YAZARLAR

66. Grammy Ödülleri: Şimdi tadımız kaçmasın 

Birkaç sene öncesine kadar müzikal çeşitliliğe daha fazla önem veren, listelerin tepelerinde dinlenme rekorları kırmayan ama niteliğiyle öne çıkan, sokağın farklı tercihlerine de nispeten paralel damarlarda seçimler yapan, törenlerde “müziğin” kutlandığına ve yüceltildiğine şahit olunabilen Grammyler bu sene şan-şöhret-güç üçgeninin el üstünde tutulduğu, hatta tapıldığı bir aday-kazanan havuzu ve tören sundu.

11 alanda 94 kategoriye ayrılmış ödüllerin verildiği 66. Grammy Ödül Töreni pazar günü Los Angeles’ta yapıldı. Ödül kazananlar, tüm kategorilerdeki adaylıklar ve geceye dair muhtelif anekdotlar hakkında organizasyonun resmî web sitesi dahil birçok mecrada bilgi mevcut. Bu yazının ilgilendiği konular ise, Grammy ödüllerinin hamisi Recording Academy tarafından organizasyonuna verilen “Müziğin En Büyük Gecesi” payesinin altında, üstünde, sağında, solunda ve arkasında olan bitenler, ola ola bitmeyenler, olmaya devam edenler ve bu payenin hakkaniyetini sorgulamak.

Grammy ödüllerinin her şeyden önce fazlaca “Amerikan” olduğunu teslim ederek başlamak lazım. Birçok alanda olduğu gibi kültür-sanat-eğlenceyi de Amerika’dan ve Amerikalıların sunduklarından ibaret görmeyi kanıksamış, nicelik bakımından en büyük hacme sahip olduğundan bu bakış açısını masaya yatırıp değiştirmeye ihtiyaç duymayan sektör unsurlarınca şekillendirilip yönetilen bu organizasyonun kısa düştüğü çok fazla şey var. Geçmişteki hataları ve skandalları unutturmak, hatta özür dilemek adına yapılan yeni seçimler bu işlevi görmedikleri gibi, yepyeni handikaplar yaratıyor. Kitlesel iletişim araçlarının asla azalmayan ve sosyal medyayla arşa değen gücü, müzik endüstrisinin müzikten ziyade endüstri tarafını, ana akımın başından aşağı boca edilen popüler ürünlerin boğucu vasatlığını hâlâ çok fazla hissettiriyor.

Akademinin 2002-2019 arasında 17 sene görev yapan eski başkanlarından Neil Portnow’un koltuğundaki son döneminde ortaya atılan finansal usulsüzlük ve cinsel taciz suçlamaları nedeniyle birdenbire kadından ve kadınların yaratıp icra ettiği müzikten yana tavır alan Akademi, bunda da kantarın topuzunu kaçırıp adaylıklarda ve ödüllerde erkeklerin veya kendini “kadın” olarak tanımlamayanların neredeyse tamamen es geçildiği bir paket sundu bu sene. Birçok alanda kadınların öncü ve karar verici olmasının dünyanın ve insanlığın geleceği için çok önemli, hatta kaçınılmaz olduğuna yürekten inanan bana dahi fazla gelen bir dengesizlik ve yapmacıklık söz konusuydu.

Birkaç sene öncesine kadar müzikal çeşitliliğe daha fazla önem veren, listelerin tepelerinde dinlenme rekorları kırmayan ama niteliğiyle öne çıkan, sokağın farklı tercihlerine de nispeten paralel damarlarda seçimler yapan, törenlerde “müziğin” kutlandığına ve yüceltildiğine şahit olunabilen Grammyler bu sene şan-şöhret-güç üçgeninin el üstünde tutulduğu, hatta tapıldığı bir aday-kazanan havuzu ve tören sundu. Üç buçuk saatlik canlı yayın, bir avuç çok popüler ve çok güçlü kadın sanatçının bir avuç şarkısı ve albümüyle onların mükerrer reklam segmentlerine dönüşmesi haricinde çok az hatıra bıraktı. Online müzik mecrası Stereogum’un yönetici editörü Chris Deville’in yazısının isabetli başlığı “Taylor Swift Grammyleri ciddiye almıyor, siz de öyle yapmalısınız”, bahsetmeye çalıştığım durumu özetler mahiyette.

66.Grammy Müzik Ödülleri sunucusu Trevor Noah

Adaylar açıklanırken en fazla tezahüratı alan adayın, birkaç istisna dışında, o ödülü kazandığı tören daha başından, henüz yolun yarısına gelmemiş, 34 yaşındaki Taylor Swift’e adeta “Yaşam Boyu Onur Ödülü” gecesine evrilmeye yüz tutmuştu. Performansını genelde başarılı bulduğum sunucu Trevor Noah’ın bol göndermeli açılış konuşmasında söylediklerinin şaka ya da ironik olmadığını anladığımızda Swift, Tokyo’da art arda vereceği dört konser için çoktan Japonya uçağına binmişti. Törende sahneye çıkmamasının gerekçesi olarak uçağa yetişme zorunluluğunu gösteren Swift’in, sonuncusu cumartesi gecesi gerçekleşecek Tokyo konserinin ardından saat farkının da yardımıyla sevgilisi Travis Kelce’nin dev final maçını izlemek için pazar günkü Superbowl’a da yetişebilmesi, milyonlarca Swiftie dışında Washington DC’deki Japonya Büyükelçiliği’ne bile dert olmuş ki açıklama yaparak olumlu görüş bildirip endişeli yüreklere su serpmişler.

Soldan sağa, Taylor Swift, Miley Cyrus, Billie Eilish

Ödül töreni, yüksek ratingli bir canlı TV prodüksiyonu olarak değerlendirildiğinde, akış provasına sadece ve gizlice Taylor Swift, Miley Cyrus ile Billie Eilish’in çağrıldığı, bu üçü arasında akışın nasıl parselleneceği, pastanın nasıl paylaşılacağı, kimin sahne dışında kaç adet planının yayına sunulacağı vb. hususların pazarlığının yapıldığı bir danışıklı dövüş programı gibi hissettirdi. Herkes de rolünü başarıyla oynadı. Kariyerinin yeni bir evresine adım atarken saçını da yeşilden kırmızıya dönüştüren Billie Eilish’in, antitezi olduğu Barbie için yaptığı şarkıyla kazandığı Yılın Şarkısı ödülünü alırken “kardeşim, en iyi arkadaşım, beni bugün olduğum kişi yapan” dediği kardeşi Finneas da mikrofona iki kelam söylemeye kalkınca biraz keyfinin kaçtığı gözden kaçmadı. Miley Cyrus alayımıza isyan, alayımıza kızgın, alayımıza ayar verircesine konuşup danslar ederken adeta bir “Wrecking Ball” gibiydi. Bir numaralı ödülü (Record of the Year) hem de fena bir şarkıyla almışken bunca tansiyon biraz fazla değil miydi? Ve sadece gecenin değil müziğin tartışmasız sahibi Taylor Swift herkesin aldığı ödülü hem onaylar hem çok sevinirken, kendi konser ve albüm tanıtımlarına göre şekillenen akışı zekice ve profesyonelce sömürecekti elbette, öyle de oldu. Hem de herkesin müthiş takdiri ve beğenisiyle. Kanımca yılın en özel ve nitelikli şarkılarından biri olan “A&W”nın sahibi ama gecenin kaybedeni, herhalde kazanamayacağını tahmin ettiğinden kapkara bir matem kostümü içindeki Lana Del Rey’i kendi aldığı ödül için kolundan sürükleyerek sahneye çıkartmaya muktedir kaç kişi görmüştür bu tören salonları?

Lana Del Rey demişken, aday olduğu Yılın Albümü’nü Taylor’a, Yılın Şarkısı’nı Billie’ye kaptıran şarkıcının bu kategoride aday olan, “This is the experience of bein' an American whore“ şeklinde bir dize barındıran “A&W“ adlı şarkısına ve içinde yer aldığı Did you know that there’s a tunnel under Ocean Blvd albümüne, Best New Artist kategorisinde aday olup (tabii ki) kazanamayan, ait olduğu Country janrına göre sıra dışı görünümlü Jelly Roll ve siyahi bir karı-kocadan mürekkep The War And Treaty adlı sanatçılara kulak vermenizi tavsiye ederim. Yeni, dişe dokunur, tat kaçırır şeyler söyleyen birileri var oralarda.

Annie Lennox, Sinead O’Connor anısına “Nothing Compares 2 U” şarkısını seslendirdi

Törende birkaç güzellik ve özel an da vardı elbette. Hem Swift’in hem Del Rey’in albümlerinin prodüktörü, aranjörü, ortak şarkı yazarı ve şu anda dünyanın en revaçta prodüktörü, mütevazı dahi çocuk Jack Antonoff’ın Producer of the Year ödülü alması, 30 yıllık aradan sonra ilk defa bir şarkı yayınlayan Billy Joel ve performansı, Tracy Chapman’ın ona 25 sene Grammy kazandıran “Fast Car”ı yaklaşık 15 yıl sonra ilk defa canlı çalması (ve şarkının 24 saat içinde dijital listelerde 1 numaraya fırlaması), Annie Lennox’un geçen sene kaybettiğimiz Sinead O’Connor’u anmamızı sağlayan “Nothing Compares To You” şarkısını seslendirmesi, hastalığı nedeniyle senelerdir müzikten ve sahneden uzak kalan Celine Dion’un dokunaklı konuşması unutulmazlar arasındaydı. Törenin en anlamlı olayı ve duygusal zirvesiyse, ciddi sağlık sorunlarına ve 80 yaşına rağmen sahneye çıkıp “Both Sides Now” şarkısını üstelik gayet iyi söyleyen Joni Mitchell’ın varlığıydı. En fazla gözyaşı (hakikisinden) herhalde bu esnada akmıştır.

Joni Mitcell (80) ilk defa Grammy sahnesinde şarkı söylerken

Ağırlıklı olarak “şimdi tadımız kaçmasın” müzikleriyle donatılmış üst kategori adayı şarkıların büyük çoğunluğu düşük-orta tempolu, 90 BPM (dakikada doksan) civarı vuruşlu, R&P / Pop / Hip-Hop tabanlı, suya sabuna dokunmayan, mırıl mırıl vokalli, baladımsı eserler. Ancak bir Dünya Kupası şarkısının niteliksizliğinde bulunabilecek bir yakalayıcılığa sahip, 2023’ün demirbaşı “Flowers” en tempolu ve coşkulu şarkı; düşünsenize! “Sert” kategorilerde (Rock / Metal / Alternative) Metallica’nın kazandığı bir adet ödül dışında terzilenmiş, kolalanmış, ütülenmiş pop-rock oyuncağı Paramore ile tarzına ve düsturuna “Rock” veya “Alternatif” demeye bin şahit isteyen proje üçlüsü boygenius ile gerçek sert müzik dinleyicisine “siz de şuracıktaki kum havuzunda oynamaya devam edin çocuklar” deniyor. Burada da asayiş berkemal, alan mutlu, veren mutlu.

boygenius (soldan sağa): Julien Baker, Lucy Dacus, Phoebe Bridgers

Aday şarkı ve şarkıcıların çoğunu iki saatin altında bir sürede dinleyebileceğiniz, ama muhtemelen sıkıntıdan birçoğunu geçerek bir saatte paketlenebilecek bu çalma listesi, müzik endüstrisinin baş bezirganları olan majör plak şirketleri ve aşırı büyümüş sanatçılarının güç oyununun bayat mahsullerinden bir açık büfe sunuyor; hem de all-you-can-eat (“yiyebildiğin kadar”), yerseniz. Ama yiyen de yiyor. On yıllardır olduğu gibi, ana akımın, orta yol(culuğ)un, garanticiliğin, formülcülüğün diktası altın kaplama tepsilerde sunuluyor ve kaşık kaşık süpürülüyor. Yıllarca kadınlara yapılan haksızlıklardan, saygısızlıklardan ve uygunsuzluklardan çok çekmiş olan eğlence sektörünün ince bağırsağı müzik endüstrisi günah çıkartayım derken işin suyunu çıkarınca bu sene ortaya ana akım müziğin ve hemen her şeyin ahvaliyle barışık, pek bir şeye itirazı olmayan, şarkılarında isyanı ve öfkeyi ancak kendilerine yamuk yapan erkeklere yönlendiren, sözde eleştirdikleri sistemin ürünü olup neticesinde sistemi besleyen kariyerlerini gramofon heykelcikleriyle donatan ışıldak ünlülerin rüküş balosu konulmuş oldu.

Bizim de Grammy ödülü almayı bir kariyer hedefi, hatta varoluş sebebi yapmış bazı sanatçılarımız var, olmaz mı? Nerede bir rekabet, hırs, kendini el âleme, Türk’ün gücünü de tüm âleme kanıtlayacak bir şey varsa hemen orada belirmeye yeminli bu kadar kültür elçimiz varken, olmaz mı hiç? Ancak, Grammy Ödülleri’nin, yıllar boyu prodüksiyonunu ve yayın akışlarını yüzümüze gözümüze bulaştırdığımız, danışıklı dövüşlü, ağır abi ve ağır topların hegemonyasında çürüyen ödül törenlerimize gitgide benzemeye başlayacağını, genç neslin müzikle ilişkisinden kopuk, sokağı değil sektörel muhasebeyi yansıtan kaotik bir temaşa olmaya doğru gideceğini söylemek yanlış olmaz. Yine de kazara bir mucize, bir alicengiz oyunu veya üç harflilerin karıştığı işler olur da önümüzdeki yıllarda bizden birileri ödül falan alırsa burada çok fazla kuru gürültü yapacaklardır; o vakit kafanıza, kulağınıza; aman dikkat!


Can Sertoğlu Kimdir?

1975 yılında İstanbul’da doğdu. Alman Lisesi’nden mezuniyetinin ardından The University of Texas at Austin’de Radyo-Televizyon-Sinema ve Ekonomi alanlarında çift lisans aldı. 1998’de New York’ta önce Right Track Recording kayıt stüdyosunda, ardından Atlantic Records’da prodüktör Arif Mardin’le birlikte çalışmaya başladı ve şirketin A&R departmanında görev yaptı. Bu dönemde Tori Amos, Stone Temple Pilots, Led Zeppelin, Jewel, Kid Rock, The Darkness, Matchbox Twenty, Craig David gibi sanatçı ve gruplarla çalıştı. Aynı zamanda Brooklynli kült grup World/Inferno Friendship Society’nin menajerliğini üstlendi. 2005 yılında Mor ve Ötesi’nin menajerliğini üstlenmek üzere Türkiye’ye döndü. 2015’e kadar grubun üyeleriyle birlikte kurduğu Rakun Müzik’in Genel Müdürü olarak birçok albümün yapımcılığını yürüttükten sonra 2015-2018 yılları arasında Doğuş Grubu’nun dijital platformu Puhu TV’nin kurucu ekibinde İçerik Direktörü olarak görev aldı. 2019’da kurduğu Ferment Records ile müzik yapımcılığına ve More Management etiketiyle 2005’ten beri sanatçı menajerliğine devam etmektedir. Yakın zamanda tekrar New York’ta yaşamaya başlamıştır.