Kadıköy’de kilise duvarında kim, niye tepiniyor?

Kesintilerle, değişimlerle ayakta ve hayatta kalan bir ibadethane bu üç yüzyılın en büyük rezaletine maruz kaldı Temmuz 2021’de. Tabii o ibadethanenin bulunduğu semt, mahalle, ilçe, kent, ülke ve toplum da rezalete maruz kalıyor. Hep birlikte fail ve kurbanız.

Zeki Coşkun zekicoskun@gmail.com

Epeydir tırmanan, beklenen oldu. Memlekete zorla, ısrar ve inatla giydirilmeye çalışılan deli gömleği, olmayan dikiş yerlerinden patladı Kadıköy’de.

Bir bina düşünün. Mabet. Adı kilise olsun, başka bir şey olsun. Üç yüz yıldır değişe dönüşe yerinde duruyor olsun. Rakamla 300 yıl, 3 adet yüzyıl boyunca hiçbir gün, hiçbir gece orayı; bir ibadethanenin önünü bar, disko, gece kulübü girişi niyetine toplanma yeri haline getirmek gelmiyor kimsenin aklına. Değil orası, herhangi bir ibadethanenin bahçe kapısını dans pistine çevirme marifeti, her ne kadar sicilimiz karışık olsa da, üç yüzyıldır kimseye nasip olmamıştı.

Birileri nihayet bu başarıyı gerçekleştirdi.

Gecenin bir saati açık kasa kamyonetlere doluşup bağıra çağıra caddeyi kuşatma, kitle halinde tempo eşliğinde oynayıp kıvırma, kıvranma… Kilise kapısının üstüne tırmananların tepinmesiyle orji ayini düzenleme marifet ve başarısı, her ne hikmetse Temmuz 2021’de gerçekleşti.

Niye, neden?

Önce şu 300 yıl meselesine açıklık getirelim. Lafın gelişi değil; Kadıköy Bahariye Caddesi’ndeki Surp Takavor Kilisesi, 1722’de inşa edilmiş. Doksan yıl kadar sonra onarımdan geçirilerek 1814’de yeniden ibadete açılmış. 1840 depreminde yanmış, kagire çevrilen bina 1858’de tamamlanmış. Son tadilat on yıl önce yapılmış, 2011’de.

Kesintilerle, değişimlerle ayakta ve hayatta kalan bir ibadethane bu üç yüzyılın en büyük rezaletine maruz kaldı Temmuz 2021’de. Tabii o ibadethanenin bulunduğu semt, mahalle, ilçe, kent, ülke ve toplum da rezalete maruz kalıyor.

Hep birlikte fail ve kurbanız.

Son sözlerim kimilerine abartı gibi gelebilir ama Kadıköy’de yaşananlar nasıl bir toplumsal çöküntüyle, çılgınlıkla karşı karşıya olduğumuzun göstergesidir. Kapısında orji ayini düzenlenen ibadethane, üç yüzyıllık tarihi boyunca şehrin, toplumun yaşadığı onca büyük sarsıntılara, imparatorluğu çöküşe götüren ayrışmalara, çatışmalara, kilisenin ait olduğu Ermeni cemaatine yönelik “tehcir” denen sürgün ve kırıma, Cumhuriyetin Türkleştirme politikalarına; Varlık Vergisi, 6/7 Eylül gibi devletli operasyonlara karşın, bugünkü gibi sivil görünümlü, sıradan–kendiliğinden, taşkın eğlence görünümlü bir saldırıya uğramadı şimdiye dek.

İktidar medyasının ifadesiyle “alkolü fazla kaçıran Kadıköylü gençler”, oranın ne olduğuna bakmaksızın halaya durmuş gibiler… Olabilir.

Ama önce, “Kadıköylü gençler” lafını düzeltmek gerekir. Kadıköylü öyle şeyler yapmaz, klişesine gerek yok. Üç yüzyıldır olmayan, bugün niye oluyor, nasıl oluyor, ona bakmak gerekiyor neyle karşı karşıya olduğumuzu anlamak için.

O gençler her buldukları fırsatta, hele hafta sonları, niye ve nasıl bir güdüyle, arzuyla, tutkuyla ve de hınçla Kadıköy’e akıyorlar?

Kadıköy Deniz Otobüsü İskelesi yanından Moda’ya uzanan sahili sabah akşam tavaf eden her yaştan insana bakın. Kızlı–erkekli takılanlar arasında tesettürlülerin hatırı sayılır bir yekun oluşturduğu görülecektir.

Bu doğal.

Kendi mahallesinde el ele tutuşmak şurada dursun, yan yana yürüyemeyen insanların, gençlerin aşk-meşk olmasa bile sohbet edebilmek, nefes alabilmek için “özgür alan”a kaçması, kaçınılmaz. İktidar mahallerinde sıkışan, on yıllardır kulaklarına üflenen karşı mahalledeki destursuz hayatlar efsanesiyle atıyor kendini dışarı.

Erkek takımı için bu bir kaçamak-sığınma değil; fetih hareketi.

İÇKİ SU GİBİ AKIYOR, SEKS SERBEST

Ne tuhaf, en yetişkininden en gencine yerli ve milli ruhiyata sahip insanımız, kendi yurduna ve insanına bir vakitler Batılıların Doğu'ya baktıkları gözle bakıyor.

Dahası, yerli ve milli ruhiyat iddiasındakiler, kendi yurttaşları arasında bu ruhiyattan yoksun olduğunu düşündüklerini; dinine, milletine, devletine yabancılaşmış, “Batı özentisi” olarak gördüklerine, bir vakitler Batılıların Doğuya dair fantezileriyle yaklaşıyorlar.

Madam Bovary gibi bir klasiğe imza atan Gustave Flaubert, 1849–1851 yıllarında Mısır’dan İstanbul’a uzanan bir Doğu Yolculuğu yapmış, anılarını, izlenimlerini kitaplaştırmıştır. Önyargı ve fanteziler dahil. Para karşılığı birlikte olduğu, metinde Küçük Hanım olarak andığı bir dansçıdan söz eder Flaubert.

Yazar sevişme öncesi dans eden kadın karakterini oradan hareketle başka romanlarında da yineler. Doğu Seyahati’ndeki Küçük Hanım’ı genelleştirir, ressam ve yazar hemen tüm oryantalistlerin paylaştığı, ısrarla, zevkle resmedip anlattıkları şu fanteziyi olgu–gerçek olarak dillendirir, dahası dikte eder:

Doğulu kadın bir makinedir; başka hiçbir şey değildir. Bir erkekle bir başka erkek arasında hiçbir ayrım yapmaz...

***

1978’de yayımlanan Oryantalizm incelemesiyle Batı’nın Şark Anlayışları’nı deşifre eden Edward Said, yukarıdaki ifadenin sadece Flaubert’le sınırlı olmadığına işaret eder: “Doğu, Avrupa’da yasak olan seksüel deneyimlerin serbestçe aranabileceği, serbestçe hayal edilebileceği yerdir” Batılı için.

Yerli ve millici zihniyetin Kadıköy ve İstanbul’un diğer “beyaz Türk” mahallerine ilişkin bakışı, anlayışı, tam da Batılının Doğu’ya dair algı ve fantezilerinin izlerini taşıyor. Taraflar yer değiştiriyor sadece. İktidar kudret ve şehvetine nail olan, mahrum olduklarını öteki üzerinden tahayyül ve icra ediyor.

Flaubert’in Küçük Hanım’ı ibretlik başka boyutlar da taşıyor, ayrıca konuşuruz.

Sözü bağlarken yerli–milli kafada seks fantezilerine her hal ve durumda, öteki mekruhun; müskiratın, yani alkolün eşlik ettiğini hatırlatalım. Kadıköy başta, Beyazların diyarında alkol su gibi akıyor, o kafaya göre.

***

İşte bu deli gömleği tepindiriyor gençleri 300 yıllık kilise duvarında.

Başımız ciddi dertte.

Tüm yazılarını göster