Cumhuriyet’in kadın ressamları

Meşrutiyet döneminde doğan, özel derslerle yetişen ve ardından İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'nde öğrenci olma şansı yakalayan sanatçı kadınlarımız Cumhuriyet'in ilk kadın sanatçıları olmuşlardır.

Google Haberlere Abone ol

Pelin Şahin Tekinalp*

Kadın ressamlar hakkındaki bu yazı tamamen kişisel bir seçki olup aslında pek çok kadın arasından bazen yaşamları bazen öncü rolleri yüzünden ama kesinlikle sanat yaşamındaki varlıkları yüzünden seçilmişlerdir. Cumhuriyet’in kadın sanatçıları dediğimiz zaman Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde doğup, eğitim alarak Cumhuriyet içinde var olan ilk kuşak sanatçıları görmezden gelemeyiz. Bu grubun ardından Cumhuriyet döneminde doğup sanatla var olan sanatçılarımız da bu halkanın olmazsa olmazları ve bütünün bir parçası olarak ele alınmalıdır. 

Tanzimat Fermanı ile getirilen düzenlemeler kadınlara doğrudan haklar sağlamasa da kadının toplumsal yapıdaki konumunu önemsemiştir. Daha önceki dönemlerde kadınların aile için önemi vurgulanmışsa da Tanzimat dönemi kadar etkili olmamıştır. Bu süreçte nüfus sayımlarında sadece erkekler sayılırken kadınlar da 1844 nüfus sayımına dâhil edilmiştir. 1858 Arazi Kanunnamesi'nde ise mirasın erkek ve kız çocukları için hak talebi gözetilmiş ancak gelenekçi İslam düşünürleri tarafından tartışma konusu olmuştur. Kadın ve kadın haklarıyla ilgili asıl gelişmeler II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte gelişen ortamda görülür. Eğitim, çalışma gibi hakları elde eden kadınlar toplumun her alanında üzerine düşeni yapmak ve var olmak için mücadele etmişlerdir. Kadının eğitiminden kıyafetine, aile içindeki sorumluluklarına kadar pek çok konu açıkça tartışılmıştır. II. Meşrutiyet ve devamındaki süreçte basın ve yayın özgürlüğü nedeniyle kadının toplumdaki yeri yayınlar üzerinden tartışılmıştır. Bu dönemde kadın dernek ve kuruluşlarında artış görülmektedir.

Kadınlara verilen haklar zaman içinde gelişir ve yerleşir. 1876 Kanun-i Esasisi ile ilköğretim zorunlu hale getirilerek kız ve erkek öğrencilere eşit eğitim hakkı tanınmıştır. Meşrutiyet döneminde, kız okullarında Avrupa tarzı eğitim benimsenmiştir. İlk defa Avrupa’ya kız öğrenci gönderilmiş, kızlar erkekler ile aynı statüde yer almıştır. Kız öğrencilere ait ilk lise ise 1880’de açılmış, 1884’te Kız Sanat Okulları için bir nizamname hazırlanmış, öğrenim süresi beş yıl olarak belirlenmiş, sabah genel dersler öğleden sonra biçki-nakış, müzik ve resim dersleri verilmesi kararlaştırılmıştır. Kız Sanat Okulları'nın ders programı 1900’de genişletilerek yedi yıla çıkarılmıştır. Genelde yurtlarda öksüz çocukların okutulduğu bu okullara 1904 yılından itibaren durumu iyi olan ailelerin çocukları da alınmıştır. İlk kez 1911’de İstanbul’da kız liseleri resmi olarak açılmıştır. Kız öğrenciler için ilk üniversite düzeyindeki eğitim kurumu 12 Eylül 1914’de açılan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi/Kız Güzel Sanalar Okulu'dur.

Saray ve çevresi ile kültürlü ailelerin desteği sayesinde modernleşme sürecinde özellikle kadın hakları hız kazanır. Kadınların özgürlük hakkı, toplumsal yaşamda erkekler ve gayrimüslim kadınlar gibi yer alma istekleri Meşrutiyetle birlikte sıklıkla gündeme gelmiştir. Kökenlerini Fransız İhtilali’nden alan özgürlük kavramı daha sonra “Kadın Hareketleri” olarak adlandırılacak dönemin çıkış noktasıdır. Bu dönemde özellikle Fatma Aliye Hanım’ın toplum değerlerini eleştirerek, kadının sosyal yaşam başta olmak üzere eğitim ve aile yaşamındaki yeri üzerindeki görüş ve yazıları öne çıkar. Tek eşliliği savunarak kölelik ve cariyeliği yermiştir. Kadın hareketi olarak tarihe geçen bu süreç özgürlük ve eşitlik için verilen mücadeledir. 19.yüzyılın siyasal, sosyal, ekonomik ve toplumsal alanlardaki değişimi kadınların bu alanlarda gündeme gelmesine neden olarak kadınlar tarafından başlatılan bir harekete dönüşmüştür. Hareketin temelinde toplumun siyasal, ekonomik, sosyal ve düşünsel alanlarda köklü değişimler geçirerek belirli bir gelişme ve karmaşık düzeyine ulaşması, giderek özgürleşmeye başlaması önceliklidir.

Düşünsel planda oluşturulan eşitlik ve özgürlük ideolojisinin kadına ilişkin yönünden toplumsal gerçekte uygulanamaması, bu durumun yarattığı ikiliğin kadınlar tarafından fark edilmesi ve kısmen bu koşulların sonucu olarak kadınların/ hiç değilse bir bölümünün, kadın sorununun çözümsüz olmadığı konusunda bilinçlenmeleri, bireysel düzeyde başlayan talepleri etkindir.

1. Meşrutiyet dönemi ve peşi sıra gelen süreçte kadın hakları ve kadın sanatçı kavramının yerleşmediği bir dönemde kazanım ya da kaybetme üzerinde inşa edilmiş bir süreçten söz edilmektedir. Evet, Meşrutiyet döneminde yetişen, var olan kadınların Cumhuriyet'le birlikte sanatlarına devam ettiği bir gerçektir. Meşrutiyet döneminde doğan, özel derslerle yetişen ve ardından İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'nde öğrenci olma şansı yakalayan sanatçı kadınlarımız Cumhuriyet'in ilk kadın sanatçıları olmuşlardır. Bu bazı sanatçılarımız için zorlu bir süreç olmuştur. İlk kadın sanatçılarımızın başında gelen Mihri Hanım sanat hayatına sıra dışı başlayan, yurt dışına kaçan ama sonrasında toplum için zorunlu görülen iyi yetişmiş devlet adamıyla evlenerek yurda dönen bir kadındır. Toplumun istediği kurallara uygun bir şekilde yurda dönen Mihri Hanım'ın sıra dışı yaşamı sürmüş ve kendi çabasıyla, zorla aldığı eğitimin isteyen tüm kız çocuklarının hakkı olduğu bilinci ve görüşüyle İnas Sanayi-İ Nefise’yi kurmuş ve ilk yöneticisi olmuştur. Mihri Hanım'ın ilerici görüşlerine karşın sanatçı kadınlar için durum aynı şekilde ilerlememiştir. Cumhuriyet dönemine geldiğimizde kadınları da kapsayan yasal, siyasal, toplumsal kazanımlar ülkemizde ve tüm dünyada dikkati çekse de kadın sanatçı sayısında ciddi bir düşüş de görülür.

Aslında Cumhuriyet döneminin bütün devrimlerinde kadın öne çıkar ve Canan Beykal’ın belirttiği üzere “devlet feminizmi” kavramında Batı'yla kurulmak istenen uygarlığın baş aktörü kadındır. Bunun sonucunda Meşrutiyet döneminde açılan pek çok kadın derneği ve örgütü, gereksinim kalmadığı düşünülerek 1935 yılında kapatılmışlardır. Cumhuriyet kadını Kurtuluş Savaşı'nda direncin sembolüdür ve ardından ilan edilen Cumhuriyet döneminde öncelikli rolü öğretmenlik olacaktır. Eğitimsiz kimse kalmamalı görüşünden hareketle eğitimli, laik, çağdaş kadınlara biçilen görev öğretmenliktir. Bu görevi kutsal kabul edip nice Çalıkuşları Anadolu’nun her köşesinde görev yapmışlardır elbette. Bunun yanı sıra pilot, müzisyen, milletvekili, yazar, anne vb. her alanda çalışan kadınlar güçlü Cumhuriyet’in temelini oluşturmuştur.

Güçlü bir yönetimin temel taşlarını kendi elleriyle oluşturan kadınlarımız sanat hayatında da var olma çabasına devam edeceklerdir. Ama sadece onların çabası her zaman yeterli olmaz. Meşrutiyet dönemi aydın çevresinden gelen genç sanatçı kadınlarımız İnas Sanayi-İ Nefise eğitimleri ile disiplinli, bilgili olarak yetişmişler ve çeşitli sergilere katılarak deneyimlerini arttırma fırsatı bulmuşlardır. Ayrıca en önemli konulardan biri dönemin edebiyat çevresi tarafından desteklenmiş olmalarıdır. Dergi ve gazete yazılarında kadın sanatçıların ayrıcalıklı olarak ele alındığı görülür. Dolayısıyla da eğitim ve okur- yazar bir çevre tarafından kabul edilmeleri ve desteklenmeleri onları cesaretlendirerek sanatlarına devam etmelerini sağlamıştır. Ancak Cumhuriyet, kadına çok önemli görevler ve haklar verirken sanatı ikinci planda bırakmış ya da belki de savaş sonrası bir dönemde devrimleri ve yeni sistemin yerleşmesi sırasında öncelikli sayılmamıştır.

SANAT ORTAMI

Batılı anlamda resmin yaygınlaşması ve halk tarafından tanınması için sergiler önemlidir. II. Abdülhamid ile birlikte sergileme geleneğinden söz edilir. Bu süreçte başlangıcından itibaren kadın sanatçıların eserlerine de yer verildiği anlaşılmaktadır. Sergilerin ilki 1873 Şeker Ahmet Paşa’nın karma sergisidir. Ardından okul sergileriyle halka açık sergiler başlar. 1873’de tek bir kadın sanatçının katılımıyla başlayan süreç zamanla ivme kazanmıştır. 20. yüzyılın başından itibaren kadın sanatçıların sergilerde çoğaldığını söylemek mümkündür. Osmanlı toplumunda kadın sanatçı faaliyetleri gayrimüslim ve çoğunlukla Ermeni, Levanten ressamlar ile devam ederken, yüzyılın sonunda Müslüman kadınlar da dikkat çeker. Başlangıcından Cumhuriyet’in ilanına kadar olan süreç incelendiğinde siyasal ortamın tetiklediği sanat ortamı içinde kadın sanatçılar eşlerinin ya da babalarının adını kullanarak eserlerini imzalamışlardır. İstanbul ve çevresinde etkin olan sanatçılar üst kesime dâhil olup, yönetimde ya da saray çevresinde tanınmış kişilerin yakınlarıdır. Genel olarak hanımların paşa ya da doktor eşi veya kızı olduğu kayıtlara da bu şekilde geçtiği görülmektedir. Kadın sanatçıların çoğunluğunun eğitimini yurt dışında sürdürmüş olması dönemin sanat ortamı hakkında bilgi verir. Mihri Hanım, Müfide Kadri, Sabiha Bozcalı, Melek Celal Sofu gibi isimler Berlin, Münih, Paris ve Roma’da bulunmuş, çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Cumhuriyet ile kadın hakları meşrulaşarak yeni bir sürece girilmiştir. Cumhuriyet öncesi dönemde görüldüğü gibi Cumhuriyet’in ilk yıllarında da etkin olan kadın sanatçıların çoğunluğu toplumun üst kesimine ait İstanbul’un tanınmış ailelerindendir.  Sanatla ilgilenen kesim pek değişmiş gibi değildir.

Sanat üretimi ve sanatçıların varlığı yeni dönemle de devam edecektir ve halkın bilinçlenmesi için yurt gezileri, yurt dışına öğrenci göndermek gibi pek çok çaba dikkati çekmektedir. Ama Cumhuriyet’in ilanından 1980’lere kadar yönetimin dikkate aldığı öncelikle erkek sanatçılar olacaktır. Dolayısıyla sanatın da öznesi erkek olacaktır. Eril sanat ve sanat tarihi yazımından söz etmek mümkündür. Sanat tarihi kitapları ya da ansiklopedilerinde ele alınan az sayıda kadın sanatçı hakkındaki bilgi bir paragrafı geçmez.  Bazen sadece isim olarak söz edildiği görülür. “Cumhuriyetin öznesi kadın sanat eserlerinin de konu bağlamında öznesi olmuştur ama ne yazık ki sanatçı olarak görülmemişlerdir.”  Kadının sanat kitaplarında bile görünmezliği dikkat çekicidir. Ama akademide, yarışmalarda kadınların görülmeye başlandığı zamanlar 1950’lerdir. Ancak akademide kadın eğitmenlerin olmayışı da bir başka sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonrasında bazen ülkenin durumu bazen de batıdan gelen kavramlarla değişen sanat kadınları da etkilemiştir ama bu başka bir yazının konusudur.

Çok yetenekli kadın sanatçılarımızın çoğunlukla yalnız bırakıldığı, görmezden gelindiği eril sanat ortamı ve sanat yazımında artık birer birer haklarını teslim etme zamanıdır. Cumhuriyet’in kadın ressamları için kısa bir yaşam öyküsü derlemesiyle öncülükleri, sıra dışı yaşamları ile toplumun içinde var olma çabalarına şükranlarımı ve saygılarımı sunma çabasıdır bu yazı.

MİHRİ HANIM (1885-1954)

İnas Sanayi-i Nefise Mektebi açılmadan önce kızlarına Batılı anlayışta eğitim veren ailelerin kızlarından resme yönelen başta Mihri Müşfik olmak üzere Celile Hikmet, Müfide Kadri gibi isimler ilk kadın ressamlar olarak tanınmaktadırlar. Mihri Müşfik Hanım, İstanbul doğumlu olup babası Tıbbiye Nazırı Doktor Rasim Paşadır. Rasim Paşa kızlarının eğitiminin yabancı öğretmenler tarafından verilmesini tercih etmiştir. Mihri Müşfik, II. Abdülhamid’in saray ressamı Zonaro’nun atölyesine devam ederek özel derslerle resim öğrenmiştir. Bu derslerle birlikte Avrupa’ya gitme isteği oluşan sanatçı, Fransa elçisinin eşinin yardımıyla Roma’ya gitmiştir. Ardından Paris’e giderek sanat eğitimine devam eden Mihri Müşfik kızların Avrupa’da eğitiminin söz konusu olmadığı bir dönemde kendi başına hayallerinin peşinde koşma cesaretini göstermiştir. Paris’te tanıştığı Maliye Nazırı'nın, Batılı eğitim modelinin oluşmasında Mihri Hanım'dan yararlanılması önerisi üzerine İstanbul’a dönerek Kız Öğretmen Okulu'nda resim öğretmeni olarak çalışmaya başlamıştır.

Sanat eğitiminin kızlar için de gerekli olduğuna inanan Mihri Hanım, ilk kız güzel sanatlar okulu olarak eğitim veren kurum olan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nın kuruluşunda ve açılmasında aktif rol oynamış ve ilk müdürü olmuştur. İnas Sanayi-i Nefise Mektebi 13 Ekim 1914 tarihinde eğitime başlamıştır. İlk hocalar Erkek Sanayi-i Nefise Mektebi’nden gelmişlerdir. Erkek hocaların derslerinde kız öğrencilerin çarşaf giymesi zorunlu tutulsa da, çarşaflı fakat peçeleri açık olarak derse girseler de sanat eğitimi adına devam ederler. Mihri Hanım, eğitimde tüm tepkilere karşın kız öğrencilerin çıplak modelden çalışmaları için mücadele etmiş ve başarmıştır. Dönemin tek sanatçı birliği olan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti üyesi olan kadın sanatçılar arasındadır. Kadın sanatçıların da devlet bursu ile yurt dışına gitmeleri için de çok çaba göstermiştir. İnas Sanayi-i Nefise Mektebi Müdürlüğü’ne Ömer Adil Bey’in atanmasından sonra tekrar Roma’ya gitmiş ve ancak Cumhuriyet’in ilanından sonra Türkiye’ye dönmüştür. 1930 yılında Atatürk portresi de yapan Mihri Hanım Amerika’ya giderek bazı üniversitelerde resim hocalığı yapmış ve 1954’de Amerika’da yokluk içinde vefat etmiş, kimsesizler mezarlığına gömülmüştür. Yeğeni Hale Asaf’a yazdığı mektup yaşamı boyunca sanatçı olarak var olma çabasının onu ne kadar yorduğuna ilişkindir. Bu zorlukları bilseydi hiç başlamayacağına ilişkin “değer miydi" sorusuna "değmezdi" yanıtı vererek pişmanlıkla bitirmesi de tüm süreçte nasıl yorulduğunu kanıtlar niteliktedir.

Mihri Hanım’ın yaşadıkları, sanat inadı, eğitim için verdiği mücadele sıklıkla sanatının önüne geçse de, Fransa’da aldığı eğitimin etkisiyle Fransız gerçekçiliğine yakın eserler üretmiş ve daha çok portre ressamı olarak tanınmıştır. Görmek istediği özgür kadını başta kendi portrelerinde göstermiştir. Çoğunlukla portrelerinde seçkin çevrelerin güzel, bakımlı, modern kadınları eğitimli, biraz romantik biraz melankolik bir şekilde yansıtılmıştır. Özellikle kadın portrelerinde yüze ve ifadeye ağırlık verdiği dikkati çeker.

CELİLE HİKMET UĞURALDIM (1880 - 1956)

İlk kadın ressamlar arasında anılan Celile Hanım, 1883 yılında İstanbul’da doğdu. Dönemin tüm kadın sanatçılarının neredeyse ortak özelliği olarak söz edebileceğimiz varlıklı, okumuş bir ailenin özel eğitim hakkı sağlanmış kızı. Aile Alman ve Polonya soyundan gelir.  Polonya ihtilali sırasında Türkiye’ye kaçıp Müslüman olan Mustafa Celalettin Paşanın oğlu Abdülhamid’in yaveri Enver Bey'in oğludur babası. Annesi iltica eden Alman kökenli Müşir Mehmet Ali Paşa'nın kızı Leyla Hanım'dır. Babası sayesinde II. Abdülhamid ve dolayısıyla Zonaro. Celile Hanım, sosyetenin en güzel kızlarından, dillere destan denilecek kadar güzel, akıllı ve girişimcidir. Hayatının son yıllarına kadar sanat yaşamını ilk Türk kadın ressamlarından biri olarak devam ettirmiştir.

Celile Hanım da dilediği gibi yaşamayı seçen sanatçılarımız arasındadır. Evliyken dönemin edebiyat camiası içinde aktif ve önemli bir isim olan Yahya Kemal ile büyük bir aşk yaşarlar. Celile Hanım aşkı uğruna eşinden ayrılır. Evliliğe doğru giden bu yolda toplum baskısı başlayınca Nazım Hikmet ve onun arkadaşlarının diline düşer Yahya Kemal. Vuslat, Eski Mektup ve benzeri şiirlerini Celile Hanım'a yazdığı bilinir. Nazım Hikmet, Celile Hanım'ın ilk çocuğudur. Yahya Kemal, Bahriye Mektebi'nde Nazım Hikmet’in hocasıdır ve hatta evine gelip ders de verir. Nazım Hikmet serttir bu konuda ve “hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz” sözü bu aşkta Yahya Kemal açısından etkili olacaktır. Ayrıca Yahya Kemal, Batı'yı özellikle Paris’i bilir ama Müslüman İstanbul görmek arzusunda olan muhafazakâr ve çok kıskanç biri olduğu da açıktır. Celile Hanım çok güzel ve sanatçı modernliğindedir. Böylece tek taraflı olarak, evlenmek üzereyken vazgeçer Yahya Kemal. Nazım ve dedikodu korkusu mudur? Güzel, entelektüel, sanatçı bir kadını taşıyamamak mıdır bilinmez ama ayrılırlar. Nazım Hikmet’in davası zamanında Celile Hanım'ın rica ettiği hatta yalvardığı mektuba ve imza kampanyasına bile dönüp bakmayacak bir sona gitmiştir Yahya Kemal, yalnız bırakacaktır Celile Hanım'ı. Aşkı uğruna her şeyi göze alan Celile Hanım'a karşın Yahya Kemal bu büyük aşktan ayaklarının ucuna basarak uzaklaşmıştır.

Celile Hikmet Hanım, soyadı kanunu yasal olarak kabul edildikten sonra "Uğuraldım" soyadını almış, resimlerinde Celile Uğuraldım imzasını kullanmıştır. Celile Hanım’ın oğlu ün kazanmış şair Nazım Hikmet, açlık grevine katılmış olmasından dolayı cezaevine hapsedilmiştir. Bu sebeple Celile Hanım oğlu Nazım için imza kampanyası başlatarak, elinde taşıdığı pankartta "Nazım Hikmet’in annesi Celile Uğuraldım" şeklinde halka hitap etmiştir. Yaşamının son günlerinde Celile Hanım artık renkleri göremeden vefat edecektir.

Celile Hanım, portre tarzında resimler yapmaktan hoşlanmış ve daha çok aileden kişilerin portrelerini resmetmeye ağırlık vermiştir. Aile portrelerini ailesine armağan etmiştir. Celile Hanım'ın ailesine ve akrabalarına olan sevgisini ve bağlılığını, yapmış olduğu portre eserlerinde hissetmek mümkündür. Portrenin yanında sanatçının bir özelliği de nü çalışmaları üzerinde yoğunlaşmıştır. Nü çalışmalarını modellere dayalı olarak çizdiği, araştırma çizgilerinden oluşan bu resimlerinde, Celile Hanım’ın, beden parçaları arasında ölçü ve oranları dikkate alarak resmettiği görülmüştür.

Çalışmalarının çoğunda yağlıboya ile pastel boya kullanan sanatçı tonlarını yine pastel renklerle vurgulamıştır. Celile Hanım kendi portresiyle annesinin, oğlunun, torununun ve yeğeninin portrelerini başarı ile tamamlamıştır. Eserleri kızı Samiye Yaltırım’ın çabalarıyla 1988’de sergilenmiştir.

MELEK CELAL SOFU (1896-1976)

1896 yılında İstanbul'da doğdu. Anne ve babası dönemin tanınmış isimlerinden olup kızlarının eğitimine çok önem veren bir aileydi. İki yabancı dil bilir, İnas Sanayi-i Nefise Mektebi (Kız Güzel Sanatlar Okulu) mezunu ve ayrıca Nazmi Ziya Güran Atölyesi'nin de konuk öğrencisiydi. Ardından Paris Julian Akademisi'nde eğitim aldı. Louis Sue, Andre Platson ve Pierre Poisson öğrencisi oldu. Son yıllarını yerleştiği Münih kentinde geçirdi. 1964 yılında Münih'te kişisel sergi açtı. Eski eserlere derin tutkusu dolayısıyla el işlemelerinden ve giysilerden oluşan geniş bir koleksiyonu vardı. Kitaplar ise, bir diğer merakıydı. Gerçekçi bir anlayışla nü ve özellikle portre çalışmalarına yoğunlaşmıştır. Nazmi Ziya’nın izlenimci etkisi ve akademizm resimlerinde dikkati çeker. Dönemin sanatçı ve aydınlarından oluşan çevresinde Prof. Albert Gabriel, Leopold Levy, Belling gibi önemli tanınmış yüzler dikkati çekmektedir.

HARİKA SİREL LİFİJ (1896- 1991)

İstanbul Kız Öğretmen okulunda öğrenci iken ilk kadın sanatçılarımızdan Müfide Kadri ‘den ders almıştır. Ardından özel atölyede izlenimci ressamlar olarak tanınan İbrahim Çallı, Feyhaman Duran, Hikmet Onat ve Avni Lifij gibi dönemin önemli ressamlarından ders alan sanatçı 1922 yılında Avni Lifij ile evlenmiştir. Eşi Avni Lifij gibi alegorik resimler yapan sanatçımız izlenimci diyebileceğimiz görünümleriyle de tanınır. Yurt içi ve dışında çeşitli sergilere da katılmıştır.

GÜZİN DURAN (1898-1981)

Sanatkâr bir aileden gelen Güzin Hanım, İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'nde öğrenciliği sırasında okulun ilk müdürü Mihri hanım, ardından ikinci müdürü Ömer Adil Bey ve izlenimci ressam Feyhaman Duran’dan ders almıştır. 1922 de Feyhaman Duran ile evlenmiştir. Sanat yaşamında 1925 Sanayi-i Nefise Mektebi’nin Avrupa konkurunu kazanması önemlidir. Akademik ve İzlenimci tarzdaki İstanbul görünümleri, natürmort ve portreleri ile tanınır.

FATMA NAZLI ECEVİT (1900- 1985)

Asker bir aileden gelen Nazlı Ecevit, 1915’de Darülmuallimat/Kız Öğretmen Okulu ardından aynı yıl İnas Sanayi-i Nefise Mektebi'ne girmiştir. Mihri, Ömer Adil Bey ve Feyhaman Duran’dan ders alan sanatçı aynı zamanda kız okullarında öğretmen olarak çalışmıştır. 1924 yılında Dr. Fahri Bey ile evliliğinin ardından Bülent Ecevit doğmuştur. Çeşitli şehirlerde ve çeşitli okullardaki öğretmenliğinin yanı sıra Güzel Sanatlar Birliği’nin üyeliği ve başkanlığı yapması da örgütlü çalışmaya verdiği değeri göstermektedir. Eserlerinde malzeme ve konu çeşitliliği önemlidir. Karakalem, desen, portre, manzara gibi farklı çalışmalar üretirken pek çok eseri ile izlenimcidir. Paletinde daha çok yumuşak renkleri tercih eder ve özellikle İstanbul ve Anadolu manzaralarında rengi öne çıkarır. Ulusal ve uluslararası pek çok sergiye de katılmıştır.

SABİHA BOZCALI (1903-1998)

Tanınmış bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen sanatçı dil eğitimine öncelik veren eğitiminin yanı sıra ilk sanat eğitimini annesi handan hanımdan alacaktır. Ali Sami Boyar’dan özel resim dersleri aldıktan sonra Almanya’ya gitmiş ve Haiman’ın atölyesine katılmıştır. Ardından Berlin’de izlenimci kuşağın ressamlarından Namık İsmail ile Corinth’in atölyesinde eğitim görecektir. 1923 yılında Münih serüveninde bu kez yolu Prof. Karl Kaspar kesişecek ve öğrencisi olacaktır. Artık bir ressam olarak tanınan sanatçımız Mısır, Paris, Roma gibi pek çok ülkede ve kentte çalışmalar yapmış Paul Signac, Giorgio de Chirico gibi önemli sanatçılarla tanışma imkânı bulmuştur. Çalıştığı konulara göre üslubu değişen Sabiha Bozcalı karakalem, pastel, suluboya ve yağlıboya gibi her tür malzemeyi rahatlıkla kullanmıştır. Cezanne’a atfen “tabiattan mükemmel hoca tanımam” diyerek kendini ve sanatını tanımlamıştır.

HALE ASAF (1905-1938)

Hale Asaf, Mutlakıyet, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde aktif olması açısından ayrı bir öneme sahiptir. Mihri Hanım’ın yeğeni olan Hale Asaf, önce teyzesinden, Namık İsmail, Feyhaman Duran gibi sanatçılardan sanat eğitimi almıştır. Ardından yurtdışı eğitimi başlayacaktır. 1921 Berlin Güzel Sanatlar Akademisi'nde Arthur Kampf’dan dersler alır. Ardından Roma ve 1927 İnas Sanayi-i Nefise’den mezun olarak tanınmaya başlayacaktır. Almanya, Roma, Paris günlerinde dönemin pek çok sanatçısı ile çalışma olanağı da bulan Asaf, Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği kurucuları arasında yer alır. Önceleri Mihri Hanım'ın sanat anlayışını takip eder, akademik bir sanatçı olma yolunda ilerlerken zaman ve yönelimler değiştikçe o da akademizmi yıkma taraftarı olacaktır. Bu arada Bursa’da Kız Öğretmen Okulu’nda resim öğretmenliği de yaparken Bursa ve sağlık sorunları ruhuna iyi gelmeyecektir. 1938’de herkesten sakladığı hastalığı sonucunda Paris’te ölmüştür. Hastalık süresince hırçın ve huysuzdur. Antonio Aniante 1939’da kendisiyle geçirdiği yedi yıllık süreci anlatan bir kitap yazar. Elindeki tabloları Türkiye’ye vermek istese de bu gerçekleşmeyecektir. Asaf’ın ölümü birkaç arkadaşının yazıları ile duyurulur ve anısına sergi düzenlenmesi görüşü dile getirilse de kimse bu işe girmeyecektir. Lhote, Chirico, Giocometti vb. dönemin ünlü sanatçı dostları ve onca işe karşın Türkiye’de uzun yıllar görünmez olacaktır. Sanatının öznesi her zaman kadın ve kadınlık durumları olacaktır.

ALİYE BERGER (1903 – 1974)

Gravür ve grafik sanatçısı Aliye Berger 1903’te Şakir Paşa ailesinin son çocuğu olarak Büyükada’da doğdu. Babası Şakir Paşa, amcası sadrazam Cevad Paşa’dır. Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), Fahrünnisa Zeid, Füreya Koral, Nejat Melih Devrim, Şirin Devrim gibi yazar ve sanatçıların yetiştiği bir ailenin üyesi olan Aliye Berger, okuma yazmaya çok küçük yaşlarda, özel bir eğitimle başladı. Notre-Dame de Sion’da başlayan ilköğretim süreci, okul Birinci Dünya savaşında kapanınca, bir başka özel Fransız okulunda tamamlandı. Tüm köklü ailelerde olduğu gibi resim ve piyano dersleri aldı. Karl Berger’le tanışıp evlendi. 1935-1939 yılları arasında Paris’te ablası Fahrünnisa Zeid’in konuğu olarak sanat hareketlerini izledi. Londra’da üç yıl süreyle John Buckland Wright’ın atölyesinde gravür tekniği üstüne yoğun çalışmalar yaptı. 1951’de 140 parça gravürle Türkiye’ye dönerek, İstanbul Fransız Konsolosluğu’nda ilk kişisel sergisini açtı. Ulusal ve uluslararası çeşitli yarışmalardaki dereceleri sonrasında sanat yaşamına devam eden sanatçının İstanbul ve Ankara başta olmak üzere çeşitli müzelerde işleri yer almaktadır. 1960’lı yıllarda gravürün yaygınlaşmasında etkili olan yapıtlarında Aliye Berger, malzeme olarak sıra dışı, günlük malzemeleri kullanmıştır ve çevresindeki her şeyden ve yaşamından kesitler içeren konularıyla tanınmıştır.

FAHRÜNİSA ZEİD (1901-1991)

İstanbul, Büyükada’da doğan sanatçı Mehmed Şakir Paşa’nın kızıdır. Önemli ve sanatın her alanında aktif bir aileden gelen Fahrünisa Zeid’in amcası Cevat Şakir Paşadır. Ağabeyi roman ve öykü yazarı ve namı diğer Halikarnas Balıkçısı olarak anılan Cevat Şakir Kabaağaçlı, kız kardeşi diğer bir kadın ressamımız Aliye Berger’dir. Tiyatro sanatçısı Şirin Devrim kızıdır ve oğulları ressam Nejat Devrim ve Prens Raad bin Zeyd’dir. Ayrıca yeğeni de ünlü seramik sanatçısı Füreyya Koral’dır. Yazar İzzet Melih Devrim ve Büyükelçi Prens Zeid olmak üzere iki evlilik yapmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli ve yönetici ailelerinden birinde doğup dünyaca ünlü sanatçılar yetiştiren bir ailenin önemli üyelerinden biri olarak Türk sanatının mihenk taşlarını oluşturmuş kadın sanatçılarımızdandır. Modern sanatın öncülerinden ve soyut sanatın Türkiye’deki ilk temsilcilerindendir. Coşkulu ve etkili kompozisyonları ile tanınan Zeid’in kendine özgü resim dili, tek üsluba indirgenemeyecek kadar canlı ve zengindir. Eserleri incelendiğinde geometrik ve soyutlamacı çalışmalar dikkati çekerken geç dönemlerinde psikolojik portrelere ağırlık vermiştir. 1901’de ‘de vefat eden sanatçımız El Rağdan Sarayı Kraliyet Mezarlığı'nda yatmaktadır.

* Doç.Dr.


SEÇME KAYNAKÇA

http://www.istanbulkadinmuzesi.org/

Ahu Antmen, Esra Aliçavuşoğlu, “"Canan Beykal ile Söyleşi “Türk Sanatında Kadın ve Kadın Sanatçılar Üzerine” ST Sanat Tarihi Araştırmaları, Dosya Sanat ve Kadın, ss. 137-152.

Burcu Pelvanoğlu, “Sıradışı Bir Sanatçı Portresi: Hale(Salih) Asaf” ST Sanat Tarihi Araştırmaları, Dosya Sanat ve Kadın, ss. 152-168

Kaya Özsezgin “Türk Plastik Sanatında Kadın Sanatçılarımız” Kültür Sanat, 4, Ss.138-152

Şirin Devrim, Şakir Paşa Ailesi (A Turkish Tapestry), İstanbul, 2003

Zeynep Yasa Yaman, "An Artist and an Explorer Beyond Ideologies in a Globalized", Darat al Funun website, http://www.daratalfunun.org/main/activit/curentl/faherelnissa/exhib13.html

Zeynep Yasa Yaman, “Türk Resminde Kadının Değişen İmgesi” In Memorian İ. M. Akyurt-B. Devam Anı Kitabı, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat yay. ss. 411-420

Taha Toros, “İlk Kadın Ressamlarımız (1)” Sanat Dünyamız, 1982, yıl 9, 24, ss 32-45

Taha Toros, “İlk Kadın Ressamlarımız (2)” Sanat Dünyamız, 1982, yıl 9, 25, ss.34-48

 Taha Toros, “İlk Kadın Ressamlarımız (3)” Sanat Dünyamız, 1983, yıl 9, 26, ss. 34-48

 Taha Toros, “İlk Kadın Ressamlarımız (4)” Sanat Dünyamız, 1983, yıl 9, 28,ss. 38-48

 Taha Toros, “İlk Kadın Ressamlarımız (5)” Sanat Dünyamız, 1983, yıl 9, 29, ss. 32-48