YAZARLAR

Barışçıl geçiş mümkün mü?

Türkiye’de yaklaşık 150 yıldır yapılmakta olan seçimlerin yarattığı seçmen davranışı ve “reyine sahip çıkma”ya ilişkin siyasal kültürün ABD ve Brezilya’da yaşananlara benzer olayların önüne geçeceğine ilişkin iyimser öngörüler var. Ne yazık ki bu iyimserliğe sahip değilim.

ABD ve Brezilya’da seçimlerin ardından yaşanan parlamento baskınları, Türkiye’de muhalefetçe ne kadar ciddiye alınıyor bilmiyorum ama, otoriter rejimlerde iktidarın devrine ilişkin çok önemli bir işaret. Bu işaretin nasıl bir gerçekliğe bugünden ışık tuttuğu en geç altı ay içinde seçimlere gidecek olan Türkiye’de görülecek. Türkiye’de yaklaşık 150 yıldır yapılmakta olan seçimlerin yarattığı seçmen davranışı ve “reyine sahip çıkma”ya ilişkin siyasal kültürün ABD ve Brezilya’da yaşananlara benzer olayların önüne geçeceğine ilişkin iyimser öngörüler var. Ne yazık ki bu iyimserliğe sahip değilim. Bunun birinci nedeni yine Türkiye’nin siyasal deneyiminin içinde bulunan ve bugün hâkim hale gelen “fevkalade hal”lerde devlet adına güç kullananların yasa dışına çıkma eğilimi. İkinci nedeni, Türkiye’de devlet kadrolarının yirmi yılı aşkın bir iktidar sürecinde partizanlaştırılmış olması. Üçüncüsü, ceza hukukunun faşist ceza yasalarıyla konulan ölçütlere paralel biçimde devlete karşı işlenen suçların kişiselleştirilmesi ve genel olarak temel hakların, özel olarak da siyasi hakların kullanımını durduracak derecede siyasileştirilmesi. Son olarak da seçimleri yürütmekle görevli kurumların mevcut kadrolaşma içinde bu bütünlüğün dışında bir tavır sergileyemeyeceği endişesi.

Türkiye’de seçimlerin öncesinde ya da sonrasında benzer hadiselerin yaşanma ihtimalini bu dört olguyla birlikte düşünmek gerek. Düşünmek ile kastım bir tür tefekkür değil, muhalefet bakımından sonuç alıcı eylemlere dönüştürülebilecek bir düşünceden söz ediyorum. Dolayısıyla bu dört olguyu kısaca somut görünümleriyle ele almakta fayda var.

ÇETELER

Birincisi ve kanımca en önemlisiyle başlayalım. Türkiye’de yaşanan siyasal katliamları ve faili meçhulleri yaratan bataklık olan çeteleşme geleneği, anayasal kurumların gücü ortadan kalktığı ve iktidar kişiselleştiği oranda belirgin hale geliyor. Cumhurî rejimimizin ilk siyasi cinayeti sayılabilecek Ali Şükrü Bey’in öldürülmesinden cumhuriyet tarihi boyunca Gayrimüslimlere, Alevilere, Kürtlere yönelmiş “sivil” katılımlı pogrom ve katliamlardan faile meçhullere kadar bu çeteleşme geleneğinin izleri sürülebilir. Bugün, özellikle 2015’ten beri, siyasal rejimin çetelerle ilişkisini destekleyen çok sayıda örnek bulmak mümkün. 2015 öncesi çeteleşme 2015 sonrasını ayırt etmemizi sağlayabilecek bir farklılık da çetelerin göz önünde tutulması, meşrulaştırılması; var olan Türk-İslamcı ideoloji çerçevesinde kahramanlara has bir yere oynatılmaları… Yasa dışı faaliyetleriyle tanınan Alaaddin Çakıcı’nın neredeyse bir siyasi figür haline getirilmesi, 2015’te kendi ifadesiyle korku salmak amacıyla kullanılan Sedat Peker’in ifşaatının ardından getirilen koruma, Suriye iç savaşına katılan ülkücü grupların kullanıldığı eylemler vs… Bu yasa dışındaki kişiler etrafında biriken yasa dışı bir para akışı ve bunun yasa dışı kontrol araçlarını geliştirdiğini öngörmek çok zor değil. Yani kapsamlı bir maddi-ideolojik-silahlı güçten bahsediyoruz. Ülkü Ocakları eski başkanının öldürülmesinin ardından yaşananlar, özellikle üyesi olduğu partinin sessizliğindeki ikrar, bu çeteleşmenin boyutlarına, ilişkilerine, yapabileceklerine ve kudretine işaret ediyor. Parlamenter muhalefetin hacmen en büyüğü olan CHP liderinin bu konuda başlattığı SADAT çıkışı belki de en önemli hamlelerinden biriydi. Fakat hamle ilerlemedi. Seçim sürecine kadar çeteler ve çeteleşmeyle siyasal mücadelenin başlatılması, çetelerce yapılan zulümlerin cezasız kalmayacağının güvencelerinin oluşturulması çok büyük önem taşıyor.

PARTİZAN KADROLAR

İkincisi, yani partizanlaşmış devlet kadroları ile mücadele meselesi de yalnızca seçim sonrasına bırakılabilir bir mesele değil. Çünkü burada iktidar değişimine kolayca uyum sağlayabilecek kadrolardan bahsetmiyorum. Liyakatsizlik gibi meseleler bir yana sadakat odağını değiştirmiş, alışageldiğimiz problemleriyle de olsa varlığını sürdüren kamu fikrinden arındırılmış, şahsileşmiş bir bürokratik aygıt gerçekliğiyle karşı karşıya olduğumuz unutulmamalı. Böyle bir aygıtı işleten parçalar olan kadroların iktidarın barışçıl değişimine gösterilecek olan olası bir tepkiye ortak olabileceği, iktidar değişimine direnç göstereceği muhtemeldir. Yine Kılıçdaroğlu’nun bürokrasiye yönelik kısa süreli çıkışının önemi ve yarattığı etkinin büyüklüğü burada yatıyor. Fakat bu politika da ne yazık ki sürdürülemedi. Seçimden önce partizanlaşmış kamu kadrolarına yönelik pazarlıkların ötesine geçen “anayasal – kurucu” bir politika geliştirilmesi; devletin sadece belli bir partiye ya da kişiye sadakat duyanlara ait olmadığına ilişkin adımların atılması ve seçimlere giderken yaşanacak süreçte partizan kadroların müdahalelerini önleyecek adımların atılması büyük önem taşıyor.

KIRBAÇLAŞAN CEZA HUKUKU

Üçüncü olgu, yani ceza hukukunun otoriter rejimin kırbacına dönüştürülmesi meselesi her boyutuyla önemli. Siyasi haklara yönelik baskılar, seçimlerdeki en büyük tehlikeyi oluşturuyor. “Demirtaş neden cezaevinde?”, “HDP’nin kapatılması davası hangi koşullarda, hangi zamanlamayla ve hangi gerekçelerle açıldı?”, “Hangi yasal gerekçelerle toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkını tamamen durduran kararlar alınıyor?” “Cumhurbaşkanına hakaret suçunun bu derece yaygın olarak uygulanmasının nedeni ne?”, “İmamoğlu ve Kaftancıoğlu neden sürekli olarak yargı tacizi altında?” “Demokratik kitle örgütleri, insan hakları örgütleri hangi gerekçelerle baskı altında tutuluyor?” sorularının malum cevapları, özellikle bu soruların sürekli olarak kıyısında dolaşan Altılı Masa tarafından net olarak verilmeli, hem seçim sürecine ilişkin hem de seçim sonrasına ilişkin güvenceler oluşturulmalı.

SEÇİMİ KİMLER YÜRÜTECEK?

Son olarak, belki de seçim sürecine giderken en önemlisi, seçimlerin yürütülmesi meselesine ilişkin kaldırılan güvencelerin talep edilmesi; Yüksek Seçim Kurulu’nun bağımsız ve tarafsızlığının güvencelerinin muhalefet tarafından kampanyalaştırılması. Biliyorsunuz, seçimlerin yürütülmesiyle ilişkili üç bakanlık seçim sürecine girilmesinin ardından tarafsızlaştırılırdı. 2017 değişiklikleri ile bu anayasa hükmü kaldırıldı. Bugün seçimleri yürütmekle görevli İçişleri, Adalet ve Ulaştırma Bakanlarına baktığınızda bu konunun ne kadar önemli olduğunu görmeyecek kimse yoktur. Ayrıca seçim kanununda yapılan değişiklikler sonucu seçim kurullarının oluşumundaki yeni düzenlemenin ne tür sonuçlara yol açabileceği de açıklık kazanmış değil. Elbette en önemlisi, seçimler bakımından en yetkili organ olan Yüksek Seçim Kurulu’nun bağımsız ve adil karar verip veremeyeceği. Bu konuda muhalefetin izleyeceği politika artık sandıklarda sabahlamakla sınırlı olamaz. Adil ve güvenli seçimin kurumsal güvenceleri konusunda halkın bütününün desteğini alacak bir kampanya sürecinin oluşturulması büyük önem taşıyor.

ABD ve Brezilya’daki baskınların Türkiye’deki muhtemel tekrarında dikkate almamız gereken bu dört olguya karşı mücadelenin siyasi geleceğimizi belirlemek bakımından büyük önem taşıdığı fikrindeyim.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.