Kadir Cangızbay’a veda ederken…

Hocanın çelişkileri metodolojiktir, o çelişkilerle düşünür. Kadir Hoca için çelişki “sosyolojik düşünmenin bir parçası" haline gelir. Laf aramızda ayrıca çelişkiler Hoca’nın muzip doğasıyla da iç içedir. Hocam, Kadir Cangızbay’ı bir cümle ile tanımlamam gerekseydi onu “akademinin Can Yücel’i” diye tanımlardım.

Mete Kaan Kaynar metekaankaynar@gmail.com

Kadir Cangızbay vefat etti. Hem bir dönem Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi hocalarının birçoğunun üyesi oldukları ve benim de bu hocalarım vesilesiyle gidip geldiğim Sosyoloji Derneği’nden tanıdığım, sohbetine dahil olduğum, pek sık değilse de Gazi Üniversitesi’ndeki lisans derslerini arkadaşlarım yardımıyla izlediğim; hepsinden önemlisi de Özgür Üniversite emekçisi, oradan da Hocam olan Kadir Hoca bugün (22 Temmuz 2023) öğlen saatlerinde tedavi görmekte olduğu hastanede aramızdan ayrıldı.

İnsanın, hayatının kesiştiği, kendi hayatında iyisiyle kötüsüyle bir yeri olan -ki sanırım “anı” buna denir- bir insanla ilgili bir şeyler yazmaya çalışması kadar zor bir şey olmasa gerek: Hem anlatabileceğiniz sayfalar, sayfalar dolusu şey vardır -ki Ütopya Yayınları'ndan belki de önümüzdeki haftaya çıkmış olacak Türkiye’nin Bir Anarşisti: Bir Cynique, Kadir Cangızbay İle Sohbetler kitabında dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım-  hem de -şimdi benim yaptığım gibi- klavyenin başında ne yazacağınızı bilmeden oturmak zorunda kalırsınız; söylenebilecek birçok şeyin içinden söyleyebilecek hiçbir şeyiniz yoktur.

ÇELİŞKİLERİN İNSANI

Kadir Hocayı tanıyan herkesin hiç tartışmasız kabul edeceği bir şey vardır ki o da kendisinin nev’i şahsına münhasır bir insan olduğudur. Ben “çelişki”lerin hocanın nev’i şahsına münhasır kişiliğinin mütemmim cüzü olduğunu düşünürüm. Birinin “çelişki”lerinin olduğunu söylemenin akla ilk getirdiği şey sanırım onun sözleri ile eylemlerinin birbirini tutmaması, yaşantısı ile düşüncelerinin uyumsuzluğudur. Oysa Kadir Hoca’da “çelişki” bu değildir: Hocanın çelişkileri metodolojiktir, o çelişkilerle düşünür. Kadir Hoca için çelişki “sosyolojik düşünmenin bir parçası" haline gelir. Laf aramızda ayrıca çelişkiler Hoca’nın muzip doğasıyla da iç içedir. Bazen Tanrının varlığını sorgulayan, bazen Tanrıya inandığını söyleyip “örgütlü dinle” derdi olduğunu söylemekten geri durmayan Kadir Hoca’nın, Hacettepe Üniversitesi merkez kampüsünün burnunun dibindeki Taceddin Dergahı’nın yakınından geçerken durup Fatiha okuması buna örnektir. Agnostik Kadir Hoca’nın Tâceddin  Mustafa Efendi dergahına gitmişliği de vardır; yakınından geçerken durup dua etmişliği de. Oraya gitmesini ise bana (kitabımızda) şöyle anlatıyordu: “Bak Mete ben Taceddin Dergâhı’na giderdim. Çünkü 16 sene sonra olmuşum ben. Annem hamile kalmak için, çocuğu olması için Ankara’da Taceddin Dergâhı’na, İstanbul’da da Eyüp Sultan’a muntazaman gidermiş dua etmek için. Ben dünyaya geldikten sonra öyle muntazamlığı da kalmadı, yine de sık sık giderdik oraya. Bir de ben her Hacettepe’den çıkıp ana caddeye, Doğum Evi’nin olduğu caddeye, Talat Paşa Bulvarı’na sapınca -o caddeyi biliyorsundur, Talat Paşa caddesinde gece açık olan birkaç çorbacı olurdu. Hacettepe’nin orada afiş astıktan sonra gidip orada sabaha karşı birer çorba içerdik- inanmasam da bu vazifemdir diye oradan geçerken hep okurdum Taceddin Sultan’a.” Taceddin Dergahı'na gidişini çoğunlukla annesi Fatma Aliye Cangızbay’a (1912-1980) olan hürmet ve saygısıyla açıklardı Kadir Hoca; bazen de Taceddin Dergahı’nın Millî Mücadele’deki rolüyle. Taceddin Dergahı çevresine yolu bazen afiş asmak için düşerdi; bazen bir dost-meclisi sonrası uğradıkları çorbacı ertesinde; ama o inanmasa da dua etmekten imtina etmediğini üstüne basa basa anlatırdı.

Kadir Hoca için Demokrat Partili babası İzzet Cangızbay (1891-1974) “bir sosyalisttir”; Kadir Hoca bunu bir şaka olarak anlatmaz ya da yalan söylemez. Demokrat Parti’nin Nâşir-i Efkâr-ı Zafer ve Necip Fazıl’ın hâmiliğinde çıkan Büyük Doğu’nun düzenli okuru İzzet Bey’in değil sosyalist hareket içinde olması anti-komünist doğasının farkındadır. Babasıyla ilgili şu anıyı bana anlatan da bizzat Kadir Hoca’nın kendisidir: “Tabiî, tabiî, destek devam ediyor. Babam zaman zaman Demokrat Parti’nin mahalle ocağına da uğrardı; birkaç kez beni de götürmüştü. Mahalleden yakın arkadaşları da Demokrat Partiliydi. 1954 seçimleri öncesiydi; babamla Demokrat Parti ocağına gitmiştik; dayanışma toplantısı gibi bir şeydi herhalde. Orada bağış topladılar. Babam da bir miktar verdi. Babam annemden çok korkardı. Dayak yiyeceğinden değil tabiî, tatsızlık çıkmasın diye. Annem babamın Demokrat Parti’ye bağış yaptığını öğrenince çıkıştı babama. Babam da her zaman yaptığı gibi 'Ama Aliyeciğim' diye açıklama yapmaya, annemi teskin etmeye girişti. İşte o 54 seçimleri sonrası benim ilkokul hocam Mukaddes Hanımlara uğramıştık babamla. Kocası herhalde Bursalı değildi ama Mukaddes Hanım Bursalıydı, yani babamın hemşehrisi."

İşte onun “çelişki”lerle birlikte düşünmesi dediğim şey burada devreye girer. Demokrat Partili babanın “ihtiyacın kadar tüket!” düsturunun onu sosyalizme yönlendiren önemli tembihlerden biri olduğunu da eklemeyi ihmal etmezdi. “Ben geç dünyaya gelmişim, babam 60-70 yaşlarında dut ağacına çıkar dut toplar, ya da üzümü dalından koparır, ikiye böler, soyar, içindeki çekirdekleri de atar, sonra bana koyar ben de yerdim. 65-70 yıllık Fransız malı Duralex marka küçücük kahvaltı tabakları vardı bizde. İşte o küçük tabağa koyar, bana oradan üzüm yedirirdi. Bu tabaklardan ikisi kırıldı ama dördünü hâlâ kullanıyoruz. Bu adam bu kadar fedakâr bir babayken 'Aman evladım' derdi, 'çayını kendin koy, suyunu kendin koy. Çünkü başkası koyarsa, içemezsen atarsın. Hâlbuki kendi ihtiyacını kendin bilirsin, ihtiyacın kadar koyarsın.' "

AKADEMİNİN CAN YÜCEL’İ

1990’ların ikinci yarısından bu yana tanıdığım, Özgür Üniversite ve Sosyoloji Derneği’nde sohbetlerine katıldığım; üniversiteyi Ankara’da okumuş, 40 yaşın üzerindeki nerdeyse her sosyal bilim öğrencisinin mutlaka en az bir defa bir dersine misafir olduğu ya da hiç değilse derslerinde anlattığı anekdotları, teşbihleri, tenkitleri ve teşhisleri arkadaşlarından dinlediği Hocam Kadir Cangızbay’ı bir cümle ile tanımlamam gerekseydi onu “akademinin Can Yücel’i" diye tanımlardım: Kendi kendisi de dahil hiç kimseyi mahrum bırakmadığı küfürleriyle, sigarası, kadehi, boy boy model arabaları, çift çekeri(1), yüzünden eksik etmediği muzip çocuk tebessümü ve elbette insanın bir anda yüreğini ısıtıveren samimiyetiyle Cangızbay, Türkiye üniversitelerinin görüp göreceği en sui generis, en müstesna, en renkli, en muzip ve hiç tartışmasız en entelektüel simalarından birisidir.

Toparlayacak olursak, Kadir Cangızbay’ın işte-bu’luğunu ifade eden anarşizm, bir an-arcy olmaktan çok muhtevasında sinizmin mevcut olduğu, Hoca’nın müesses nizamla arasına koyduğu bir ironi-bariyerdir. Evet, Kadir Hoca bu bariyerin öte tarafından müstehzi, bize gülümser; bu ironi-bariyer Hoca’ya bir meskun mahal çizer. Evet, Hoca’nın bu sinizmi hiçbir zaman çıplak gerçeği, bir rezilliği açığa vuracak, yüze çarpacak bir kinizme, bir sosyal protestoya da dönmez; lâkin -kim ne derse desin- Kadir Hoca’nın sinizmi asla ve kat’a bir malumatfuruş-ukalalığına, bir hariçten gazel okuma entelektüelizmine, bir “Ben dememiş miydim!” tarzı çemkirmeye de tahvil olmaz. İroni onda, bilme ile yapmama, infiale kapılmama, protesto etmeme arasındaki farkı nitelediği kadar bizzat rabıtayı da tesis eder. Cangızbay’ın bilmek ile sosyal eyleme geçme/infiale kapılma arasına koyduğu çizgi, sosyolojiye yüklediği anlamla da onun sinizmini bir bedbinlik, bıkkınlık, adamsendecilik, bir boşvermişlik olmaktan çıkarır ve Saint Simon’cu bir özgürlük anlayışı ile kesiştirir.

Işıklar içinde uyu sevgili Hocam, seni hep yüzündeki o muzip gülümseme, odandaki her birinin markasını modelini ezbere bildiğin ve ne zaman alıp oraya yerleştirdiğini uzun uzun anlatmaya bayıldığın yüzlerce model araban, masanın üzerindeki boş çakmakların ve elindeki sigaranla hatırlayacağım.

(1) Kadir Cangızbay, “Bisiklet ve SosyalizmBirgün, 12.04.2015. Ayrıca Zafer Diper, “Cangızbay’ın Çiftçekeri”, BirGün, 29.04.2018.

Tüm yazılarını göster