YAZARLAR

Çeteleşen aile olgusu ve cezasızlık illetine çare idam değil

İdam talebi eril şiddet faillerine cezasızlık istemenin kestirme yoludur, Devlet Bahçeli’ye duyurmuş olalım. İnsanın, insanı öldürmesi suç olduğu gibi siyasetin, devletin mahkeme aracılığıyla üzerine aldığı insan öldürme yetkisi de suçtur, insanlık dışıdır.

İktidarın, kadına yönelik şiddetin “zımnen?” kategorik suç haline getirildiği iddiasıyla yasalaştırdığı son TCK düzenlemesinin üzerinden pek az bir zaman geçti. Yürürlüğe giren bu paketin ardından çıkan ilk kararlardan birisi de Pınar Gültekin cinayeti hakkında. Hatırlayalım. Pınar Gültekin, 16 Temmuz 2020 günü yapılan kayıp ihbarıyla, Muğla'nın Ula ilçesinde aranmaya başlanmıştı. Ancak beş gün sonra Cemal Metin Avcı tarafından öldürülmüş halde, 21 Temmuz günü Menteşe ilçesi kırsalındaki ormanlık alanda bulunmuştu.

İki yıla yakın süren dava 20 Haziran 2022’de tamamlandı. Katile haksız tahrik indirimi uygulandı. Ağır yaralandıktan sonra henüz hayattayken, yani diri diri yakılarak öldürülen Pınar’ın katiline haksız tahrik indirimi uygulandı. Böyle bir indirim alabilmek için kuşkusuz avukatıyla birlikte kurduğu savunma stratejisinde ileri sürdüğü iddiaların tümü çürütülen katilin cezasında ispatlanamayan iddialarına dayanarak verilen haksız tahrik indirimi cidden pek haksız, pek yersiz.

Üstelik tanık beyanıyla Pınar’ın yanında olduğu sabit hale gelen kardeşe beraat verildi. Cinayet sonrası suçun işlendiği bağ evine giderek temizlik yaptıkları kendi beyanlarıyla sabit olan anne ve diğer aile üyeleri de beraat ettirildi. Vahşi cinayetin ibretlik dava sürecindeki vahim hukuksuzluklar bu kadarla da bitmiyor. Pınar’ın annesi için suç duyurusunda bulundu hakim ve başsavcılık anneye iki yarı suçtan dört yıldan fazla ceza öngören bir iddianame düzenledi. Sebep duruşma sırasında katile hakaret sayılan sözler sarf ettiği iddiası. Kızının öldürüldüğü vahşi cinayeti en acıtıcı ayrıntılarıyla dinleyen acılı anneye karşı hoşgörüsüz ama katile ve ailesine sonsuz sabırlı bir dava sürecinden söz ediyoruz.

Temyiz sürecinde adaletin öldürüldüğü bu yargı kararının değişmesini umarak iki konuşa dikkat çekmek istiyorum. Birisi çeteleşen aile gerçeğini görünür kılması ve bunun yargının beraat kararıyla teşvik edilmesi. Diğeri kadına yönelik şiddetle mücadeleyi gerçek bağlamından ve doğru yöntemlerin konuşulması gereğini gözden kaçırmaya yol açan “idam isterük” çığlıkları.

Kadına yönelik şiddet söz konusuysa fail asla yalnız kalmıyor, destekçisi gani. Uzun süre devam eden sistematik şiddetteki bu hali işkence ve eziyet olduğu halde göz yumulmakla kalmayıp gerek kolluk tutumuyla gerekse aile ve yakın çevre davranışlarıyla teşvik ediliyor, kışkırtılıyor hatta. Cinayet de farklı değil. Potansiyel failin kadını öldüreceği biliniyor genellikle aileler tarafından. Ki böylesi bir durumu bazı müstesna ailelerin polise veya kadına bildirmesiyle cinayetin önlendiği vakalara dayanarak söylemek mümkün oluyor.

Cemal Metin Avcı’nın ailesinde olduğu gibi suça yardım, delilleri gizlemek gibi davranışlar pek çok ailede görülüyor. Eril şiddet ve kadın cinayetlerinde bir anda gelişen refleksif bir davranış halini alıyor suçu gizleme, suçluya yardım etme eğilimi. Sebep kadınların ve çocukların toplumda ikincilleştirilmesi, yaşarken değer vermeyenler, öldürülmelerini de önemli görmüyor. Suçluların aileleri öldürülen kadınların hayatlarını sorgulayarak suçu meşru, suçluyu masum sayma eğilimine giriyor. Suçu örtbas etmenin aile olmanın gereği sayıldığı bir toplumda yaşıyoruz. Aile üyelerine verilen beraat kararına da itiraz edilip temyizde bu hatadan dönülmesi iyi olur. Aksi takdirde karar, ailelerin bir anda organize suç örgütüne dönüşüp, iş birliğiyle katile yardım etmesini teşvik edecek nitelikte.

Cinayet gibi şiddetin en ağır biçiminde bile o yardımlar, delil karartmalar suç sayılmıyorsa oturup düşünelim o çoğu zaman yıllarca süren işkence halindeki eril şiddette aile, konu-komşu, yakın çevrenin payını. Destek ya da yönlendirici olmasalar bile -ki bundan kuşkuluyum- sessiz kalmakla suça ortaklık ettiklerini herkesin kavraması için soruşturma ve kovuşturmaya dahil edilmeli bu konu ve elbette yargı eski tabirle töhmetine göre her biri için ayrı ayrı cezai hüküm kurmalı. Yargı kararıyla durdurulmadığı takdirde içinde şiddetin görünmez kılındığı her bir ailenin birer mafyatik çete gibi suç makinesine dönüşmesinin önü hayli açık. Ve yazık ki Pınar Gültekin cinayetinde verilen karar bu yardım, yataklık, suç ortaklığı halini aileler için meşru gösteren bir hukuk skandalı niteliğinde. Kadına yönelik şiddeti önlemek yerine şiddetle mücadeleyi engelleyen bir karar bu.

Pınar Gültekin kararının vicdanları kanatmasından siyaset de azade değil. İtirazlar yükseldi siyasi partilerden de. Bunların içinde özellikle Devlet Bahçeli’nin haftalık grup toplantısındaki sözleri üzerinde durulmayı hak ediyor. Gerçi yeni bir şey söylemedi ama idam çığırtkanlığını dile getirdiği her seferinde güçlü bir itiraz yükseltmek gerektiği ortada. Şiddetle hukuk aracılığıyla mücadele etmek yerin kolaya sapıp siyasete öldürme yetkisi talep etmeyi seviyor Bahçeli. Her eril şiddet vakasında kolaylıkla ağzı olanın konuştuğu idam cezası istemi insanlığa, hukuka ve vicdana aykırı. Ancak meydanlarda kürsüden urgan atmışlığıyla bilinen Bahçeli, görünen o ki bunları hiç umursamıyor. Yine de tekrar edelim idam hukuki bir ceza değil. Hukuki yaptırım değil. Çünkü geri dönüşü yok. Geri dönüşü olmayan karara hukuki ceza, hukuki yaptırım denemez. İdam, siyasete verilen öldürme yetkisi ve siyasetçi bu isteği dile getiriyorsa kendisine öldürme yetkisi verilmesini istiyor demektir.

Pınar Gültekin cinayeti hakkındaki mahkeme kararı sonrası idam çığlığını meclis kürsüsünden yükseltmesi, kadına yönelik şiddete isyan değil istediği yetkiye sahip olabilmek için şiddeti araç haline getirip gençlerin tabiriyle duyar kasmaktan ibaret. Öldürmek şiddetle mücadele yöntemi değil. Şiddetle mücadele ölümleri önlemek için yapılır. Diğer yandan erkek yargının böylesi bir cinayette bile erkeklik indirimini kolayca verebildiği ülkede ağırlaştırılmış müebbet cezasını vermekten bile kaçınan hakimlerin suçu tümüyle görmezden gelmesine yol açar. İdam talebi eril şiddet faillerine cezasızlık istemenin kestirme yoludur, Devlet Bahçeli’ye duyurmuş olalım. İnsanın, insanı öldürmesi suç olduğu gibi siyasetin, devletin mahkeme aracılığıyla üzerine aldığı insan öldürme yetkisi de suçtur, insanlık dışıdır.

Bu arada kimileri de sıkça yapıldığı gibi din satarak Kısas ayetini öne sürüyor, devlete, siyasete öldürme yetkisi vermek için. Kısasta hayat vardır denilerek biten ayeti öldürme yetkisine delil gösterenlere haber verelim Allah’a riyakarlık isnat etmeyin. Kısas ayeti öldürme emri, öldürme yetkisi vermez. Cezada ölçülülük ilkeleri getirir ve öldürmekten başka yollar olduğunu gösterir ve o nedenle kısışta hayat vardır denilmiştir. Ölçülü ol ve öldürmekten başka yollar olduğunu gör der insanlara.

Suçun şahsiliğini ve suçlu kim olursa olsun kanun önünde eşitlik ilkesini işaret eden, öldürmekten başka yöntemler gösteren ayetten öldürme emri anlayan bir garip algı hükmediyor Müslüman zihinlere. Ve bu gariplik çok yaygın, çok eski, çok güçlü. Alimlere görev düşüyor da demeyeceğim çünkü bu garabet zihniyeti kuran onlar. Sonra da Müslüman ülkeler neden yüzyıllardır çöküntü içinde diye dertlenirler. Allah “öldürmek zorunda değilsin” demiş sen tutup topluma bunu “öldürmek zorundasın” şeklinde açıklamışsın, pek çok başka emri tersine çevirdiğin gibi. Bu nedenle kendilerine alim denilenler bir sussun yeter. O vakit gerçek toplumlar aklı selim ile düşünüp doğru yolu bulurlar.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.