Asgari değil insan onuruna yakışır bir ücret

Makinelerine en iyi yağı alanlar, o makinelere ruh veren işçilere en kötü beslenme şartlarını reva görüyorlar. İşçinin ilk itirazının buna olması lazım. ‘Biz makinelerin bir parçası değil, insanız ve bizim bir ailemiz var. Evet, insan hem de insanın en değerlisi. Demire, taşa biçim, makineye ruh veren.

Google Haberlere Abone ol

Halil İmrek

Aralık ayının son haftasında 2021 yılı için yeni asgari ücret belirlenecek. Asgari Ücret Tespit Komisyonu 4 Aralık Cuma günü ilk toplantısını gerçekleştirdi. '2021 yılı için geçerli olacak asgari ücret, ne kadar olacak ve nasıl belirlenecek’ tartışması da başlamış oldu.

15 kişiden oluşan ve Cumhurbaşkanlığına bağlı olan Asgari Ücret Tespit Komisyonu asgari ücret miktarını belirliyor. Bu 15 kişinin 5’i patronlar tarafından, 5’i hükümet tarafından, 5’i Türk-İş Sendikası tarafından komisyonda yer alıyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 55. maddesinde; “Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır. Asgari ücretin tespitinde çalışanların geçim şartları ile ülkenin ekonomik durumu da göz önünde bulundurulur” deniyor. Yani komisyon bileşeni, asgari ücret tanımı ve 'ülke koşulları dikkate alınır' ibaresinden tutun, hepsi işçilerin aleyhine…

Ancak 14 milyon kayıtlı çalışanın 9 milyon kadarının asgari ücret aldığını düşünürsek ve asgari ücretin bütün ücretlerde bir temel olarak ele alındığını göz önüne alırsak aslında Türkiye’nin en büyük toplu pazarlığı olan bir konu. Çünkü asgari ücret seviyesindeki artış, genel ücret artışlarını da etkiliyor. Asgari ücret arttığında diğer ücret seviyelerinde olan çalışanlar da ücret artışı talep eder.  Bir avukat, doktor, mühendis, öğretmen, emekli, kalifiye işçi… Asgari ücret, alınan tüm ücretlerin alt tabanıdır diyebiliriz. Bu alt sınır ne kadar aşağıda olursa, asgari ücretin üzerinde ücret alan emekçilerin de ücretleri de o kadar aşağı çekilir.

Öncelikle şunu belirtelim; asgari ücret pazarlığı yalnızca bir ücret pazarlığı değil; onu da kapsamak üzere, farkında olalım ya da olmayalım, işçiyi tanımlama pazarlığıdır. Elbette evine götürecek ekmeği olmayan işçi öncelikle ücretine ne kadar zam yapıldığı ile ilgilenecektir. Ancak işçi, bir sınıf olarak hareket ettiğinde “insan” olarak değer görür; sınıf olarak hareket etmediğinde üretimin girdilerinin bir parçası haline gelir. Patron ise hep maliyeti düşürmeye çalışacaktır.

Mevcut yönetmelikte asgari ücret, basit iş gücünün üretim maliyeti, varoluş ve üreme masraflarından oluşuyor. Patronlar, girdi masraflarını kısmada o kadar ileri gitti ki, geçtiğimiz dönemlerde asgari ücret görüşmelerinde “Asgari ücret işverenin verebileceği en düşük ücrettir” tezini ileri sürdüler. Çünkü patronların ortaya koyduğu kriter işin aksamaması için işçinin gelip çalışmaya devam edeceği kadar bir ücret alması. Yani ölmeyeceği ve yarın gelip işe başlayacağı kadar bir ücret. İşçiler 'benim çocuklarım var' dediğinde ise onların kendilerini ilgilendirmediğini, patronu yalnızca çalışan bir kişinin ilgilendirdiğini söyleyecekler. Çocuklar ise yine boğazımızdan kısabildiğimize bakacak.

Öncelikle bugün asgari ücretin bir geçim, karnını doyurma ücreti tartışmasından çıkarılması gerekiyor. İşçinin çocuğu ile gezmeye, eşine hediye almaya, temiz bir ortamda yaşamaya hakkı var. Sinemaya, tiyatroya gitmesi, tatil de yapması lazım. Bütün bunlar hesaplanarak bir ücret tartışması sürdürülmeli. İşçilerin de sendikaların da böyle bakması önemli. Çünkü işçi bir değer üretiyor. Bütün maddi zenginlikleri üreten kendisi. Onun için karnının doyması üzerinden bakamaz. Patron ise işçinin ürettiği değeri alıp mülkiyet ediniyor, onun üzerinden zengin oluyor.

Türk-İş de asgari ücret görüşmelerinde işçinin ailesi ile birlikte günün ekonomik ve sosyal koşullarına göre insanca yaşamasını mümkün kılacak, insanlık onuruyla bağdaşacak bir tutarı esas almalı.

Makinelerine en iyi yağı alanlar, o makinelere ruh veren işçilere en kötü beslenme şartlarını reva görüyorlar. İşçinin ilk itirazının buna olması lazım. ‘Biz makinelerin bir parçası değil, insanız ve bizim bir ailemiz var. Evet, insan hem de insanın en değerlisi. Demire, taşa biçim, makineye ruh veren. Bütün zenginlikleri üreten işçi. Ama işçiler bir sınıf olduğunun bilinciyle hareket etmedikçe insan yerine konulmayacağını da bilmeli. İşçi çalışıyor, ülke zenginleşiyor. Ancak işçi kendi yarattığı bu değerden aynı oranda “refah payı” almıyor. Bugün yaşanan şu ülke zenginleştikçe işçi ve emekçiler olarak biz yoksullaşıyoruz. Ürettiklerimiz değer kazandıkça biz değersizleşiyoruz. Sınıf olarak birleşemezsek torba yasalarda geçmişte sınıf kardeşlerimizin kazanıp bize miras bıraktığı kıdem, ihbar tazminatı; iş güvencesini de kaybedeceğiz. Bütün bunlara son verebiliriz.

Bunun için acil taleplerimiz etrafında bir araya gelmeliyiz, sahaya çıkmalıyız. Önce sendikalarımızı sınıf örgütlerine dönüştürelim. İşçilerin ülkeyi sermayenin maaşlılarından daha iyi yöneteceği bilinciyle sadece karnımızı doyuracak bir ücret değil, insan onuruna yakışır bir yaşam mücadelesinde birleşelim. Çalışmak, saygı görmek, çocuklarımızla geçirebileceğimiz boş zaman, geceleri yarını düşünmeden uyumak için birleşip mücadele edelim.

Bugün asgari ücretin ne kadar olacağı, işçilerin ne kadar örgütlü olduğuyla doğrudan bağlantılıdır. Belirleyici olan işçilerin sürecin ne kadar tarafı olacağıdır. Asgari ücret insan onuruna yakışır bir ücret olmalı ve bunun için işçiler kendi ağırlığını koymalı ve hakkı olanı talep etmelidir.