza atar? İşte bu soruya verdiğim yanıt ve peşi sıra gelen soru cevaplarla roman kendini bana açıverdi. Romanın ham halinin bitmesi altı ay aldı. En kısa sürede bitirdiğim roman oldu. Pandemi nedeniyle yayımlanmasını erteledik. İyi ki ertelemişiz çünkü yazma sürecinin aksine düzeltmeler, eklemeler çıkarmalar dokuz ayımı işgal etti. Şayet yılın ilk aylarında yayımlansaydı içime sinmemiş olacaktı.

Cümle Göğün Mavisi’nin en dikkat çekici yanlarından biri sanıyorum toplumsal meselelerle olan ilişkisinde. KHK’liler, muhafazakârlaşma, bu sürecin yarattığı çok yönlü erozyon, Suriyeli mülteciler gibi pek çok güncel soruna değinen roman, bütün bunları slogan atmadan tartışarak okurun karşısına çıkıyor. Peki, romanın, dahası edebiyatın çağına karşı böylesi bir sorumluluğu olduğuna inanıyor musunuz? Bir protesto biçimi olarak edebiyat, hayatın neresindedir?

Ben edebiyatın her türüne ve deneyimine açık bir okurum. Klasik ve çağdaş eserleri okuduğum kadar spekülatif kurgu, mizah, polisiye de okuyorum. Bunu hep söylerim, düşünsenize, her kitap toplumcu gerçekçi olsaydı yahut her yazar politize olsaydı inanılmaz sıkıcı olmaz mıydı edebiyat? İyi ki farklı türler var, iyi ki çoğu yazar politize değil. Ama yine iyi ki çağına tanık olan yazarlar da var. Sadede gelecek olursak, edebiyatın çağına karşı bir sorumluluk taşıdığı ama bunun genel bir sorumluluk olduğu kanaatindeyim. Yirmi otuz yıl sonra karanlık bir dönem olarak kitaplarda anlatılacak şu günleri, tam da bugünler sürmekteyken edebiyata nakledilmesi bence boynumuzun borcuydu. Türk edebiyatı olarak iyi bir imtihan verdik mi tartışılır. Cümle Göğün Mavisi bu boşluğu naçizane kapatmaya çalışıyor. Umarım başka başka romanlara, öykülere vesile olur.

'POSTMODERN KURGULARIN BAŞLANGICI EPEY ESKİYE DAYANIYOR'

Cümle Göğün Mavisi, her ne kadar toplumsal sorunlarla iç içe ilerlese de kullandığı postmodern denemelerle dikkat çekmeyi başarıyor. Gerek kurguda gerek anlatıda karşılaştığımız bu tercihler üzerinden, çağdaş romanda, postmodernizmle toplumculuğun ilişkisine dair neler söylemek isterisiniz?

Türkiye’de postmodern kurguların başlangıcı epey eskiye dayanıyor. Buna karşın, hayal meyal hatırlıyorum, 90’lı yıllarda kalem erbabınından birçok kimse postmodernizmden bahis açıldığında üzerinde pek durulmaması gereken bir şeymiş gibi söz edip modern edebiyat eserlerini yüceltirlerdi. Tabii bunda modernizmin nerede bittiği, postmodernizmin nerede başladığı sorunsalının da tesiri var. 2000’lerde bu önyargı büsbütün kırıldı. Artık yalnız Avrupa’ya Amerika’ya gidebilen, yabancı dilden dünya edebiyatını takip edebilen orta üst sınıfların yazarları değil, benim de dahil olduğum sosyo-ekonomik olarak alt sınıftan gelen genç yazarlar da postmodern unsurları ele aldıkları konu her neyse kullanmaya başladı. Çok değil ama yine iyi eserler çıktı ortaya.

Cümle Göğün Mavisi’nde Fevzi’nin karman çorman psikolojisini okura yansıtmanın en iyi yolu, cılkını çıkarmadan bu tekniklerden bazılarına başvurmaktı. Ara sıra sözü benden devralıyor; an geliyor, okumakta olduğumuz romanı masaya yatırıyor, an geliyor bir başkasının gözünden kendini aktarıyor. Meral’in güncesiyle bir ölçüde çok seslilik geliyor romana, okudukça epigraflarda ve birçok pasajda adı geçen I Pagliacci operası ile metin arasında önemli bir bağ olduğunu keşfediyoruz. Romanın esas anlatıcısı ben miyim, yoksa Fevzi romanın ele aldığı günlerin sonrasından, tutuklanıp yerleştirildiği hücresinden mi yazıyor bunları? Bu bile bir tartışma konusu oluyor. Metnin imkânlarını zorlamayı, okura çok katmanlı bir yapı sunmayı, son sayfanın son cümlesi aşıldığında her şeyi anlamış olmanın huzuruna çomak sokmayı seviyorum.

“Sen ve ben kimiz, anlatayım mı? Hani okul avlularında Allah’ın her sabahı çocuklara varlıklarını Türk varlığına armağan ettirirlerken sıranın en sonunda etrafına sorgulayan bakışlar atıp yalandan dudaklarını oynatan çocuk vardı ya, hah, o işte biziz. İstatistiki olarak ha varsın ha yoksun, fark etmiyor” diyor bir yerde Sermet, Fevzi Durukan’a. Dudaklarını oynatan çocuklar büyüdüklerinde bağırmaya başlasalar bile sonuç pek değişmiyor sanki. Esas sorun sıraya girmek mi, kendi marşının peşine düşmek mi, yoksa illa bir marş söyleme ihtiyacı mıdır?

Sırlıçeşme’de bir karaktere şöyle bir söz söyletmiştim: “Yaşadığımız çoğu sorun Ben olmadan Biz olmamızdan kaynaklanıyor.” Burada önerdiğim şey bencillik veya Ayn Rand tarzı bir objektivizm değil. Her insanın önce kim olduğunu, ne istediğini kavraması, varoluşunun farkına varması, olgu ve oluşlara bireysel bir gözle bakması gerekir. Bunu sağlayan biri daha sonra kolektif bir çabaya dahil olsa bile en azından ilkeli olur, çelişkiye daha az düşer ve içinde bulunduğu grubun ona dayattığı ezberlere göğüs gerip farklı düşünebilir. Maalesef Türkiye’de yalnız sağcılar değil, sol harekettekiler, hatta liberaller bile çoğunlukla angaje oldukları ideolojinin güdümünde düşünüp konuşuyor. Herkes kendi ideolojisinin püritenine dönüşmüş durumda. Kimseyle sağlıklı, eşit şartlarda, demokratik bir tartışmaya giremiyorsun, iki dakikada ya hain ya aptal ilan ediliyorsun. Tüm bunlara hadi neyse diyelim, demokrasi ve adaletin lafta kaldığı şu dönemde dahi mesele çözüm olunca geçmişi işaret eden, sanki o yıllarda da gazeteciler tutuklanmamış, faili meçhuller gerçekleşmemiş, işkenceler yapılmamış, insanlar düşünceleri yüzünden hapsi boylamamış gibi çareyi geçmişin denenmiş ve pahalıya patlamış reçetelerinde arayanlara rastlayınca bir arpa boyu yol almadığımızı anlıyorum.

'ÇOĞU YAZAR GÖLGEDE BIRAKILIYOR'

Fevzi Durukan sadece teşhir ettiği yolsuzluk dosyasının yarattığı tehlikeyle değil, aileden aşka, arkadaştan memleket meselelerine kadar pek çok cephede birden savaş halinde. Bunlardan biri de edebiyat. Durukan’ın ağzından okuduğumuz 'edebiyat piyasası' eleştirisi, ağlak bir romantizm değil, bilakis gerçekçi ve bir o kadar karamsar bir tablo çıkarıyor karşımıza. “Edebiyat tarihi anca yaşlılığında ya da öldükten sonra değeri anlaşılmış yazarlarla dolup taşıyor” diyor. Peki ya Ayhan Koç, o da Durukan kadar karamsar mı?

2018’de yayımlanan Kara Havadisler Kervanı’nda bir çeşit büyübozumuna uğradım. Tabii bir başyapıt olduğunu iddia etmiyorum ama eleştirmenlerin kalem oynatmasına müsait iyi öyküler barındırıyordu. Ne gülünç ki aradan iki yıl geçmesine karşın ne bir edebiyat dergisinde ne bir kitap ekinde inceleme-eleştiri yazısı çıktı. Hakkında dokuz yazı çıkmış kitap hakkında öncekilerle aynı şeyi savlayan onuncu yazıyı yazmayı tercih ettiler. Kitabın olumsuz anlamda eleştirilmesine razıydım, bu da olmadı. Anca sosyal medya vasıtasıyla tanıştığım yazar arkadaşlar ve kitabı bulup okuyan, vaktini ayıran okurlar sayesinde belli bir görünürlük kazandı. Yanlış anlaşılmasın, bu yalnız benim başıma gelmiyor; özellikle butik yayınevlerinden çıkan çoğu yazar bu tür bir gölgede bırakılma durumuyla karşı karşıya. Çevreniz ne denli genişse, yayınevinizin irtibatları ne denli kuvvetliyse siz ve kitabınız o denli görünür oluyorsunuz. Ayrıca başka etkenler var. Bunu romandaki bazı bölümlerde açtım.

Sözün kısası, umarım iki yıl önceki gibi olmaz ama son tahlilde Cümle Göğün Mavisi’nin kaderini günümüzün edebiyata yansıtılmamasından yakınan ve hâlâ orada bir yerde olduklarını umduğumuz okurların ellerine bıraktık. Evet biraz mecburiyetten, evet romantik, evet safça bir beklenti belki, ama en doğrusu da bu sanki.

Romanda da sıkça eleştirdiğiniz bir 'edebi pohpohlama' söz konusu. Ben de buradan yola çıkarak şunu sormak istiyorum; beğendiğiniz değil, yetersiz bulduğunuz, 'bir solukta' okuduğunuz değil, yarım bıraktığınız kitapları/yazarları bizimle paylaşır mısınız?

En son yarım bıraktığım kitap İlhami Algör’ün Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku adlı çalışmasıydı. Bu meseleler üstüne roman yazıp iş sorulara cevap vermek olunca çekinen biri gibi görünmek istemem, şu var ki, romanı okuyan herhangi bir okur, hangi yazarları kastettiğimi ve hangilerinden hazzetmediğimi kolaylıkla anlayacaktır. Şimdi isim söylersem o bölümlerin tadı kaçar.

SIRADAKİ ROMAN İTHAKİ YAYINLARI'NIN PANGEA KİTAPLIĞI'NDAN

İlk romanınız Sırlıçeşme 2017 yılında, öykü kitabınız Kara Havadisler Kervanı ise 2018 yılında yayımlandı. Bugünden geçmişe, üç yıl önceki Ayhan Koç’a yönelteceğiniz edebi bir eleştiri var mı?

Var. Bilhassa Sırlıçeşme’de kimi bölümlerde göstermek yeterliyken anlatmayı tercih etmiştim. Kör göze parmak kısımlar var. Artık bunlara daha çok dikkat ediyorum. İkinci olarak, yine Sırlıçeşme’de editörden kaynaklanan hatalar sayesinde öğrendiğim bir şey var. Bir yazar olarak eserini senden daha iyi kimse kavrayamaz. Onlar seninle irtibat kurmuyorsa sen onları ara ve işlerine burnunu sok. Gerçi bunu anlamam şimdilik işe yaramadı çünkü son iki kitabın editoryal süreçleri neredeyse sorunsuz geçti. Öykü Özçinik ile uyumlu bir çalışma yürüttük.

Şu sıralar yeni bir çalışmanız var mı?

Son yıllarda Burak Albayrak’ın editörlüğünde İthaki’nin Pangea Kitaplığı’nda harika işler yayımlanıyor. Şayet bir kaza bela olmazsa gelecek yıl o kitaplıktan bir spekülatif kurgum yayımlanacak. Beni önceki kitaplarımla tanıyan ve farklı türlerde yazdığımdan haberi olmayan okurlara güzel bir sürpriz olacak.