YAZARLAR

'Çalma artık ömrümden kaptan'

Ömürlerimizden çalan köhne kaptanlar artık düzelmeyeceğine göre, çürümenin önüne geçilmesi için dümenlerin yeni neslin vicdanlı, dürüst, iyi kalpli gençlerinden çıkacak pırıl kaptanlara emanet edilmesi şart.

Yazının başlığı, ocak ayında yayımlanmasının hemen ardından hakkında yazdığım mor ve ötesi albümü Sirenler’in en sevdiğim şarkılarından ‘Kaptan’ın son satırı. Bugünlerde müzikte, artık alışmaya ve kanıksamaya başladığımız festival iptallerinden başka ilgi çekeceğini düşündüğüm pek bir şey bulamadığımdan cennet vatanımızdan mevsimlik çeşitlemeler imdada yetişebilir. Kaptan demişken, neden bizim birçok işimiz çarpık çurpuktur ve sürekli üçkağıtla döner diye düşüne düşüne kolayca bir ömür tüketilebilecek güzel ülkemizin güzide mesleklerinden tekneciliğe ve bazı kaptanlara bir bakış atabiliriz mesela. “Teknecilik” ile burada kastedilen, turistik gezi tekneleriyle çıkılan birkaç günlük veya haftalık turların yükleniciliği ve operasyonu.

Güzelim Ege ve Akdeniz kıyılarımızda faaliyet gösteren bu turizm kolunda, müzik sektörünün konser kolundaki sisteme de yer yer benzeyen, henüz karada başlayan ve yolculuğun sonunda tekrar karaya çıkılana kadar devam eden muazzam bir silkeleme sistemi var. Tekne turu zincirinin başında turu satan acente, ucunda da tura çıkılan teknenin kaptanı yer alıyor. Acenteyle kaptanın genellikle iyi polis – kötü polis rolleri üstlenerek sürdürdükleri bir ahbap çavuş ilişkisi görülüyor. Bu iki birimin arasında da şayet kaptanın akrabası falan değilse düzenek üzerinde fazla etkisi olmayan ama en zor ve yorucu işleri üstlenen mürettebat (gemici, aşçı, miço, servis personeli vb.), yani emekçiler yer alıyor. Turu satın alanın, yani yolcuların, parasını ödediği birçok hususu kontrol imkanının elinden alındığı, herhangi bir şeyi kontrol etmeye çalıştığında güvensizlikle itham edilebildiği, önden yazılı olarak mutabık kalınanlarla gerçekleşenlerin tutarlılığını teyit etmek istediği için ayıplandığı, cebindeki parasını korumak istediği için mahcup hissettirilen, neredeyse kusursuz bir zorbalık ve hırsızlık sistemi. En ufak ayrıntıdan en temel konulara kadar her şeyi bu sistem yönetiyor.

Teknenin kira ücreti üzerinde anlaşıldıktan sonra tuvalet kağıdına kadar yolcunun üstlenmesi beklenen masraflarla başlıyor tuhaflıklar. “Kumanya alışverişini sizin verdiğiniz liste doğrultusunda biz yapıyoruz” sloganıyla müthiş bir “hizmet” kamuflajına bürünmüş tırtıklama operasyonu başlıyor. Genellikle ölçü birimleriyle pek arası olmayan veya bunlarla ilgilenmeyi vakit kaybı sayan bireylerin habitatında kilogramlar, litreler, adetler bol kepçeden havada uçuşuyor. “Şu kadar kişiye bu kadar şey o kadar gün hayatta yetmez” savlarıyla ihtiyacın çok üzerinde satın alınan bozulabilir gıdaların çöpe giderek ziyan edilmesi bir yana dursun, fazlaca alınan dayanıklı malların muhtemelen yukardaki zincirin başlıca halkalarının senelik hane ihtiyaçlarının düzülmesini sağlayan bu hizmet aşkı seyahatin başkaca kalemlerinde tekrar tekrar ortaya çıkıyor. Karpuz kavunun adet/kilogram hesabından gazlı içeceğin adet/litresine kadar biraz hayat bilgisi, biraz da aritmetik görmüş her bireyin şaşırması gereken düzeyde bir izansızlık, deneyim ve basiret kisvesiyle cirit atıyor. Özellikle alkollü içki, kuruyemiş gibi nispeten pahalı kalemlerin tedariki ve muhafazasıyla ilgili dizginlenemez şekilde ortaya çıkıveren seferberlik her seferinde ancak rica-minnet geri çevrilebiliyor. Bir an boş bulunur da “peki” derseniz vay kesenizin haline. Parasını ödeyerek tedarik ettiğiniz her şeyin sevk ve idaresini mecburen mürettebata emanet ettiğiniz için, hakkınız da olsa pek çok şeyi kontrol edemiyorsunuz. Bu başıboşluk, sizin içeceklerinizin sizden (ç)alınıp sonra “sizinkiler bitti” denerek üzerine hizmet kârı eklenerek size geri satılmasına kadar gidebiliyor.

Yiyecek-içecekler üzerinden dönen dolaplardan daha temel dolaplara da bakabiliriz. Örneğin, tamamı klimalı olarak sunulan ve bunun üzerinden anlaşılarak kiralanan teknenin bir veya birkaç kamarasının klimasının arızalı olduğu bilinmesine rağmen müşteriden gizlenerek seyahate başlanması. Bu durum artık çoktan açık denizdeyken fark edilip sorgulandığında “hallederiz, sıkıntı yok” palavralarıyla sorunun kendisine ve çözümüne odaklanmaktansa saçma sapan sözlerle ayıbını örtbas etmeye çalışan o klasik milli savunma silahımız devreye giriyor. Bu tanıdık bir silah: her gün bir takside de, restoranda da, otelde de karşınıza çıkabilir. Alınan mal ve hizmetlerde meydana gelen hiçbir ayıp için bırakın ücret iadesi veya indirimi gibi şeyleri, kuru bir özrün dahi sunulmadığı her durumda çekmeceden çıkartılan bu silahın kabzasındaysa altın harflerle, ayıplı tarafın üste çıkma mazeretlerinin demirbaşı şu sözler yer alıyor: “ben şu kadar senedir bu işi yapıyorum…”. Bilmem kaç senedir bir işi yapınca vaat edilen odalar da, rotalar da, kotalar da, oltalar da hem kolaylıkla hem de bin bir bahaneyle buharlaşabilir çünkü. Denizde bahanenin sonu olmadığı gibi sizin ne kadar senedir hangi işi yaptığınızın da, kaç senedir bu gezegende olduğunuzun da, hayat tecrübenizin da hiçbir önemi yoktur. Ne de olsa denizdesinizdir ve denizde iki boru öter: tekneninki ve kaptanınki.

İnsan sorguluyor tabii. Bu ülkede yaşarken sabahtan akşama kadar birçoğumuzun sorduğu soruları soruyor. Neden biz böyleyiz? Neden her alanda ahlaksızlık bu kadar içimize işlemiş? Neden bu kadar güzel bir coğrafyada bulunan, son derece iyi insanlarla da dolu bir ülkenin dört bir yanında ticarî ahlaksızlık hüküm sürer? Neden şeytanın aklına gelmeyecek düzenbazlıklar bizim hücrelerimize işlemiştir? Neden biz bu ülkede sabahtan akşama kadar birbirimizi kazıklamakla meşgulüz? Neden bizi meyhaneci kazıklar, tesisatçı kazıklar, taksici kazıklar, doktor kazıklar, müteahhit kazıklar, siyasetçi kazıklar, tekneci kazıklar?... Neden herkes herkesi kazıklar ve başka bir insanı kazıklamaktan hiç kimse en ufak bir rahatsızlık duymaz?

Dönüp dolaşıp içinden çıkabildiğimiz labirentlerin neredeyse tamamı aynı yerlere açılıyor. Balık hep baştan kokuyor. Tekneleri de, ülkeleri de başlarındaki kaptanlar yüzdürüyor veya batırıyor. Sermaye ve güç odaklı makro sistemlerin er ya da geç yozlaşması kaçınılmazken mikro yansımalarındaki çürümeler elbette çok doğal. Ömürlerimizden çalan köhne kaptanlar artık düzelmeyeceğine göre, çürümenin önüne geçilmesi için dümenlerin yeni neslin vicdanlı, dürüst, iyi kalpli gençlerinden çıkacak pırıl kaptanlara emanet edilmesi şart. Artık bir seneden kısa menzildeki bu olasılık, girişte bahsi geçen şarkıda hissedilen, dalgalarda bata çıka, ağır ağır salınan bir teknenin ufuktaki soluk silüeti gibi. O tekne geliyor mu, gidiyor mu; yakında hep birlikte anlayacağız.


Can Sertoğlu Kimdir?

1975 yılında İstanbul’da doğdu. Alman Lisesi’nden mezuniyetinin ardından The University of Texas at Austin’de Radyo-Televizyon-Sinema ve Ekonomi alanlarında çift lisans aldı. 1998’de New York’ta önce Right Track Recording kayıt stüdyosunda, ardından Atlantic Records’da prodüktör Arif Mardin’le birlikte çalışmaya başladı ve şirketin A&R departmanında görev yaptı. Bu dönemde Tori Amos, Stone Temple Pilots, Led Zeppelin, Jewel, Kid Rock, The Darkness, Matchbox Twenty, Craig David gibi sanatçı ve gruplarla çalıştı. Aynı zamanda Brooklynli kült grup World/Inferno Friendship Society’nin menajerliğini üstlendi. 2005 yılında Mor ve Ötesi’nin menajerliğini üstlenmek üzere Türkiye’ye döndü. 2015’e kadar grubun üyeleriyle birlikte kurduğu Rakun Müzik’in Genel Müdürü olarak birçok albümün yapımcılığını yürüttükten sonra 2015-2018 yılları arasında Doğuş Grubu’nun dijital platformu Puhu TV’nin kurucu ekibinde İçerik Direktörü olarak görev aldı. 2019’da kurduğu Ferment Records ile müzik yapımcılığına ve More Management etiketiyle 2005’ten beri sanatçı menajerliğine devam etmektedir. Yakın zamanda tekrar New York’ta yaşamaya başlamıştır.