Boğaziçi Üniversitesi’nden Türkiye’ye: Özgür üniversiteler kurmalıyız

Boğaziçi Üniversitesi‘nden Prof. Dr. Taner Bilgiç ve Prof. Dr. Lale Akarun, Boğaziçi’nin deneyimlerini anlatarak tüm üniversitelerin acil şekilde özerk ve özgür bir form kazanması gerektiğini söyledi.

Fotoğraf: Ali Aktaş
Google Haberlere Abone ol

Özgür Duygu Durgun

DUVAR - Boğaziçi Üniversitesi, 4 Ocak 2021’den bu yana, 700 günü aşkın süredir, 'özgür ve özerk üniversite' ideali için mücadele ediyor. 4 Ocak-15 Temmuz 2021 döneminde rektörlük koltuğuna oturtulan Melih Bulu icraatlarıyle sık sık kamuoyunun gündemine geldi. Bulu'dan sonra Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör olarak atanan Naci İnci de eylemlerin hedefinde olmaya devam ediyor. Bu süreçte Boğaziçi'nde pek çok şey yaşandı. 

Örneğin; haklarında disiplin cezası açılan akademisyen sayısı 200’e ulaştı. Üniversitedeki bilgi güvenliği zafiyetini ortaya çıkaran Prof. Dr. Tuna Tuğcu’nun uzun bir süre okula girmesi yasaklandı. 16 Aralık’ta, kararın iptal edilmesiyle Prof. Tuğcu, tam altı ay sonra öğrencilerine ve derslerine geri dönebildi. Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde ‘doktor öğretim üyesi’ kadrosunda görevli Tolga Sütlü, ataması yenilenmeyerek görevinden uzaklaştırıldı. Ekonomi bölüm başkanlığı yapmış Prof. Dr. Ünal Zenginobuz'a, basına demeç verdiği için verilen okuldan uzaklaştırma cezalarının yanı sıra dava açıldı. Can Candan, Özcan Vardar gibi akademisyenlerin okula girmeleri yasaklandı.

13 farklı üniversite ve kurumdan yaklaşık 50 akademisyenin düzenlediği ‘Türkiye Yükseköğretim Alanının Yeniden Yapılandırılması Çalıştayı’na ve çalıştayın ardından yayınlanan rapora da katkı veren isimler arasında yer alan Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Taner Bilgiç ve Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Lale Akarun sorularımızı yanıtladı.

Prof. Dr. Taner Bilgiç

‘TELAFİSİ OLMAYACAK EN BÜYÜK YIKIM, ÖZGÜRLÜĞE DARBE OLDU’

Boğaziçi Üniversitesi’nde eski kayyım rektör Bulu’ya yönelik ilk protestoların başladığı 4 Ocak 2021’den bu yana 700 günü geçti. Bu sürecin tanıkları olarak sizce üniversite adına en büyük yıkım ne oldu? Bu dönemde sesiniz Türkiye'de kamuoyuna yeterince ulaşabildi mi?

Taner Bilgiç: Biz üniversiteyi toplum ve devlet tarafından, insanlığa yararlı bilginin üretimi ve yayılmasına katkıda bulunmak üzere kurulan bir kurum olarak tanımlıyoruz. Araştırma, nitelikli eğitim-öğretim ve topluma hizmet işlevleri ile yüksek nitelikte kamu yararı üretme amacı taşıdığını vurguluyoruz. Buradaki toplum vurgusu, devlet kadar önemli.

İki yıldır Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar ve Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinin, öğrencilerinin, mezunlarının itirazları kamuoyunun ilgisini belirli ölçüde çekti. Bunu önemsiyorum ve nedeninin, Boğaziçi Üniversitesi’nin toplum nezdindeki itibarı olduğunu düşünüyorum. Bu itibar tek kişi eliyle kurulmadığı gibi tek kişi eliyle yıkılmaz. Elbette aşınır ama yok olmaz. Boğaziçi Üniversitesi’nin, öğrencilerinin, mezunlarının kamuoyu nezdindeki haklı itibarını oluşturan kurumsal geleneği 160 yıllık eğitim kurumu ve 52 yıllık kamu araştırma üniversitesi olmasının getirdiği bir birikimin neticesidir. Toplumun Boğaziçi Üniversitesi gibi tüm üniversitelerine sahip çıkması gerekir.

Lale Akarun: Türkiye’de YÖK tarafından ‘araştırma üniversitesi’ olarak sınıflandırılan 20 üniversite var. Boğaziçi Üniversitesi, bu üniversiteler içinden ilk bu statüyü alanlardan birisi. Gelişmiş araştırma üniversiteleri, nitelikli lisans eğitimi veriyor. Bunun yanı sıra lisansüstü öğrenci yetiştirme ve yeni bilgi, bilim ve teknoloji üretmek üzere araştırma yapma misyonları var. Boğaziçi Üniversitesi’ne verilen zarar, niteliğe verilen zarardır. Tabii ki, üniversitenin öğretim üyeleri, en kıymetli varlıklarıdır. Sözleşmeleri hukuksuzca sonlandırılan, mesnetsiz disiplin soruşturmaları ile uzaklaştırılan öğretim üyeleri, tabii ki en büyük, telafi edilemeyecek somut kaybımızdır. Ancak telafi edilemeyecek en büyük yıkım, soyuttur: Özgürlük ortamı yok oldu.

Kamuoyu sesimizi duydu, kıymetli hocalarımızın kaybına tepki verdi. Ancak üniversite için özgürlük ortamı niye gereklidir, bunun kaybı nasıl büyük bir kayıptır? Bunların yeterince anlaşıldığını sanmıyorum. Kamuoyu bu soyut kayıpları zor değerlendirir.

Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Lale Akarun

‘SIRALAMALAR HİÇBİR TÜRK ÜNİVERSİTESİ İÇİN İYİ GİTMİYOR’

Boğaziçi Üniversitesi'nin uluslararası sıralamalarda kan kaybettiği bizzat YÖK'ün ‘Üniversite İzleme ve Değerlendirme 2022’ raporunda ifade ediliyor. Boğaziçi'nin sıralamalardaki düşüşünü nasıl yorumluyorsunuz ve bu gidişin tersine çevrilebilmesi mümkün mü?

Taner Bilgiç: Benim izlediğim kadarıyla akademik performans göstergelerinde kayda değer bir düşüş söz konusu değil. Üniversite sıralamalarında, Türk üniversitelerinin sıralamalarda gerilediği doğrudur. Sıralama yapan şirketler, sıralama için çeşitli kriterler kullanır. Bunların bazıları üniversite bütçeleri, araştırma fonları gibi finansal verilerdir ve ülkelerin satın alma gücü paritesi ile normalize edilir. Türkiye’nin ekonomik durumu göz önüne alındığında, bunun son yıllarda iyiye gitmediği, hiçbir Türk üniversitesine avantaj sağlamadığı aşikardır.

Lale Akarun: Tabii ki, kan kaybettik: Kapıya yüzlerce polis yığdılar; üniversiteyi yüksek güvenlikli, kapısından özel izinlerle girilen tesise çevirdiler. Bine yakın öğrenciye disiplin soruşturması açtılar; yüze yakın öğrenciyi döverek, hırpalayarak gözaltına aldılar. Öğrencilerin bir kısmı hiçbir suçları olmadığı halde aylarca tutuklu kaldı. 200 kadar öğretim üyesi hakkında disiplin soruşturması var. Üniversitemizde hoca olamayacak, ‘üniversite nedir’ bilmeyen kişileri başımıza yönetici atadılar; onlar da kurulları, demokratik karar alma mekanizmalarını işletmeden, ortak akıl olmadan, el yordamı ile üniversiteyi yönetmeye çalışıyor. Derslerimizi kapattılar, elimizden her tür karar yetkisini aldılar. Uzaklaştırdıkları, kampüse girişini yasakladıkları öğretim üyelerimizin yanı sıra, emekliliğini isteyerek ya da istifa ederek ayrılan öğretim üyelerimiz oldu. Sıralamalarda düşmeyip de ne olacaktı? Bunun tersine çevrilmesi kolay olmayacak ama ilk adım, demokratik özerk, özgür üniversite idealini sağlayacak bir üniversite kanununu tesis etmektir.

Boğaziçi’nde özerk, özgür ve demokratik üniversite ideali sizce tesis edilebilecek mi?

Lale Akarun: Öyle umuyoruz. Özerklik, özgür tartışma ve araştırma ortamı olmadan üniversite olmaz. Nitelikli, kamusal eğitim olmadığında, araştırma, yeni bilgi, teknoloji üretilmediğinde ülke kaybeder. Bunların olmadığı bir durumu kabul etmiyoruz. Onun için özerk, özgür, demokratik üniversite idealinden vazgeçmiyoruz.

Taner Bilgiç: Sadece Boğaziçi Üniversitesi’nde değil, tüm Türkiye’de akademik özgürlük ve kurumsal özerklik ilkeleri üzerine şekillenmiş yeni bir çerçeve yasa ile yükseköğretim sistemimizi yeniden tasarlamalıyız.

Aralık ayı başında kamuoyuna sunduğumuz ‘Türkiye Yükseköğretim Alanının Yeniden Yapılandırılması Çalıştayı Sonuç Raporu’nda bu çerçevenin genel hedeflerini, laik, demokratik, eşitlikçi ve her türlü ayrımcılıktan uzak bir yapılanma; özerk, tüzel kişiliğe sahip üniversite ve fakülte; meslektaşlar arası yatay karar alma süreçleri ve akademik ortak değerler, hesap verebilirlik, saydam bütçe olarak öneriyoruz.

Çalıştay raporunun basın toplantısında yaptığınız konuşmada, Türkiye'nin, genç ve dinamik nüfus avantajını kaybetmeye başladığına dikkat çektiniz. Ve yükseköğretim sistemimizde bir kriz olduğunu söylediniz. Rapor bazında soracak olursak, yükseköğretimde temel sorunlara yönelik tespitleriniz neler? Kriz daha da derinleşecek mi?

Taner Bilgiç: 13 üniversiteden 50’ye yakın öğretim elemanının katılımı ile temmuz ayı başında gerçekleştirilen çalıştayın sonuç raporunu 9 Aralık’ta basın ile paylaştık. Raporu 1 Aralık’ta Meclis’te grubu bulunan tüm siyasi partilere de yolladık. Gelen davet üzerine 5 Aralık’ta altı siyasi partinin ortak yükseköğretim komisyonuna anlattık ve görüş aldık. Çalıştay katılımcıları arasında çoğu akademik idari görevlerde bulunmuş tecrübeli öğretim üyeleri olduğu gibi daha genç öğretim üyeleri ve Birarada Derneği üyesi KHK ile görevinden uzaklaştırılmış üç öğretim elemanı da vardı.

Sorun tespitimiz ortaktı: Türkiye Yükseköğretim Sistemi bir kriz içinde. Mezunlar iş bulamıyor, öğrenci başına harcadığımız kaynak uluslararası rekabetin gittikçe altında kalmaya başladı, araştırma performansında nicelik ve yapay skorlar öne çıktı. Nitelik göz ardı edildi, üniversite bütçeleri reel olarak sürekli aşınıyor.

Kurulan yeni üniversitelerle diğerlerini aynı kanun ile merkeziyetçi bir yaklaşımla yönetmek, bu krizi çözemeyecek. Türkiye, önümüzdeki yıllarda genç nüfus avantajını kaybetmeye başlayacak. Gençlerini heyecanlandıracak, yaratıcılıklarını ortaya çıkartacak bir yükseköğretim sistemini daha fazla vakit kaybetmeden baştan tasarlamalıyız. Çalıştay Sonuç Raporu’nda bu konuda somut öneriler var. İncelemek isteyenler için raporun linki şöyle: https://univ-forum.org/

‘TÜRKİYE’DE İŞSİZ KALMAK İÇİN EĞİTİM ALINIYOR’

Türkiye’de gençler için en temel sorunlardan biri işsizlik. Üniversite mezunu olmak niye artık avantaj sağlamıyor?

Lale Akarun: Türkiye’de 208 yükseköğrenim kurumu mevcut. Seneler içinde hem üniversite sayısı, hem de öğrenci kapasitesi arttı. Şu anda öğrenci sayısı yaklaşık 8 milyon 300 bin kişi. OECD istatistiklerine göre, 25-64 yaş arası nüfusta, üniversiteli işsizlik oranlarına baktığımızda, Türkiye en yüksek üniversiteli işsizlik oranlarına sahip. Her ülkede kişinin eğitim seviyesi arttıkça iş bulma oranı yükselirken, Türkiye’de düşüyor. Üniversite mezunu olmanın iş bulma şansını artırmayıp, tersine azaltması bize özgü bir durum. Ülkemizde insanlar işsiz kalmak için eğitim alıyorlar. Bu da bilindiği için üniversiteye talep düşüyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın Meclis’te bir soru önergesine verdiği yanıttan öğreniyoruz ki, 979 bölüm öğrencisi olmadığı için kapatılmış. 2023’te de bu durumun sürmesi kaçınılmaz.

‘ARAŞTIRMA ÜNİVERSİTELERİ GÜÇLENDİRİLMELİ’

YÖK, kasım ayında ‘Akademik Hareketlilik Programı'nı duyurdu. ‘80'lerde bir süre denenmiş daha sonra kaldırılmış, şimdilerde yeniden yürürlüğe konulacağı anlaşılan bu uygulama sizce ODTÜ ve Boğaziçi gibi köklü kurumların yanı sıra Anadolu üniversiteleri için kazanç yaratır mı?

Taner Bilgiç: Akademik hareketlilik önemlidir. Akademide altı yılda bir başka akademik kurumu ziyaret etmek özendirilir. YÖK’ün açıkladığı, detaylarını henüz tam anlamadığımız bu yeni program ile 2006 sonrası kurulan üniversitelerin çeşitli alanlardaki öğretim üyesi ihtiyaçlarının YÖK’ün belirlediği 43 üniversiteden kısa süreli görevlendirmelerle karşılanacağı anlaşılmaktadır. YÖK burada sadece bir koordinasyon görevi değil, talep edilen akademik kadroları alanlarına göre üniversitelere dağıtma görevini de üstlenmiş görünmektedir. Üniversitelerin akademik işleyişini yeterince anlamadan yapılan merkeziyetçi uygulamaların tipik bir örneği olarak görüyorum. Hâlbuki üniversiteler arasında bu tür görevlendirmeleri yapacak mekanizma (2547 sayılı kanunun 40. Maddesi) zaten mevcuttur ve gönüllülük esası ile uygulanmaktadır.

Öte yandan, ‘MEB Yurtdışı Lisansüstü Eğitim Burs’ programı ile üniversiteler adına, doktora derecesini alarak ülkeye döndüğünde öğretim üyesi olma garantisi ile öğrenci yollanmaktadır. Bu programa katılmış adayların mecburi hizmetlerini, 2006 yılından sonra kurulmuş üniversitelerde geçirmeleri yasal bir düzenleme ile sağlanabilir. Bu sayede yükseköğretim sisteminde çeşitlilik ve rekabet artar.

Lale Akarun: Belirttiğim gibi, 8 milyonu aşmış öğrenci sayısı Türkiye gerçekleri ile uyuşmuyor. Şurası açık ki, bir kapasite fazlası var. Üniversiteden beklentimiz ülkemizin gelişmesi için yeni bilgi, bilim ve teknoloji üretmek mi, işsiz kalacağını bile bile herkese üniversite derecesi vermek mi? Yapmamız gereken araştırma üniversitelerini güçlendirmek iken ‘YÖK’ün Akademik Hareketlilik’ projesi şöyle işliyor; 2006’dan sonra kurulmuş 57 üniversite YÖK’e ihtiyaçlarını bildiriyor, YÖK gelişkin 43 üniversite ile bunları eşleştiriyor. ‘Şu üniversitede öğretim üyesi fazlası var, oraya yazalım bu ihtiyaçlar oradan karşılansın’ diyor. Bu son derece hiyerarşik, üniversite özerkliğine ters, sürgün kokan bir uygulama. ODTÜ ve Boğaziçi gibi kurumları el üstünde tutup güçlendirmek lazım.