YAZARLAR

Bir muhaliflik hissiyatı

Ne tarih yekparedir, ne bilgiye hakim olduklarını sananların bilgileri ve kendileri, ne de halk. Sadece başkalarını nasıl gördüğünüzden hep emin olduğunuz bir hayat; ne siyasette, ne duyguda, ne bilgide, ne dostlukta, ne sevgide, ne aşkta pek bir şey anlatabilir. Mesele salt sizin gördükleriniz değil, göremedikleriniz, hissedemedikleriniz, dolayısıyla anlayamadıklarınızdır genellikle.

Mesleği, işi, eğitimi, ilgi alanları “bilgi”nin etrafında dönen, bazen “aydın” bazen “entelektüel” bazen “yetişmiş” sayılanların dünyasındaki en büyük sorunlardan biri hep şu olur:
“Halk anlamıyor.”

Böylece, anlayanlar ile anlamayanlar, bilenler ile bilmeyenler, kültürlüler ile cahiller olarak ayrıştırılıp konum atılır!
Anlamamakla kalmaz hatta; tabi olur, kanar, sürüklenir, aldatılır, aldanır, aldatır, hatta hatta “koyun gibisin” dahi denilebilir.

Fakat sorun orada bitmez.
Çünkü halk aynı zamanda yüceltilendir. Çanakkale’de de olabilir bu, askere övgüde de, halkın sağduyusundan, olgunluğundan, bazen umutlardan veya ufuklardan, hatta devrimci ideallerden bahsederken de.

Böylece “halk” bir öteki olur, bir yakınımızdaki.
“Bilgili” şahıs sabit kalır; halk ise oynak ve kaypak.

Tarih “aydınlık götürmek” çabalarına tanıklık eder; “uyandırmak” arzularına, hayallere ve hayal kırıklıklarına, öyle dönüşümlere de şöyle böyle geri dönüşlere de.
Kendi bildiğini götürürken, gittiği insanların hayat, memat veya zanaat bilgisine, acısına, tutkusuna, umuduna dair bilgisizlik; ham hayal de gördürtebilir, gereksiz hayal kırıklığına da gömebilir.

Ne tarih yekparedir, ne bilgiye hakim olduklarını sananların bilgileri ve kendileri, ne de halk.
Misal, Çanakkale ve İstiklal Savaşı’nda nasıl “halk çocukları” fedakârca canlarını ortaya koymuşsa, “halk çocukları”nın veya “bilgililer”in bir kısmı da firar ve ricat etmiştir.
Ve bu her zaman olabilen bir şeydir.

Faşizmin peşinden, içinden mesela, sadece “sokaktaki insan” gitmez.
Birbirine karşı durduklarında bile “otoriterlik” paydasında buluşan “otoriter ideolojik kültürün en bilgili temsilcileri” iklimi çoktan hazırlamıştır.
Bu ülkede, dine, milliyetçiliğe veya cumhuriyetçiliğe bağlı olanların 12 Eylül darbesine hep birlikte yüzde 90 üzerinde oy vermesi de, ülkenin tarihi veya güncel etnik-mezhepsel meselelerinin hissedilmemesi, anlaşılmaması, çözülmemesi uğrunda tutturdukları mutabakat da öyle “hazır” bir şeydir.


Kendini, toplumu, tarihini çok renkliliğinde anlamadan, sadece kendi bildiğini durmadan anlatmanın ise ne iletişimle ne paylaşımla ilgisi vardır.

Şundan da bu sözler:
Bu “kesin bilgililik”in hakiki bir muhaliflikle de ilgisi pek olamaz.
Sadece ezber, tepki, öfke üzerine inşa edilmiş bir muhaliflik türü; anlayamadığı insanlara ve sorunlara ufuk ve umut da taşıyamaz.
Sadece kendi bildiği doğrular veya doğru bildikleriyle birilerine “bilgi” ve “ayar” vermeye çalışan herkes gibi.

Mesele genel geçer duygulara, arzulara, tepkilere, akıntılara aklın ve kalbinle teslim olmak değildir elbette; ama onların içinde dolaşmak, kavramak, birlikte dönüşebilmenin, değiştirebilmenin yollarını aramaktır.
Herhangi bir sebeple bir “çokluk veya çoğunluk” arıyorsan, başka bir yolu olamaz ki zaten.

Bana göre bugünün en köklü, en uzun soluklu, en kalıcı muhalefet biçimi; çocukları, gençleri, belki henüz oy bile veremeyenleri dikkate alan, onların sorularına, sorunlarına odaklanan, onlara bir gelecek, ufuk ve umut sunan, onlardan “neden böyle olduğunu” dinleyip onlara “neden böyle olduğunu” anlatabilen, onlarla birlikte yeniden yeniden anlamak isteyen, içinde dönüp durdukları çemberin kırılabileceği duygusunu veren; binlerce soru sormaya hazır olan ve ezberle kuşatılsa da onları aşmaya yatkın bulunan akıllarıyla da kalpleriyle de buluşabilen; örgütlü, sabırlı, açık, çok yönlü bir “eleştirel düşünce” ve iletişim, ilişki, paylaşma biçimidir.

Bu aynı zamanda, “bilgili”nin halkı küçümseme ihtimalini, ötekileştirme alışkanlıklarını, tepeden bakmacılığını, onca zamanda oluşmuş kabuklarını da kırıp kendini de dönüştüreceği bir “gençlik, yenilik, yeniden düşünme” fırsatıdır.

Sadece başkalarını nasıl gördüğünüzden hep emin olduğunuz bir hayat; ne siyasette, ne duyguda, ne bilgide, ne dostlukta, ne sevgide, ne aşkta pek bir şey anlatabilir.
Mesele salt sizin gördükleriniz değil, göremedikleriniz, hissedemedikleriniz, dolayısıyla anlayamadıklarınızdır genellikle.

Hakiki ve dinamik kitle siyaseti öncelikle bunun farkındalığından geçer.

Nedense ben böyle düşünüyorum…
Elbette sizin de düşündükleriniz ve emin olduklarınız vardır!


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.