Cumhuriyet'in 100. yılı: Geçmişten geleceğe CHP

Bugün CHP’de yine 'değişim yanlılarıyla-değişime karşı olanlar' iki cephe halinde. Bu ikiliği tırnak içinde yazdım zira bu artık CHP’nin bir klişesi haline geldi.

Google Haberlere Abone ol

Ekin Kadir Selçuk*

100 yıllık bir partinin siyasi hayatında başarılar da başarısızlıklar da, zaferler de hezimetler de olması çok doğaldır. O parti muhtemelen iktidarda olmayı da deneyimlemiştir, muhalefette yer almayı da. Fakat CHP’nin durumu sanki biraz bundan farklı. CHP, iki hafta önce İletişim Yayınları’ndan çıkan, partinin 100 yılını ele aldığımız kitabımızın(1) başlığındaki gibi giderek “daimi bir muhalefet” partisi haline geliyor.  12 Eylül darbesinin ardından kapatılan, 1992’de yeniden açılan CHP o günden bu yana iktidara hiç gelemedi. Neredeyse girdiği tüm seçimleri kaybetti. İşin CHP açısından daha kötü yanıysa partililerin bunu kanıksamış gibi görünüyor olması. CHP neredeyse muhalefette yer almaktan hoşlanan bir parti gibi duruyor. Bunun elbette muhalefette yer almanın konforuyla ciddi bir ilgisi var.

CHP SEÇMENİ CHP’YE OY VERMEKTEN VAZGEÇMİYOR

CHP’nin konforunun bir sebebi seçmeninin tavrı. CHP’liler genellikle iktidara oy veren seçmenleri gözü kapalı bir şekilde iktidarı desteklemekle suçlasalar da pek çok CHP seçmeninin de ne olursa olsun CHP’ye oy vermekten vazgeçmediği görülüyor. Türkiye’de seçmenlerin tercihleri çok zor değişiyor. Seçmenin tavrının değişmemesi CHP’ye en azından en büyük ikinci parti olmak, ana muhalefette yer almak gibi bir konfor sağlıyor fakat öte yandan partinin iktidara asla gelememesine de sebep oluyor.

ORTANIN SOLU SİYASETİ

Gerçi hakkını yemeyelim, parti yönetimleri seçmenin tavrını değiştirmek için çabalıyorlar, bu doğrultuda kendilerince strateji değiştirmeye çalışıyorlar fakat bunun pek de netice vermediği görülüyor. CHP’nin 100 yıllık tarihine baktığımızda seçmenin tavrını değiştirmek için ideolojik anlamda yaptığı en büyük değişiklik belki de Ortanın Solu siyasetiydi. Ortanın Solu kentlileşen, orta sınıfların yaygınlık kazanmaya başladığı, emek hareketinin ve politik mücadelenin yükseldiği bir dönemde CHP’nin kadim siyasetinde önemli bir değişiklik içeriyordu. Gerçi bu değişiklik hiç kolay olmadı. Geleneksel politikaları savunanlarla değişim yanlıları arasında ciddi bir mücadele gerçekleşti. İdeolojik mücadele aynı zamanda bu mücadeleyi sürükleyen aktörlerin de parti içindeki kaderini belirledi. Nitekim değişim yanlıları bu süreçten galip ayrılırken Bülent Ecevit hem CHP lideri hem de dönemin yıldız siyasetçisi oldu.

CHP bu değişim sürecinde geleneksel kodlarını, geçmişini reddetmedi, fakat onları sol popülist bir çerçeve içinde yeni döneme uyarladı. Bu dönüşüm meyvesini sandıkta verdi. 1970’lerde CHP ülkenin en büyük partisiydi. (Buna karşın asla tek başına iktidar olamadı) Tabii dönüşümün karşılıklı bir süreç olduğunu göz önünde bulundurmak lazım. 1960-1970’lerin iklimi sol bir siyaseti, sol siyasi kurumları çağırıyordu. CHP, Ortanın Sol’uyla bu çağrıya bir bakıma yanıt verdi. Ama bu yanıtın bir yönünde o çağrıyı dizginlemek, ehlileştirmek arzusu da bulunuyordu: Ecevit partinin siyasi pozisyonunu açıklarken sağ kadar sosyalist/komünist solla olan mesafesini de ortaya sermeyi asla unutmuyordu. CHP bu dönemde zaman zaman sol rüzgârı önüne kattı, zaman zamansa onun arkasında kaldı. Kısa iktidar deneyimleri ise onu destekleyen sol için büyük bir hayal kırıklığıydı.

HEM YAPIYI HEM AKTÖRÜ GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURMA GEREKLİLİĞİ

Tüm bunlara karşın CHP solun, en azından sandıkta desteğini almayı sürdürdü. Bununla birlikte parti 1992’de yeniden açıldığında 1980 öncesi çizgisinin son derece uzağındaydı. Bunun sebeplerini düşünürken hem yapıyı hem aktörleri göz önünde bulundurmak gerek.

Türkiye’de olduğu gibi Dünya’da da 1980 sonrasında sosyal demokrasi neoliberal hegemonyaya cevap vermekte zorlandı. Sosyal demokrasinin altın çağı 1945-1980 arasıydı. İngiltere’de Tony Blair İşçi Partisi’ni yeniden iktidara taşırken tarif ettiği yeni sol kimlik, neoliberalizmin biraz itidalli versiyonundan başka bir şey değildi. Türkiye’de sosyal demokratlarsa bunu bile yapamadılar. Siyasal İslam’ın yükselişi, buna karşı gösterilen laik/demokratik tepki CHP’nin seslenebileceği kitlenin çerçevesini çizmişti. Bu seçmen kitlesi sola da hiç uzak değildi. Fakat ordunun ve yargı bürokrasisinin büyük medyayla birlikte laik/demokratik tepkiyi devletçi/milliyetçi bir çerçevede değerlendirip kapsaması ve bir bakıma “ele geçirmesi” CHP’nin de eski devletçi çizgisine dönmesine vesile oldu.  Türkiye değişirken, seçmen de CHP de değişiyordu.

DENİZ BAYKAL: PARTİNİN MUHALEFET KONFORU

Ama bunun tek yönlü bir süreç olmadığını unutmamak gerek. Bu yüzden yapı faktörü kadar aktör faktörünü de göz önünde bulundurmalı. 1992’den beri CHP’yi kısa dönemler hariç iki lider yönetti: Deniz Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu. Deniz Baykal “partinin muhalefet konforundan hoşlanması” deyince ilk akla gelen isimlerden biri. Belki de dünya tarihinde ufkunu ülkenin iktidar koltuğuna değil partinin iktidar koltuğuna oturmakla bu derece sınırlayan başka bir siyasetçi gelmemiştir. Deniz Baykal ayrıca 12 Eylül sonrası daha SHP günlerinde partinin sola açılmaması gerektiğini savunmuş, merkezde duran, dönemin propaganda, reklam, imaj gibi yeni araçlarıyla siyaset yapmaya çalışan bir “hepsini yakala” (catch-all) partisi haline gelmesi için çabalamıştı. 1990’larda Ricky Martin şarkısıyla kurultaya girmesi, “Anadolu Solu” söylemleri imaj siyasetinin kof örnekleriydi. Burada usta gazeteci Nazım Alpman’dan dinlediğim bir anıyı da paylaşmak isterim: Alpman’ın anlattığına göre Baykal’ın Blair gibi görünmeye çalıştığı bir dönemde, o sırada Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ankara Büro’dan Baykal’ın tıpkı Blair gibi bisikletle fotoğrafını çekmelerini istemiş. Alpman bunun saçma olacağını düşündüğünü, Baykal’ın buna rıza göstermeyeceğini sandığını, oysa hemen ertesi gün gazetede Baykal’ın böyle bir fotoğrafının yayınlandığını belirtiyor. Baykal teklifi hevesle kabul etmişti.

Deniz Baykal’ın partiyi ideolojik bagajlarından “kurtarmaya” çalışması, kitlelerle bağ kurmak için yapay stratejiler geliştirmeye kalkması, sürekli kavgacı, retoriği güçlü ama içeriği zayıf söylemler üretmesi CHP’nin 1980 öncesi CHP’sinden de, sosyal demokrat çizgiyi güçlü biçimde savunan SHP’den de geride kalmasına sebep oldu.  1999 seçimlerinde parlamento dışında kalan CHP , 2002’de ana muhalefet konforunu elde etti. Giderek artan siyasal kutuplaşma, bilhassa iktisaden iktidar partisinden hiç farklı bir şey önermeyen CHP’nin buna rağmen kemik bir kitleye hitap edebilmesini sağladı. CHP’liler 2007’den itibaren her seçimde sandığa ümitle gittiler, ama her defasında daha büyük bir hayal kırıklığı yaşadılar.

KEMAL KILIÇDAROĞLU: SAĞ PARTİLERLE YAKINLIK

CHP yönetiminin sağ seçmenden oy almak için sağcı kimliğe sahip siyasetçilerle dirsek teması 2007 seçimlerinde başladı. O seçimlerde İlhan Kesici gibi Süleyman Demirel’in damadı olan sağ siyasetçiler parti listelerinden Meclis’e girdiler. 2010 yılında CHP’nin başına geçen Kemal Kılıçdaroğlu ittifak siyaseti çerçevesinde sadece sağcı siyasetçilerle değil sağcı partilerle de yakınlık kurdu. Öyle ki Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, 1980 öncesi parti mensuplarının silahlı saldırılarına uğradığı ülkücü hareketin sembollerini kullanmaktan geri durmadı. MHP’den kopanların partisi İYİ Parti ile AKP’den kopanların partisi Deva ve Gelecek ile aynı ittifak blokunun bir parçası oldu. Fakat netice değişmedi. Büyük bir ekonomik kriz içinde bulunan, üstüne deprem felaketiyle sarsılan Türkiye’de iktidar güç yitirmiş görünüyordu ne var ki tüm bunlara rağmen CHP yine mağlup oldu.

‘DEĞİŞİM YANLILARIYLA-DEĞİŞİME KARŞI OLANLAR’

Bugün CHP’de yine “değişim yanlılarıyla-değişime karşı olanlar” iki cephe halinde. Bu ikiliği tırnak içinde yazdım zira bu artık CHP’nin bir klişesi haline geldi. Siyasal partilerde değişimi arzulayanlarla değişime mesafeli yaklaşanlar hep olabilir fakat bu değişme-değişmeme meselesi CHP’de içi iyice boşaltılmış bir tartışma haline geldi. Üstelik tepkiler de aynı şekilde yinelenip duruyor: “Değişim ama nasıl bir değişim”, “lider değişimi değil kadro ve fikirlerin değişimi önemli” gibi sürekli birbirini tekrar eden repliklerle dolu sıkıcı bir filmi izler gibiyiz CHP’ye bakarken. İzleyici sıkıcı bir filme bir süre katlanabilir, sonundaysa kanalı değiştirir. 2024 yerel seçimlerinde önemli sayıda CHP seçmeninin “kanalı değiştireceğine” inananların sayısı hiç de az değil. Olası böyle bir sonuç, iktidarın yerelde de lider konuma geçmesi muhaliflerin yaşam alanını daha da daraltabilir. Bununla birlikte böylesi bir sonucun hayırlı olacağını, yolun sonuna gelindiğinin artık iyice anlaşılacağını savunanlar da mevcut.

NE SEÇMEN CHP’Yİ SOLA ÇEKİYOR NE CHP SEÇMENİ

CHP’nin son seçimlerde sağ partilerle ittifak kurması ve bu ittifakın olumsuz netice vermesi, partinin yönünü yeniden sola çevirmesi gerektiğini söyleyenlerin elini güçlendirdi. CHP liderliğine soyunanlar da zaman zaman bu vurguyu yapıyor. Ama şimdilik bunun söylemden öte bir yere gideceği hayli kuşkulu. Her şeyden önce yapısal olarak sol ciddi zemin kaybetmiş durumda. Üstelik bu durum sadece Türkiye için geçerli değil. Bu nedenle sürekli adaletsizlik ve yoksulluk üreten sisteme alternatifler, ırkçı-faşizan, dinci fanatik ya da sağ popülist lider, hareket ve örgütlerden geliyor. Solun bıraktığı boşluğu bunlar dolduruyor. Yani bugün Türkiye’de CHP’yi sola çekecek bir taban ve seçmen yok. CHP’nin 1960’lardaki dönüşümünü ülkede ve dünyada rüzgârın soldan esmesiyle birlikte düşünmek gerektiğini söylemiştik. Bugün bırakın böyle bir rüzgârı, hafif bir esinti yok. Bu durumda CHP böyle bir rüzgârın başlatıcısı olabilir mi diye sorulabilir. Partinin üye ve örgüt yapısı böyle bir şey vaat etmediği gibi lider de liderin rakipleri de hiç böyle bir profil çizmiyor. Partinin seçmen nezdinde en güçlü isimlerinden, Kılıçdaroğlu’nun koltuğuna gelecekte oturma potansiyeli en yüksek isim olan Ekrem İmamoğlu’nun sola uzak bir siyasetçi olduğu biliniyor. Aynı şekilde bir başka güçlü isim Mansur Yavaş da ülkücü kökenden geliyor. Solda durmayı açıkça vaat eden tek öncü isim belki de İlhan Cihaner ama onun da örgütte bir ağırlığı yok gibi duruyor. Bu nedenle CHP’nin dönüşmesi gerektiğini hatta sola doğru dönüşmesi gerektiğini söyleyenler de bunun altına dolduracak bir profil çizmiyorlar.

SOLDA DURAN SEÇMEN DESTEĞİ

Liberal tezler politik alanın olabildiğince dar tutulması, toplumsal işleyişin piyasanın kararlarına ve bireylerin tercihlerine bırakılması gerektiğini savunuyor. Fakat piyasa denen o sistemin kendiliğinden işlediği iddia edilen kuralları adaleti değil adaletsizlikleri büyütüyor. Eskiden buna karşı mücadele edebilecek örgütlü bir sol varken, bugün onun yokluğunda meydan ırkçı-dinci fanatiklere kalıyor. Kitleler bu gidişattan hiç memnun değil ama sığınabilecekleri bir liman yok. Türkiye’de ekonomik durumun sürekli olarak yeni yoksulluklar üretmesine karşın CHP’nin halkın nezdinde sol bir alternatif ortaya koyamaması, daha radikal ve popülist milliyetçi partilerin desteğini artırmasına neden oluyor.  Bu durumda liberallerin iddia ettiği gibi özel alanında mutluğunun peşinde koşan bireyin hayatı hiç de umduğu gibi ilerlemiyor. Zira boş bırakılan politika alanını ele geçirenler ya da ele geçirmeye çalışanlar o özel alana sürekli müdahale etmeye ve onun sınırlarını daraltmaya çalışıyor. Aslında bir bakıma solun meşhur şiarı “Kurtuluş yok tek başına”yı bizzat deneyimleyerek öğreniyoruz.

Bu koşullar altında solda duran partilerin, örgütlerin çoğalması, güçlenmesi tek umut gibi duruyor. CHP çok uzun süredir kendisini CHP’li olarak bile tanımlamayan ama solda duran seçmenlerin desteğini aldı. CHP tüm başarısızlığına karşın hep bu ülke insanının önemli bir bölümünün umudu olmayı sürdürdü. Zaten bu nedenle “performans yetersizliğine” rağmen CHP seçmeni partilerine oy vermeyi sürdürdü. Oysa bugün asıl krizin CHP seçmeninin önemli bir kısmının partilerinden umudu kesmesi olduğunu düşünüyorum. Bunun 2024 yerel seçimlerine nasıl yansıyacağını hep birlikte göreceğiz. Hayat öğretir!

*Dr. Öğretim Üyesi / Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi İletişim Fakültesi [email protected] 


(1) Selçuk, Ekin Kadir (Der.) (2023) Kuruculuktan Daimi Muhalefete CHP’nin 100 Yılı. İletişim Yayınları. İletişim Yayınları, 2023