Cumhuriyet'in ekonomisinde iç ve dış etkenlerin rolü
Son 75 yılda Türkiye’nin iktisadi modeli üzerinde en fazla etkili kurum IMF’dir. IMF’nin en önemli etkisi Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisinin kurallarına ve işleyişine uyumunu sağlamak olmuştur.
Şevket Pamuk*
Son bir ya da iki yüzyılda ve bugün ülkelerin iktisadi gelişme süreçleri iç etkenlerle mi belirleniyor yoksa dış etkenlerle mi? Bu soru sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada iktisat ve iktisadi gelişme yazınında en önde gelen tartışma konularından biri olmaya devam ediyor.
DIŞ ETKENLER: GELİŞMİŞ ÜLKELER
Dünya ekonomisinin işleyişine ilişkin kuralların ve bugünün gelişen ekonomilerindeki iktisadi yapıların az sayıda gelişmiş ülke devleti ve bu ülkelerdeki sermaye grupları tarafından yönlendirildiğine ilişkin elimizde pek çok kanıt var. 19. yüzyılda sömürge imparatorluklarında iktisat politikalarını gelişmiş ülkeler belirlediler. Osmanlı Devleti gibi formel siyasi bağımsızlıklarını koruyabilen ülkelerde ise Avrupa devletleri zaman zaman askeri müdahalelerle veya pazarlıklar, uzlaşmalar ve anlaşmalar yoluyla etki sahibi oldular. 20. yüzyılda, özellikle de 20. yüzyılın ikinci yarısında sömürge imparatorlukları dağılırken, dünya ekonomisinin kurallarının uygulanması, tekil ülkelerin dünya ekonomisiyle ilişkilerinde uygulayacakları kurallar ve politikalar ve bir ölçüde de ülkelerin kendi ekonomilerinde uygulayacakları kurallar ve politikalar artık güçlü gelişmiş ülke devletleri ya da sömürge yönetimleri tarafından değil, IMF, Dünya Bankası ve son dönemde de Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kuruluşlar tarafından yönlendirilmeye başladı. Son iki yüzyılda gelişmiş ülke devletleri ve gelişmiş ülkelerdeki sermaye grupları, gelişen ülkelerin izlediği iktisat politikalarının kendi çıkarlarıyla çelişmemesi amacıyla doğrudan veya uluslararası kuruluşlar yoluyla gelişen ülkelere baskı yaptılar. 19. yüzyılda serbest ticaretten yana oldular, korumacılığa karşı çıktılar. 20. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle de 1980 sonrasındaki neoliberal dönemde de gelişen ülkelerin korumacılığı ve devlet müdahaleciliğinin diğer araçlarının kullanılmamasını talep ettiler.
Uzun vadeli olarak bakıldığında, sanayileşmeye daha geç başlayan ülkeler arasında gelir ve gelişmişlik düzeyi bugünün gelişmiş ülkelerine yaklaşabilen ülkelerin sayılarının çok sınırlı kalması, dünya ölçeğindeki kuralların ne kadar kısıtlayıcı olduğunun, dış etkenlerin ne kadar güçlü olduğunun bir kanıtı olarak düşünülebilir. 19. yüzyıldan günümüze kadar Türkiye’nin her dönemde gelişen ülkelerin en fazla benimsediği iktisadi modeli benimsemiş olması da dünya koşullarının ve kurallarının gücünü ve etkilerini yansıtıyor.
ASYA ÜLKELERİ: İÇ ETKENLERİN BAŞARISI
Ancak İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden günümüze kadar geçen 75 yılda, daha geç sanayileşmeye başlayan ülkelerin iktisadi gelişme yönündeki deneyimleri arasında büyük farklılıklar oluştu. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri, Japonya, Kore ve Çin ve diğerleri aynı dünya koşullarında daha başarılı bir iktisadi gelişme çizgisi gösterdiler. Bu ülkelerin iktisadi gelişme yolundaki başarıları, gelişen ülkelerin uzun vadeli gelişme patikalarının sadece dış etkenlerle açıklanamayacağını gösteriyor. Ayrıca, pek çok ülkenin var olan dünya ekonomisi kuralları altında zaman zaman başarılı bir çizgiyi yakalayabilmeleri, buna karşılık bu ülkelerin iktisadi gelişme yolunda yaşadıkları güçlüklerin bir bölümünün kendi iç siyaset tercihlerinden ya da hatalarından kaynaklanıyor olması da uzun vadeli gelişme sürecinin sadece dış etkenlerle açıklanamayacağına işaret ediyor.
Türkiye sömürge imparatorluklarından birine dahil olmadı ama 19. yüzyıldan itibaren dünya ekonomisiyle güçlü bir etkileşim içinde oldu. 19. yüzyıldan günümüze kadar her dönemde dünya ekonomisinin koşullarını, işleyiş kurallarını ve bu kuralların gelişen ülkeler için yarattığı baskıları ve olanakları ve Türkiye’nin bu koşullar karşısında izlediği politikaları hatırlamakta yarar var.
19. yüzyılda Osmanlı Devleti giderek artan dış baskılara karşı direnmekte zorlandı. Önde gelen Avrupa devletlerinin desteğini alabilmek için ekonomisini dış ticarete ve yabancı sermayeye açtı. Avrupa ülkeleriyle ayrı ayrı imzaladığı ticaret anlaşmaları nedeniyle ticaret politikalarını ve gümrük vergilerini kendisi belirleme hakkını kaybetti. Ayrıca daha önceki yüzyıllarda Avrupa devletleri vatandaşlarına sağlanan ayrıcalıklar ya da kapitülasyonlar da Osmanlı vatandaşlarının ve yerli şirketlerin rekabet gücünü sınırladı.
CUMHURİYETİN ERKEN YILLARI, BAĞIMSIZLIK MÜCADELESİ
Buna karşılık Cumhuriyet'in erken yıllarında hem dünyadaki koşulların elverişli olması hem de iç koşulların farklı olması nedeniyle, daha bağımsız iktisadi gelişme yönünde kurumlar oluşturulabildi. Erken cumhuriyet dönemi, gelişmiş ülke devletleri arasındaki rekabet ve çatışmalar nedeniyle, dünya ekonomisinin 19. yüzyıldaki işleyiş kurallarının ortadan kalktığı ancak bunların yerine yeni kuralların konulamadığı bir dönemdir. Bu koşullar Türkiye gibi bağımsızlığını koruyabilen ülkelere bir miktar manevra alanı sağladı. Yeni devlet dünya koşullarını iyi tahlil etti ve daha bağımsız yapılar için mücadele etti. Cumhuriyet'in kuruluş aşamalarında Lozan Barış Anlaşması'yla kapitülasyonlar kaldırıldı, yeni cumhuriyet 1929 yılından itibaren kendi gümrük vergilerini kendi belirleme hakkının elde etti. Bu sayede sanayileşme yönünde belirli bir gelişme sağlanabildi.
İkinci Dünya Savaşı'ndan günümüze kadar geçen 75 yılda dünya ekonomisinin kuralları dönemden döneme farklılıklar gösterdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki on yıllarda Bretton Woods’un yönetilen kapitalizm modeli, uluslararası sermaye hareketlerine uygulanan sınırlamalar ve korumacılık konusundaki esnek tavrı sayesinde ülke ekonomilerine iktisat politikalarının uygulanmasında daha fazla özerklik tanıdı. Bu dönemde Türkiye çok partili rejime geçerken, Bretton Woods kurallarının sağladığı olanaklar önce tarım ağırlıklı strateji altında, daha sonra da planlı kalkınma ve ithal ikamesi stratejisi ile daha önceki dönemlerde sağlanamayan oranlarda gelir artışları sağlanmasında ve tarımsal üreticiler ile işçilerin yaratılan büyümeden daha fazla pay alabilmelerinde etkili oldu. Ancak iç siyasette sık sık yinelenen sorunlar ve istikrarsızlıkların da etkisiyle, hükümetlerin dünya ekonomisinin sağladığı fırsatları çok iyi kullandığı söylenemez. Örneğin 1960’larda belirli bir aşama ve olgunluğa ulaşan sanayi yapısının ihracata yönelmesi gerekirdi. Ancak 1970’li yıllarda iç siyasetteki sorunlar ve istikrasızlıkların da etkisiyle, ihracata yönelmek yerine dışarıdan borç da alınarak, iç pazar ve daha fazla tüketim ağırlıklı bir model benimsendi ya da kabullenildi.
TÜRKİYE'NİN IMF İLE SINAVI
Dünya ekonomisinin işleyişi ve kuralları dönemden döneme değişti. 1970’lerden itibaren Bretton Woods kurallarının yerini neoliberal ya da Washington Mutabakatı olarak adlandırılan kurallar aldı. Önceki döneme kıyasla neoliberal dönemin kuralları gelişen ülkeler için daha sert ve katı oldu. IMF, Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Birliği gibi bölgesel ticaret blokları tarafından uygulanan kurallar pek çok temel alanda gelişen ülkelerin iktisat politikaları üzerinde önemli kısıtlar oluşturdular, gelişen ülke iktisat politikalarının manevra alanını daralttılar. (Rodrik, 2011).
İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya ekonomisinin kuralları ve işleyişinde söz sahibi olan uluslararası kurumların içinde bir tanesi, pek çok gelişen ülke için olduğu gibi Türkiye için de öne çıkıyor. Son 75 yılda Türkiye’nin iktisadi modeli üzerinde en fazla etkili olan kurum Uluslararası Para Fonu (IMF)’dir. Türkiye ekonomisinin bunalım dönemlerinde hükümetler sık sık IMF’nin kapısını çaldılar. IMF tarafından sağlanan destek karşılığında hükümetler maliye ve para politikalarında daha farklı davranacaklarını, kemer sıkma politikaları izleyeceklerini taahhüt ettiler. Üzerinde anlaşılan program iç siyasi gelişmelerin de etkisiyle bir süre sonra kenara itildi. IMF ile ilişkiler değerlendirilirken sık sık kemer sıkma politikalarına vurgu yapılır. Oysa uzun dönemde IMF’nin en önemli etkisi Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisinin kurallarına ve işleyişine uyumunu sağlamak olmuştur. 1946, 1958, 1980 ve 2001 yıllarında, iktisat politikalarının değiştirildiği ve iktisadi kurumlarda yeniden yapılanmaya gidildiği dönemeçlerde, IMF ile yapılan anlaşmaların büyük etkisi oldu.
EKONOMİDE YENİ ETKEN: KÜRESELLEŞME
1980 sonrasında da Türkiye’nin dünya ekonomisiyle ve somut olarak küreselleşme süreciyle ilişkilerini iyi yönetebildiği söylenemez. Küreselleşme süreci daha dikkatli ve daha seçici olarak yönetilebilirdi. Bunun yerine liberal küreselleşmenin kuralları neredeyse tümüyle kabullenildi. Örneğin küreselleşme sürecinin Türkiye ekonomisine getirdiği en önemli maliyetlerden biri 1989 yılında alınan ve ekonominin uluslararası sermaye hareketlerine tümüyle açılmasını sağlayan karardır. Bu adım dış baskılar sonucunda değil, iç iktisadi ve siyasi nedenlerle atıldı. Böylece hükümetler bütçe açıklarının bir bölümünü dış borçlanmayla finanse etmeye başladılar. Ancak ekonomi 1990’lardan itibaren kısa vadeli yabancı sermaye giriş ve çıkışlarından kaynaklanan makroekonomik istikrarsızlıklar ve büyük cari açıklarla karşı karşıya kaldı.
AKP döneminde de ekonominin gidişatında dış etkenlerden çok iç etkenler önem kazandı. Ekonominin büyüdüğü, gelirlerin hızla arttığı ilk evreden sonra yeni bir siyasi rejim kurma hedefi iktisadi gelişme hedefinin önüne geçti. Sanayileşme, daha ileri teknolojiler kullanımı ve verimlilik artışı gibi uzun vadeli hedefler izlenmedi. Toplumsal ve siyasi gerginliklerin, kutuplaşmaların sık sık gündeme geldiği bir ortamda, giderek yaygınlaşan patronaj ve diğer davranış biçimlerinin etkisiyle devlet müdahaleciliğinin etkinliği azalırken özel sektörde güven kayboldu.
Kısacası, her dönemde iç ekonomide ve dünya ekonomisiyle ilişkilerde yapılan politika tercihleri sadece dış etkenlerden ya da dış baskılardan kaynaklanmadı. Ülke içi yapılardan ve siyasetten kaynaklanan tercihler ve hatalar da ekonominin gidişatı üzerinde etkili oldu. Dünya ekonomisinin sağladığı olanaklar ve fırsatlar her zaman iyi değerlendirilemedi. Ayrıca, dünya ekonomisinin işleyiş kurallarının zaman içinde değiştiğini ve bu kuralların gelişen ülkelere sağladığı gelişme olanakları ve manevra alanının dönemden döneme önemli değişiklikler gösterdiğini de dikkate almak gerekir.
Bu nedenle, Türkiye ekonomisinin son iki yüzyıldaki gelişimini anlamaya çalışırken, hem dış hem de iç etkenleri, yapıları, kurumları ve oyuncuları dikkate almak ve ekonominin gelişim çizgisini iç ve dış etkenlerin etkileşimi üzerinden düşünmek daha gerçekçi ve daha sağlıklı olur.
* Prof. Dr.