YAZARLAR

Bitmeyen istismar: Çocukluk

Çocuk işçiliği dediğimiz şey büyük oranda dünyanın lanetli bölgelerinde norm olan ama, Avrupa’nın sosyal devletlerinde pek görülmeyen/gösterilmeyen dahası önlenmeye çalışılan bir konuydu. Ne var ki, neo-liberalizm derinleştikçe, yalnızca çocuk işçiliği değil, çocukların değişik biçimlerde istismar edilmeleri de gündeme geliyor. Örneğin kod yazma ve tasarım öğrenme diye başlayan hikâye bir anda çocuk sömürüsü ve taşeronlaştırmaya doğru ilerleyebiliyor.

Rabia Vatan, Aylan Kürdi, Uğur Kaymaz, Leyla Aydemir'e

Geçtiğimiz pazar, Dünya Çocuk Hakları Günüydü. Çocuklar ve oyun hakkı üzerinden, Menekşe Tokyay, o gün zaten harika bir yazı yazarak konuyu gündeme taşıdı. 

Ben meseleye, modernizm sonrası süreçte çocukluğun imal edilmesi ve hem tarihsel kapitalizmin hem de neo-liberal kapitalizmin, çocukluğu istismar etme ve çocukları sömürme deneyimleri üzerinden bakmaya çalışacağım.

20 Kasım 1989'da kabul edilen Dünya Çocuk Hakları Bildirgesi, Türkiye de dahil, dünyadaki 196 ülkenin zamanla taraf olup, onayladığı bir bildirge. Bu belgeye, ABD, Vatikan, Nieu ve Cook Adaları, Filistin devletleri hariç dünyanın geri kalan bütün devletleri taraf. Bu bakımdan, bu Bildirge dünyada en fazla kabul gören, bütün devletlerin en fazla üzerinde uzlaştıkları belge.

Bu durumun böyle olması elbette, çocukluk ve çocuk haklarının son derece kırılgan bir alan olması ile ilgili. Bu yüzden modern dünya, çocukluk alanının, insanlığın en korunaklı alanlarından birisiymiş gibi görülmesini/gösterilmesini seviyor.

Belgede, çocukların eğitim hakkından, barınma hakkına, cinsel istismardan korunmasından, sağlıklı bir ortamda yetiştirilmesi için devletlerin yerine getirmesi gerekenlere kadar pek çok taahhüt var. Kitabi, metinsel olarak baktığımızda hiç kimsenin hayır diyemeyeceği bir belge. Ne var ki devletler imza atmakta gösterdikleri duyarlılığı, bu Bildirgenin hayata geçirilmesi konusunda pek göstermiyorlar. Ki zaten, asıl mesele bu; zevahiri kurtaralım, istim arkadan gelir.

...

Çocukluk, Orta Çağ sonrası, Avrupa'da özellikle Katolik dünyada epey sıkıntılı bir evredir. Çocuklar vaftiz edilene kadar insan sayılmazlar. Özellikle Orta Çağ'da doğum, hamilelik ve gebelik sonrası komplikasyonlardan dolayı anne-çocuk ölümleri alabildiğine yaygın yaşandığından çocuklara, hem bir tür angarya olarak hem de hanenin temel direği anneyi istihdam/emek sürecinden kopardığı için iyi gözle bakılmazdı. Hatta Katolikliğin kimi aşırı yorumlarında, çocukların annelerini emerek onları tüketmeleri, bir tür vampirlik gibi görülür, bu yüzden çocuk terbiyesi bir tür şeytani bir figürün terbiyesi gibi görülürdü.

Aydınlanma ile birlikte, özellikle Rousseau'nun Emile serisinde yazdıklarıyla, çocukluk pedagojik bir dönem olarak görülmeye başlanır ve çocukluk ile yetişkinlik arasında temelli ayrımlar yapılmaya başlanır.

Bu temel ayrımın önsel olarak kabul edilmesi, tıpkı günümüzde olduğu gibi geçmişte de, teori ile pratik arasında bir korelasyon yaratmaz. Avrupa'da ve dünyada çocukların çok değişik biçimlerde sömürülmesi önlenemez. Örneğin, Charles Dickens’ın Oliver Twist eseri ya da Engels'in İngiltere'de Emekçi Sınıflar'ın Durumu ya da Marks'ın Kapital'ine baktığımızda sosyal eleştirilerin önemli bir kısmı, modern dünyada ve kapitalist üretim ilişkileri içinde köleleştirilen ve pek çok biçimde istismar edilen çocuklarla ilgilidir.

Kolonilerde ise durum daha kötüdür. Avrupa'da, orta-üst sınıfların çocukları en azından kimi insani ayrıcalıklara sahiplerken, kolonilerde çocuklar herhangi bir şekilde bu ayrıma haiz değildir. Beyazların çocuklarının ve büyüklerinin oyuncağı ya da bir tür evcil hayvan derekesindedirler, elleri ve ayakları tutmaya başladığında ise şeker plantasyonlarında, tütün plantasyonlarında, çay, pirinç tarlalarında ya da dokuma tezgahlarında ölürcesine çalıştırılırlar.

Dahası, özellikle Hindistan ve Güneydoğu Asya’da halı, kilim ve hasır dokumacılığı özellikle narin ellere ihtiyaç duyduğundan, çocuk emeği en fazla buralarda sömürülür. Marks’ın, işçilerin kanını emen bir zombi olarak kapitalizmden bahsettiği pasajlarını, hasırı daha iyi örmek için kamış liflerini ağızlarıyla ıslatan ve sürekli ağızları patlayan, ya da dokuma tezgahlarında elleri iğnelerle delik deşik olmuş ya da baca temizlikçisi ya da suç çetelerinin cebri üyesi yapılmış çocukları tasvir ettiği pasajlar takip eder.

...

Kapitalizm, özellikle Batı Avrupa ve ABD'nin kıta kapitalizmi, iki savaş arası ve sonrası dönemde, pek çok önlemi devreye sokarak, çocuk işçiliğini tedricen, yok denilebilecek seviyeye indirdi.

Koloniler ve üçüncü dünyada ise çocuk istismarı alabildiğine sürüyor. Birleşmiş Milletler, çok uluslu şirketler, çocuk hakları konusunda farkındalık yaratmaya çalışarak, sanki dünyada üretilen bütün global markalarda çocuk emekçilerin eli yokmuş gibi havanda su dövmeye devam ediyorlar.

Yani, çocuk işçiliği dediğimiz şey büyük oranda, Hindistan, Çin, Güneydoğu Asya, Latin Amerika, Ortadoğu, Afrika gibi dünyanın lanetli bölgelerinde norm olan ama, Avrupa’nın sosyal devletlerinde pek görülmeyen/gösterilmeyen dahası önlenmeye çalışılan bir konuydu.

Ne var ki, neo-liberalizm derinleştikçe, yalnızca çocuk işçiliği değil, çocukların değişik biçimlerde istismar edilmeleri de gündeme geliyor.

Öncelikle çocuk işçiliği başlığından devam edersek, dünyada yaklaşık 160 milyon civarında çocuk işçi olduğu tahmin ediliyor. Bu rakam 2000-2016 arası 150 milyon çocuk civarında sabit tutulabilmişti ne var ki, 2020'de yapılan araştırmalara ilişkin ILO ve UNICEF'in ortaklaşa sunduğu rapor 2016'dan bu yana çocuk işçiliğinde yaklaşık 8.5 milyonluk bir artış olduğu tespitini yapıyor ve yaklaşık yüzde 5'lik bu büyük sıçramayı COVID-19 koşullarına bağlıyor. Ama görünen o ki, bu mesele pandeminin şeytanileştirilmesi ile kolaylıkla aşılabilecek bir mesele değil.

2016-2020 arası, yani aynı zamanda pandemiyi de kapsayan dönem, uluslararası tekellerin giderek dijitalleştiği, karlılığı optimize edebilmek için pek çok yöntem geliştirdiği ve pek çok alt taşeron sistemi ile üretimi alabildiğine yaygınlaştırdığı bir dönem oldu. Dolayısıyla, burada COVID belki bir katalizör olarak anılmalı ama asıl mesele neo-liberal sistem ve giderek devlet haline gelen ve giderek merkezileşen, dijitalleşen şirketler.

...

Çocuk işçiliği, çocukluğun istismarı ve çocukların sömürüsü olgularını dijitalleşme ve sosyal ağlar üzerinden düşündüğümüzde, karşımıza bambaşka bir düzlem çıkar ki, burası çocuk istismarı konusunda steril kalmaya çalışan ABD-AB'yi de içine alan oldukça karmaşık bir alan.

Bilindiği üzere, Avrupa'nın sosyal devletleri çocuk işçiliğinin önlenmesi konusunda oldukça haris davrandılar ve bu meseleyi bölgesel olarak çözmeyi başardılar (en azından UNICEF'in raporlarına bakarsak 1970-2010’lar arasında bu durum böyle). Ne var ki, dijitalleşme ve oyun kültürünün giderek gelişmesiyle birlikte, çocuk işçiliğinin dijital formuyla karşı karşıya kalabileceğimiz konusunda ciddi endişeler ve eleştiriler var.

Ege Latifcan, Devrimci Marksizm Dergisi'nin 49. sayısında[1] dijital oyunlar ve çocuk işçiliği, çocuk istismarı ve sömürüsü üzerine son derece dikkate değer bir yazı kaleme aldı. Latifcan'ın söylediğine göre, dünyada pek çok oyun firması, programlamayı öğretme kisvesi ile, çocuklara oyun tasarlatmakta ve çocukların tasarladıkları oyunları başka çocuklara satmaktadır. Elbette yasal birtakım kılıflara uydurulan, oldukça düşük telif bedelleri ile fikri mülkiyet hakları satın alınan çocuk programcı/tasarımcılar, oyun platformuna girdiklerinde hukuki olarak zaten, firma ile bir tür alt-yüklenici sözleşmesi de imzalamış oluyorlar. Dolayısıyla, çocuklar bu dijital mecralarda, hem beyaz yakalı (zihinsel emek), hem de firmanın kodları aracılığıyla üretim yaptıklarından bir tür altyüklenici olarak taşeronlaştırılıyorlar. Bu konuda en bilindik firma Roblox ve Polonya menşeli CD Project. Büyük oranda çocukların tasarladığı oyunları pazarlayan her iki firmanın da pazardaki büyüklükleri dikkat çekici; örneğin Roblox, pazarın en büyüklerinden olarak bilinen ve konvansiyonel yöntemlerle oyun üreten U-Soft'tan 7 kat büyük.

Latifcan bunları anlattıktan sonra, 'peki bu üzerinde konuşmaya değer bir konu mu' diyerek daha ciddi bir soru soruyor. Gene kendisi bunu dijital oyun sektörünün geldiği büyüklük üzerinden yanıtlıyor; dünyada yaklaşık 2.5 milyar kişi oyun oynuyor, gelişmiş ülkelerde yetişkinlerin en az 1 saati oyun oynayarak geçiyor, dünyanın değişik yerlerinde bu 8 saati buluyor (ortalama) ve bu oyuncuların yarattıkları gelir, 2016'dan beri sinema ve müzik sektörünü 2021'den beri de sinema, müzik ve spor sektörünü geride bırakmış durumda.

Dolayısıyla, kod yazma ve tasarım öğrenme diye başlayan hikâye bir anda çocuk sömürüsü ve taşeronlaştırmaya doğru ilerleyebiliyor. Fakat burada büyükleri de kapsayan ama çocuklar için daha müphem olan bir durum olan, oyun ve eğitim, eğlence ile çalışma arasındaki ayrım yavaş yavaş silikleşiyor ki, insanlığın bütün 19-20. yüzyıl boyunca kapitalizme karşı vermiş olduğu mücadelenin anlamı (hafta tatili, yaz tatili, doğum izni, 8 saat mesai) aslında tam olarak budur.

Kapitalizmin neo-liberal versiyonu dijitalleşmiş optimizasyon araçlarıyla, hukuku tam olarak belirlenmemiş bir şekilde, mesai mefhumunu ortadan kaldırıp, esnek çalışmanın değişik biçimleri (part-time, zero contract, taşeronluk vb..) ile, çalışanları 7/24 teyakkuz halinde tutacak bir sisteme geçmeye doğru ilerlerken, mesainin bu genişlemesinin yalnızca yetişkinlerin değil, çocukların da karşı karşıya kalacağı potansiyel bir sömürü ve istismar düzenlemesi olabileceği ihtimali üzerinde de dikkatle düşünülmeli...

...

Bunlardan başka, dünyanın istikrarsız, yoksul bölgelerinde çocukları içine alan çocuklar üzerinden yürüyen istismar biçimlerinde herhangi bir düzelme olmadığı gibi, sorunlar derinleşip katmerlenerek devam ediyor.

Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu’da savaş ağalarının köleleri haline gelen çocuk askerler de hâlâ oldukça büyük bir sorun. Benzer bir şekilde, Tayland’da seks kölesi olarak istismar edilen çocukların sayısı, devlet-aile işbirliğinde her geçen gün artıyor ve çocukların aile-devlet işbirliğinde seks kölesi yapılmasının milli bir spor haline gelmesi dünyanın başka yoksul coğrafyalarında da giderek yaygınlaşıyor. Özellikle Latin Amerika’da narko-mafya çeteler büyük oranda çocukların istismar edilmesine dayanıyor.

Bir başka mesele de Ortadoğu gibi istikrarsızlaştırılmış savaş bölgelerindeki çocukların çok değişik biçimlerde istismar edilmeleri. Bu istismar biçimlerinde de liste son derece kabarık. Örneğin 2016 senesinde, Yunanistan’ın İstanbul Konsolosluğu'nun da içinde olduğu bir çete, yanlarında velisi olmayan çocuklara organlarını almak maksadıyla oturum vermiş, skandalın patlamasıyla birlikte 300’e yakın Konsolosluk ve Dışişleri Bakanlığı çalışanı tutuklanmış ve Dışişleri Bakanı başka sebeplerle birlikte bu işe engel olamadığı için de istifa ettiğini söylemişti.

Üzerinde çok konuşulmasa da Avrupa Birliği’nin en önemli meselelerinden birisi de bu velisi/vasisi olmayan çocuklar. Bunlar Ortadoğu, Kafkaslar, Afrika ve Balkanlar’dan bir şekilde organ kaçakçılığı, narko-mafya ya da seks tacirliği yapan çetelerin eline düşmüş çocuklar ve sayılarının yüz bin (100.000) civarında olduğu tahmin ediliyor.

[1] Ege Latifcan, Dijital Oyun Sektörü ve Kapitalizm. Devrimci Marksizm, Sayı 49


Osman Özarslan Kimdir?

1977 yılında, Burdur’un Çavdır ilçesinde doğdu. 2005 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nü kazanıncaya kadar öğrencilikten başka pek çok iş ile iştigal etti. 2010 yılında aynı okulun Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisansa başladı. Nisan 2015’te, Masculinities at Night in the Provinces başlıklı tezini savunarak, yüksek lisansını tamamladı. Bu tez, Hovarda Alemi, Taşrada Eğlence ve Erkeklik ismiyle 2016 yılında yayınlandı. 2015 yılında Pamukkale Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde doktoraya başladı ve 2019 yılında Organ Bağışı ve Kaçakçılığı, Yeni Tıbbi İmkanlar, Yeni Sosyolojik Meseleler adlı tezini savunarak doktorasını hak etti. Değişik dönemlerde, gazete-dergilerde, fanzinlerde, bloglarda ve internet sitelerinde, ideoloji, politika, kültür yapıları, ve filmler üzerine yayınlanmış pek çok inceleme, deneme ve eleştiri yazısı vardır. Bundan başka, üç bireysel (Kemalizm Sovyetler Sosyalizm; Dekalog-Kemalist İlahiyat İçin Bir İlmihal; Hovarda Alemi-Taşrada Eğlence ve Erkeklik) kitabı yayınlanmış, dört de editörlü (Resmi İdeoloji ve Kemalizm; Öncesi ve Sonrası ile 1915 İnkar ve Yüzleşme; Emile Durkheim'ı Yeniden Okumak; Sıkıntı Var-Sıkıntı Kavramı Üzerine Denemeler) kitaba katkı sunmuştur. Halen, merkezin dışında kalmış taşra coğrafyalar ve toplumsal normlar tarafından içerilemeyen berduşlar, piizciler, defineciler, kumarbazlar, muskacılar, gibi değişik gruplar arasında, çalışmalarını sürdürmektedir. Osmanlıca ve İngilizce bilir.