YAZARLAR

Cinsel şiddeti istismar etme fırsatçılığı üzerine

Cinsel şiddet, bütün dünyada mücadelesi en zor olan şiddet biçimi olarak kabul edilir. Zordur çünkü çok yaygın olan bu suç türüne dair somut delil bulmak da kolay değildir. Bu nedenle cinsel şiddet şikayetleri, vakaları çok kolaylıkla istismar edilmeye müsaittir. Failler, kolluk, yargı yalan beyan suçlaması kolaycılığı ile istismar eder.

Cinsel şiddet faillerini destekleyen kocaman bir köyün intihara sürüklediği Esra’yı, Timur Soykan’ın kaleminden öğrendik.  Esra Yücel ve ailesine yaşatılanlar ve intihara sürüklenmesine dair haberleri yapan yerel gazetecilerdi. Soykan haberin kaynağını şu satırlarla duyurdu ülke geneline: “Hakkari’deki meslektaşlarımız Jinnews muhabiri Rabia Öner, Jinha’dan Medine Mamedoğlu ve Yüksekova Halkın Sesi internet sitesinden Viyan Orhan’ın haberleriyle öğrendik; Şemdinli’nin Tekeli Köyü Oğlaklı Mezrası’nda cinsel istismara uğrayan bir kız çocuğu bu ülkenin adaletsizliğinde boğulmuştu.”

Suç tarihinden 1.5-2 yıl sonra yapılan kemik testinde Adli Tıp 16 yaşında bulsa bile olay anında 15 yaşından küçük olması nedeniyle yargı, aile şikayetini gerekli göremezdi. Yargı da köy ahalisi gibi faillerin yanında yer alıp şikayet aramış yasaya aykırı olduğu halde. Söz konusu yazısıyla cinsel şiddetle mücadelenin zorluğunu, aşılamaz engellerini ortaya koyan Soykan, 'Profesör kabusun icraatı' başlıklı yazısıyla da aynı konunun başka bir yüzünü gündeme taşımış oldu.

Türkiye’nin en önemli gündemi olması gereken bir vaka ile karşı karşıya kaldık. Fikrî takibini sürdürmesiyle olayın boyutu derinleşiyor, detaylara ulaşıyoruz. Gazete Duvar haberlerinde de yer aldığı için ayrıntılara girmeden sadece Soykan'ın konuya dair ilk yazısının giriş paragrafına yer vermek yeterli olacaktır. “İstanbul Çapa Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Süleyman Salih Zoroğlu, çocuk hastalarına uyuşturucu ilaç verip manipüle ederek ailelerini cinsel istismarla suçlattığı iddiasıyla tutuklandı. İddiaya göre; Prof. Dr. Salih Zoroğlu, Bakırköy’deki özel kliniğine getirilen onlarca çocuğa disosiyatif (Çoklu Kişilik Bozukluğu) teşhisi koydu.”

Bana göre ülke gündeminin ilk sırasında yer alması gereken bu olay eğer iddiaların doğruluğu, güvenilir bir yargılama süreciyle -zayıf ihtimal ama- anlaşılırsa dünya tıp tarihinde yer alacak kadar önemli etik sınır aşımı olaylarından birisi denilebilir.

Bu olayı aileler açısından değerlendiren pek çok kişi var. Psikiyatri bilim dalına yönelik linç tehlikesine dair endişeler de dile getirildi. FETÖ’ye de bağlandı. Zanlı profesörün mesajıyla “rakip” tarikat yöntemleriyle de ilişkilendirildi. “Çocukların susmasına” yol açmaması dileğiyle Türkiye’nin zeki davranması gereğine dikkat çekti yazar. Fakat cinsel şiddetle mücadele ilkelerinin önemine ve değerine dikkat çeken beyanlara pek rastlamadım. Bütün bu yaşananlar bir kere daha gösterdi ki cinsel şiddet failleri gibi onlara destek olanlar da, şifa için gidilen hekim de yargı da köy ahalisi gibi bütün bir ülke halkı da mağdur çocuğa yaşatılan şiddetin çocuğu nasıl etkilediğine, önem listesinin son sırasında bile yer vermeyebiliyor.

Cinsel şiddet, bütün dünyada mücadelesi en zor olan şiddet biçimi olarak kabul edilir. Zordur çünkü çok yaygın olan bu suç türüne dair somut delil bulmak da kolay değildir. Bu nedenle cinsel şiddet şikayetleri, vakaları çok kolaylıkla istismar edilmeye müsaittir. Failler, kolluk, yargı yalan beyan suçlaması kolaycılığı ile istismar eder. Failler ve yakınları çıkar ilişkisi bağlamında istismar eder cinsel şiddeti. Uzun uzadıya sıralanabilecek bitmez tükenmez bir listeye dönüşebilir özellikle çocuk cinsel istismarının istismar edilme pratiği. Listede siyasal ve parasal ilişkiler çerçevesindeki istismar da yer alır pek çok örneğini yaşayarak gördüğümüz üzere.

Örnek olayımızın güncelleşmesinde eksik kalan ne sorusunun cevabı ise ilgili çocukların ta kendisi demek yerinde olur. İlgili çocukların üstün yararı açısından bu vakanın güncelleşmesi gerekirdi. Hepimiz önce çocukları düşünmeliydik. Öyle olmadı. Herkes kendi bulunduğu yerden aileyi, babayı, anneyi, mesleği tehdit altında gördü. Oysa tehdit en başta çocuğun üstün yararı ilkesinin yok sayılması, yok edilmesiydi. “Bu durum, cinsel şiddetle mücadeledeki sistem sorununu açığa çıkarıyor” cevabını alıyorum Cinsel Şiddetle Mücadele Derneğinden. Çocuğun cinsel istismarı özellikle ev içi ve aile bireylerinin, yakın çevrenin fail olması durumunda derhal çocuk koruma politikası işletilmeli. Cinsel Şiddetle Mücadele Derneğinden Av. Burcu Uçuran, sisteme dair görüşlerini bazı sorularla sıraladı. Cevabı mutlaka gerekli olan soruları buradan ilgililere yöneltmekte fayda var:

1. Çocuklar ve aileleri olay sonrası destek sistemlerine ulaşabildi mi? Korunuyorlar mı?

2. Bu tür olaylarda çocukların her türlü riskten uzak, güvenli bir ortamda bulunmaları çocuğun üstün yararı gereğidir. Çocukların şu an bulundukları ortamların onlar için güvenli olup olmadığı ve iyilik hallerinin gözetilip gözetilmediği takip ediliyor mu?

Bu sorular Adalet ve Aile bakanlıklarından cevap bekliyor Daha fazla sessiz kalmaları, çocuk cinsel istismarını fırsatçıların istismarına açık hale getirecektir. Her bir istismar olayının kendi öznelliği içinde ancak genel sistematik usullerle ele alınmasının önemi, izah gerektirmeyecek kadar açıktır. Yine de yapılması gerekenlere dair dernek görüşünü Avukat Burcu Uçuran şu şeklide dile getiriyor:

- Çocukların ifadelerinin alınmasındaki usul bu dosyada her çocuk ve aile için aynı olmalı, çocuklar adli görüşme odalarında (AGO) da uzmanlar eşliğinde dinlenilmeli ve olabildiğince mahkeme ortamından uzak tutulmalı. Mahkeme sürecinde çocukların süreçten etkilenmemesinin sağlanması için Çocuk Koruma Kanunu ile Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin sürece etkin şekilde uygulanması gerekmektedir. Ayrıca bahsedilen Adli görüşme odalarında alınacak ifadelere ilişkin Adalet Bakanlığı Mağdur Hakları daire Başkanlığının 24.01.2020 tarih ve 78548895-604-0001-2017-E.25/8407 sayılı AGO uygulamaları başlıklı bilgilendirme yazısında belirtilen kriterlere uyulması sağlanmalıdır.

- Tüm süreçler dikkate alındığında yayın yasağının yanında çocukların kişisel verilerinin yayılmasının önüne geçilmesi gerekmektedir. Bunun için yargılama süreçlerinde duruşmaların kapalı oturumlarla yapılması pratiği bunlara örnek verilebilir.

Konumuzun can alıcı noktası, cinsel şiddetle mücadele ilkelerine uyulması gereğiyle özetlenebilir. Dernek görüşünde Av. Uçuran’ın dile getirdiği ‘yayın yasağı’ meselesine katılmadığıma dair kendi görüşümü buraya kaydetmek isterim. Yayın yasakları ve kapalı yargılama usulleri yazık ki çok sık başvurulan yöntemler ve mağduru korumak yerine failleri kayırmak işlevi görüyor. Adalete erişimin çok zorlaştığı hukuk tanımaz bir süreçte özellikle çocuk cinsel istismarı dosyalarına getirilen gizlilik kararlarının, çocuk aleyhine iletildiğini görüyoruz.

Açık yargılama ilkesinin yok edilmesiyle kamuoyu baskısı önleniyor. Maalesef uzun yıllardır bu ülkede kamuoyu baskısı oluşmadan adalete erişmek de imkansız hale geldi. Yargılamada kişisel verilerin korunması için çeşitli yöntemler var ve çocuğun üstün yararı için kullanılacak yöntemler mevcut. Gizlilik kararları akla gelecek ilk önlem olmaktan çıkarılmalı. Hatırlayalım kamuoyu baskısı kurulmadan önce bakanlıklara HKG olayını biliyorlarmış ancak yargı yolu açılmamış. Gizli tutularak failler koruma altına alınmış. Olayları hasıraltı etmeyi kolaylaştıran yayın yasakları kolaycılığı güçlü olana hizmet ediyor sadece. Bu konudaki itirazıma karşın Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği görüşlerini önemsiyor ve uygulamada dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.