Cumhuriyet, Kürtler ve Angelus Novus

Türkiye’nin Kürt meselesinin gelecekte alacağı seyirde kabaca iki seçeneği olduğu söylenebilir. Birincisi, yüzyıllık çatışmalı ilişkinin sürmesi. İkincisi, ortak bir gelecek inşasına yönelmek.

Google Haberlere Abone ol

Cuma Çiçek*

“(Paul) Klee’nin Angelus Novus adlı bir resmi vardır. Bir melek betimlenmiştir bu resimde; meleğin görünüşü, sanki bakışlarını dikmiş olduğu bir şeyden uzaklaşmak ister gibidir. Gözleri, ağzı ve kanatları açılmıştır. Tarihin meleği de böyle gözükmelidir. Yüzünü geçmişe çevirmiştir. Bizim bir olaylar zinciri gördüğümüz noktada, o tek bir felaket görür, yıkıntıları birbiri üstüne yığıp, onun ayakları dibine fırlatan bir felaket. Melek, büyük bir olasılıkla orada kalmak, ölüleri diriltmek, parçalanmış olanı yeniden bir araya getirmek ister. Ama cennetten esen bir fırtına kanatlarına dolanmıştır ve bu fırtına öylesine güçlüdür ki, melek artık kanatlarını kapayamaz. Fırtına onu sürekli olarak sırtını dönmüş olduğu geleceğe doğru sürükler; önündeki yıkıntı yığını ise göğe doğru yükselmektedir. Bizim ilerleme diye adlandırdığımız, işte bu fırtınadır.”(1) 

Alman filozof Walter Benjamin, "Tarih Kavramı Üzerine" adlı çalışmasında ileri sürdüğü tezlerde tarih meleği alegorisiyle ilerlemeyi arkasında büyük yıkıntılar bırakan fırtına olarak tanımlar ve tarihi ilerleme olarak okuyan yaklaşımın radikal bir eleştirisini yapar. Bizleri ilerleme adına inşa edilenlerin üzerinde yükseldiği ya da bir kenara ittiği yıkıntılara odaklanmaya çağırır. Toplumsal olaylarda merkeze odaklanan yaklaşımlar yerine çepere bakmaya, yüzümüzü marjinlere ve marjinlerde kalanlara dönmeye ve merkezi onlar üzerinden anlamaya davet eder.

Benjamin’in tarih meleği alegorisinden esinlenerek Cumhuriyet’in ilk yüzyılını, Kürt alanında bıraktığı yıkıntılar üzerinden değerlendirirsek ne söyleyebiliriz? İlerleme, modernleşme olarak çerçevelenen “merkezin hikayesini” bu yıkıntılar üzerinden okumak, geçmiş yüzyılın kapsayıcı bir muhasebesine ve ikinci yüzyıl tartışmalarına katkı sunabilir.

Cumhuriyet’in Kürtlerle ilişkisine baktığımızda hem sürekliliklerin hem de göz ardı edilemeyecek kırılmaların olduğunu söylemek mümkün. Bu süreklilikler ve kırılmalar hem yıkıcı hem de inşa edici potansiyeller taşıyor.(2)

SÜREKLİLİKLER

Cumhuriyet’in Kürtlerle kurduğu ilişkinin yüzyıllık hikayesinde en önemli sürekliliği hiç kuşkusuz “istisnai yönetim” oluşturur. Tüm üniter-yapı iddialarına rağmen, Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt coğrafyası ülkenin geri kalanından farklı olarak özgün idari, askeri, kültürel ve sosyo-ekonomik yapılarla yönetildi. Kürt coğrafyası ile ülkenin geri kalanında birbiriyle ilişkili iki ayrı rejim, iki ayrı hukuk ve iki ayrı yönetim inşa edildi.

1925 Şeyh Said ayaklanmasından sonra ilan edilen sıkı yönetimin yerini 1927 yılında Umumi Müfettişlikler aldı. Bir tür olağanüstü hâl yönetimi (OHAL) olan Umumi Müfettişlikler 1952 yılında sona erdi. Ancak 1960, 1971 ve 1980 darbeleriyle birlikte Kürt coğrafyasındaki istisnai hal dönemsel kesintilerle birlikte sürdü. 1980’lerin ortasında ülke genelinde siyasal hayat görece normalleşirken 1987 yılında Kürt coğrafyasında OHAL ilan edildi ve bu yönetim, 2002 AK Parti yönetimine kadar kesintisiz sürdü. AK Parti döneminde Kürt çatışmasının sonlanmasına yönelik barış umutlarının arttığı yaklaşık 13 yıllık kısmi bir normalleşme dönemi yaşandı. Bununla birlikte bu dönem 2013-2015 Çözüm Süreci'nin bitmesiyle birlikte sona erdi ve Kürt alanında seçme ve seçilme hakkının bile yok sayıldığı yeni bir istisnai yönetim dönemi başladı. Bu veriler Kürt coğrafyasının Cumhuriyet tarihi boyunca neredeyse kesintisiz olarak olağan hukukun dışında yönetildiğini gösterir.

Teritoryal egemenliğin paylaşımı meselesi ikinci sürekliliği oluşturur. Osmanlı İmparatorluğu döneminde belirli düzeylerde teritoryal egemenliğe sahip Kürt hükümetlerinin ve beyliklerinin 19. yüzyılın ortalarına doğru tamamlanan tasfiye süreci, sorunun kök nedenini teşkil eder. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında da teritoryal egemenlik meselesi kilit konulardan biridir. Nitekim 1921 Anayasası'na da yansıyan vilayetlerin muhtariyeti tartışmaları Kürtlerin teritoryal egemenlik haklarına ilişkindir. Cumhuriyet’in kuruluşu ve Kürt itirazlarının bastırılmasından sonra bu mesele görünmez kılınsa da hem Kürt politik aktörlerinin söylemlerinde hem de Türk devleti ve siyasetinin Kürt meselesine yaklaşımında hep belirleyici oldu. Türk siyasetine, bürokrasisine ve sokağına hâkim olan Sevr sendromu, sınır-ötesinde Kürtlerin hak mücadelesini bir beka meselesi olarak kodlayan yaklaşımlar aynı soruna işaret eder.

Süreklilik arz eden üçüncü mesele asimilasyondur. Kürtlere yönelik asimilasyon politikalarının kökleri Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarına kadar uzansa da esasında Cumhuriyet’in kuruluşuyla başladı ve 1924 Anayasası'yla kurumsallaştı. Kürt dili ve kimliğine yönelik ilk dalgası 1990’larda ikinci dalgası ise 2000’lerin başında görülen kısmi bir tanıma siyasetinden bahsetmem mümkün. Bununla birlikte bu kısmi tanımanın asimilasyon politikalarında bir kırılmayı ifade etmediğini, aksine sürekliliği mümkün kıldığını söyleyebiliriz. Kürtlerin kuşaklararası dil kullanımı kıyaslandığında yaşlılardan çocuklara doğru Kürtçenin kullanımı yok olmaya doğru gidiyor.(3)

Dördüncü süreklilik bölgesel eşitsizlik. Bu konu Kürt meselesi tartışmalarında yeterince ele alınmasa da sorunun bir diğer kök nedenini teşkil eder. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kürt bölgesi ve ülkenin geri kalanı arasında artan eşitsizlik yıllar içerisinde derinleşerek kronik bir hal aldı. 1935 Birinci Beş Yıllık Sanayi Planına kadar uzanan bu meseleyi devlet raporlarından takip etmek mümkün. İlki 1969 yılında Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından, sonuncusu 2017 yılında Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yapılan İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması (SEGE)(4) bölgesel eşitsizliğin geçen yıllar içinde artarak devam ettiğini gösterir.

Son olarak, istisnai yönetim, bölgesel eşitsizlik ve asimilasyon politikalarına karşı Kürt itirazında da süreklilik bulunur. Cumhuriyet'in ilk yıllarında yükselen Kürt itirazları 1937-38 Dersim Tertelesi’yle bastırıldı. Yaklaşık 20 yıllık siyasi sessizlikten sonra, 1961 Anayasası’nın sağladığı siyasi liberalizasyon ve Türkiye sosyalist hareketinin güçlenmesi ile Irak Kürdistan Bölgesi’nde Mele Mustafa Barzani liderliğindeki ulusal kurtuluş mücadelesinin yükselişiyle birlikte Kürt itirazı “Doğu Sorunu” etrafında yeniden ortaya çıktı. 1970’li yıllarda Kürt itirazı hem radikalleşti hem de Türkiye sosyalist hareketinden koparak kendi mecrasını inşa etti.(5) 1980 Askeri Darbesiyle kısmi olarak kesintiye uğrasa da 1990’lı yıllarda yükselişe geçti. Bugün esas olarak HDP/Yeşil Sol Parti içinde temsilini bulan bu itiraz, köklü bir toplumsal dönüşüm ve yeni bir rejim inşasını talep eden en önemli toplumsal muhalefet odağını oluşturuyor.

KIRILMALAR

Kürt meselesinin yüzyıllık Cumhuriyet hikayesi büyük oranda süreklilikler üzerine kuruluyken, göz ardı edilemeyecek kırılmalar da yaşandı. Bu kırılmalar dönemsel olarak ele alınabileceği gibi niteliksel dönüşümler odaklı da değerlendirilebilir.

Dönemsel kırılmalara baktığımızda Cumhuriyet’in kuruluş yılları, 1921 ve 1924 anayasaları, 1925 Şeyh Said İsyanı, 1926-1930 Ağrı Dağı İsyanları, 1937-38 Dersim Tertelesi, 1960’lı yıllarda “Doğu Sorunu” etrafında yükselen toplumsal muhalefet, 1975 Mele Mustafa Barzani hareketinin Irak’ta yaşadığı yenilgi, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, yıllık can kayıplarının 4.000’leri aştığı 1990’lı yıllar, 2000’li yıllarda Irak ve Suriye’de teritoryal Kürt egemenliklerinin inşası, 1999-2015 dönemindeki barış girişimleri, 15 Temmuz ve sonrasında ilan edilen OHAL, 2016 yılında başlayan kayyumlar temel kırılma dönemleri olarak not edilebilir.

Kürt meselesi bağlamında radikal kırılmalar yaratan dönemler sonucunda sorunun formasyonunda üç radikal dönüşüm gerçekleşti. İlki, jeopolitik kırılmalar Türkiye'deki Kürt meselesinin formasyonunu belirleyen ana dinamik haline geldi. 1990’lı yıllarda Irak Kürdistan Bölgesi’nin de facto inşası birinci jeopolitik kırılmayı, bu de facto yapının 2003-2005’te tanınması ve de jure bir bölgeye dönüşmesi ikinci jeopolitik kırılmayı, Suriye İç Savaşı sonrası 2012 yılında Rojava'da bölgesel otonominin de facto inşası ve 2017 Irak Kürdistan Bölgesi bağımsızlık referandumu üçüncü jeopolitik kırılmayı oluşturur.

İkinci olarak, 1990’lı yıllarla birlikte Kürtlük tahayyülünün kapsamı genişledi. Seküler, sol mirasa sahip, toplumsal cinsiyet eşitliği ve özgürlüğüne duyarlı Kürtlük tahayyülünün yanı sıra, dindar-muhafazakâr Kürtlük tahayyülü gelişti. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Kürt itirazına liderlik eden şeyhler ve seyitler gibi dini liderlerin direncinin kırılmasından sonra 1960’lı yıllarda bu itiraza Kürt solu liderlik etti. 1990’lı yılların başlarında Kürt solunun yanı sıra dindar-muhafazakâr Kürtler içerisinde de meseleye dair tutumlar gelişti. 1990’lı yıllarda Zehra cemaatiyle Türk İslamcılığından yollarını ayırıp otonomlaşan Kürt İslamcılığı, Hizbullah’la radikalleşti. Ancak Zehra cemaati gibi Hizbullah da bir kitle hareketine dönüşemedi.

Dindar-muhafazakâr Kürtlük tahayyülünün geniş kesimlere ulaşması daha çok 2000’li yıllarda gerçekleşti. Birçok dinamiğin yanı sıra özellikle iki faktör bu kitleselleşmede kritik rol oynadı. İlki, AK Parti’nin 2000’li yıllarda Kürt kimliğine dönük kısmi tanıma siyaseti ve Kürt diline ilişkin reformları, birçok dindar-muhafazakâr Kürt için daha önce seküler ve sol kimliğiyle öne çıkan ve bu anlamda “din-dışı” olarak görülen Kürtlük karşısında dindar-muhafazakâr bir Kürtlüğü tahayyül etmeyi mümkün kıldı. İkinci olarak, Irak Kürdistan Bölgesi’nin 2003-2005 yılları arasında resmi olarak kuruluşu ve özellikle 2007-2009 sonrası AK Parti hükümetiyle siyasi ve ekonomik alanda kurulan işbirlikleri Mesut Barzani’yi ve Irak Kürdistan Bölgesini dindar-muhafazakar Kürtlük için bir referans haline getirdi. Bugün birinci Kürtlük tahayyülünü esas olarak HDP taşırken, ikinci Kürtlüğün ana siyasi adresi AK Parti.(6)

Jeopolitik kırılmalar ve Kürtlük tahayyülünün genişlemesinin yanı sıra, üçüncü olarak, Kürt itirazının metropolleşmesi önemli bir kırılma olarak not edilmeli. Kürt siyasetinin bugün artık Kürt coğrafyası kadar metropoller alanı var. HDP, 20 Kürt ilinde aldığı oylar kadar, bazen o oyları da aşan bir desteği Türkiye’nin 12 büyük metropolünde alabiliyor. İstanbul, İzmir, Antalya, Mersin ve Adana başta olmak üzere, Kürt itirazının 1990’lı yıllar sonrasında metropollere taşması ve bu itirazın özellikle 2014 sonrası bu alanlarda güçlenmesi Türkiye'nin Kürt meselesinin formasyonunda radikal bir dönüşüm meydana getirdi.

POTANSİYELLER

Kürt meselesinin yüzyıllık Cumhuriyet hikayesindeki süreklilikler ve kırılmalar dikkate alındığında, sorunun bundan sonra alacağı seyre ve çözüm potansiyeline ilişkin neler söylenebilir?

Kürt meselesi bugüne kadar “sürdürülebilir bir sorun” olarak siyasi alanda otoriterlik, ekonomik alanda ise eşitsizlik kaynağı olarak araçsallaştırıldı. Temel soru şu: Kürt barışı Türkiye’de siyasi alanda demokratikleşmenin, ekonomik alanda kapsayıcı bir büyümenin/gelişmenin kaynağı olarak değerlendirilebilir mi?

Kürt meselesinin yönetilebilirliğinin birkaç nedenden ötürü zora girdiğini iddia edebiliriz. Bunun en önemli nedeni jeopolitik. Kürt meselesinin çözümüne yönelik Türkiye’nin güneyinde iki Arap modeli gelişiyor. Irak’ta Kürdistan Bölgesi’nin inşası ve Suriye’de Rojava’nın kuruluşu Türkiye için büyük bir meydan okuma. Türkiye söz konusu iki Arap modeli karşısında bir “Türk modeli” geliştirme imtihanıyla karşı karşıya. Türkiye kendi içinde Kürt meselesini bir sorun alanı olarak tutmaya devam edebilir. Bununla birlikte, iki komşuda yükselen modellere bir cevap üretemediği sürece sorunun maliyetlerinin daha da artacağı beklenebilir.

İkinci olarak, bir devlet mühendisliğiyle baş edilemeyecek bir mesele var: Nüfus ve coğrafya. Kürtler, büyük nüfusa sahipler. Resmi nüfus sayımı olmasa da Türkiye’deki Kürt nüfusunun yüzde 18-24 arasında olduğu tahmin ediliyor. Üstelik bütün metropolleşme dinamiklerine rağmen Kürtler hala kadim topraklarında çoğunluğu oluşturuyorlar. Bu coğrafya aynı zamanda sınır ötesine; İran'a, Irak’a ve Suriye’ye taşan bir coğrafya. Türkiye’nin doğu ve güneydoğu sınırlarının ötesinde de Kürtler yaşıyor.

Son olarak Kürtlerin sınır-aşan kolektif kimlik inşasının altını çizmek gerekir. Bugün Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de yaşayan Kürtler kendilerini aynı gruba ait hissediyorlar ve bu grubu Türklük, Araplık, Farslık, Almanlık, Fransızlık gibi kimliklerle eşdeğer görüyorlar. Irak ve Suriye’de inşa edilen Kürt idarelerinin kolektif kimlik inşasında radikal değişimler yarattığını ve yeni eşikler oluşturduğunu not etmek gerekir.

Tüm bu meydan okumalar dikkate alındığında Türkiye’nin Kürt meselesinin gelecekte alacağı seyirde kabaca iki seçeneği olduğu söylenebilir. Birincisi, yüzyıllık çatışmalı ilişkinin sürmesi. İkincisi, ortak bir gelecek inşasına yönelmek. Çatışma çözümü ve barış inşası üzerine yapılan çalışmalarda öne çıkan yaklaşımlara dayanarak Kürt meselesinde istikrarlı bir çözümün bölgesel ademi merkeziyet olabileceğini iddia edebiliriz. Bölgesel ademi merkeziyet Kürt çatışmasının çözümünü Türkiye’nin dört büyük meselesiyle ilişkilendirerek Türkiye’de Kürt barışından öteye herkes için bir kazan-kazan denklemi sunabilir. Bu meseleler şunlar: (i) demokratikleşme, (ii) dengeli ve kapsayıcı büyüme, (iii) sürdürülebilir bir çevre/ekoloji politikası ve (iv) kamu idaresinin modernizasyonu ve rasyonalizasyonu.(7)

*Dr. / Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü (Institut Français d'Etudes Anatoliennes - IFEA)


NOTLAR

(1) Walter Benjamin, Pasajlar (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1992), s. 37.

(2) Bu metin İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde 28-29-30 Nisan 2023 tarihlerinde düzenlenen “İlk Yüzyılı Biterken Cumhuriyet Konferansı: Demokratikleşme Momentleri, Sıradan İnsanlar ve Siyaset” başlıklı konferansa sunulan bildiriden faydalanılarak hazırlanmıştır. Çalışmanın geniş hali konferans bildiri kitabında yayınlanacaktır. 

(3) Çağlayan, H. (2014). Aynı Evde Farklı Diller. Diyarbakır Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü.

(4) Acar, S., Kazancık, L. B., Meydan, M. C., & Işık, M. (2019). İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması SEGE-2017. Kalkınma Ajansları Genel Müdürlüğü.

(5) Bozarslan, H. (2012). Between Integration, Autonomization and Radicalization. Hamit Bozarslan on the Kurdish Movement and the Turkish Left. European Journal of Turkish Studies (Online), 14. http://ejts.revues.org/4663.

(6) Çiçek, C. (2015). Ulus, Din, Sınıf: Türkiye’de Kürt Mutabakatının İnşası. İletişim Yayınları.

(7) Bu konuda daha detaylı bir inceleme için bkz.: Çiçek, C. (2021). Kürt Meselesi ve Siyasi Barış Bağlamında Güç Paylaşımı ve Ademi Merkeziyet. Hafıza Merkezi.