IMF çıpası bizi nereye bağlıyor?

İktidarı bir denetime zorlayamamanın ortaya çıkardığı boşluğu IMF’nin doldurması gibi naif bir beklenti var, ki bunun hayatta pek bir karşılığı yok. Ülke içinde oluşturulması gereken denge ve denetleme kurumlarının yokluğu IMF ile ikame edilemez.

Ümit Akçay uakcay@gazeteduvar.com.tr

Geçtiğimiz hafta IMF heyetinin Türkiye ziyaretleri sonrasında hazırladığı değerlendirme üzerine yazmıştım. Konunun iki kritik önemi var. İlki, IMF, açıkça memurlara ve işçilere enflasyon farkının verilmemesini öneriyor. İktidar da bu öneriyi ücret artışlarının gerçekleşen değil, beklenen enflasyona göre yapılacağını ilan ederek benimseyeceğini söylüyor. Bu durumda, hayata pahalılığı krizinin faturası, zaten reel ücretleri gerilemiş geniş toplum kesimlerine yüklenmiş olacak.

İkinci önemli konu, bu denli hayati bir durum karşısında Altılı Masa muhalefetinden anlamlı bir ses çıkmaması. Önceki haftalarda belirttiğim gibi bunun da temel nedeni ana-akım muhalefetin özellikle ekonomi konusunda iktidarla bütünleşmiş olmasıdır. Bu iki önemli gelişmeyi bir arada düşündüğümüzde, ücretlilerin çıkarlarını koruyacak ve enflasyon döneminde süper kârlar elde etmiş firmaların sorumluluk üstlenmesini savunacak kemer sıkma karşıtı bir programın hâlâ siyasi adresini aradığını söyleyebiliriz.

Bu hafta, IMF konusuna devam etmek istiyorum. Zira IMF halen, ekonomi alanındaki hakim tartışmayı şekillendirebilecek bir ‘çıpa’ olarak görülüyor.

OTORİTER NEOLİBERALİZMİN ÇİFTE ÇIPASI

AKP 2000’lerin başında zorlu bir misyonla iktidara gelmişti: Bir yandan geleneksel Kemalist devlet yapısının değiştirilmesi, diğer yandan da 1990’lar boyunca becerilemeyen özelleştirmeleri hayata geçirilerek 1980’de başlayan neoliberalleşme çabalarının nihayete erdirilmesi. Avrupa Birliği adaylığı ve müzakere sürecinin başlaması ilki için, piyasa reformlarının tamamlanması da ikincisi için ‘çıpa’ olarak görülüyordu. Hatta 2000’li yıllarda bu çifte çıpa ile sağlamlaştırılmış değişim sürecini demokratikleşme olarak tanımlamak yaygındı.

Oysa bu dönemdeki çifte çıpa, denge ve denetleme mekanizmalarının ortadan kaybolduğu ve toplumsal muhalefetin aktif bir bileşeni olan emek hareketinin tasfiye edildiği bu dönemin en önemli bileşenleriydi. Bu çıpalar Türkiye’nin demokratikleşmesini değil, 1980’de başlayan otoriter neoliberal devlet biçiminin pekişmesini sağlıyordu. Her ne kadar otoriter neoliberalizm literatürü 2008 krizi sonrası Avrupa Birliği’nde küresel finansal krize karşı alınan tedbirlerin oluşturduğu konjonktürü açıklamak için geliştirse de, IMF programlarını uygulayan Türkiye gibi ülkeler için bu kavramın kullanımını 2008 krizi öncesine de götürebiliriz.

2018 DÖVİZ KRİZİ: IMF’Yİ BEKLEYENLERİN GÖZÜ YOLLARDA KALDI

IMF konusu 2008 krizi sonrasında bir ara gündeme gelse de anlaşmanın yenilenmemesi sonrasında Türkiye’nin gündeminden çıkmıştı. Ta ki 2018’deki döviz krizine kadar. 2018’deki döviz krizinden beri Türkiye’nin, özellikle de muhalefetin gündeminde IMF var. 2018’deki döviz krizi sonrası yapılan sert faiz artışı ve kamu harcamalarının sınırlanması sırasında muhalif cenahtan pek çok kalem, iktidarın bir IMF programına gitmeden ekonomiyi idare edemeyecek noktaya geldiğini savunuyordu. Gerçekten de başkanlık rejimine geçişin ilk aylarında gelen döviz krizi, yeni rejimin kalıcılaşması için bir stres testi haline gelmişti.

2018 yılı, küresel finansal çevrimler açıcından da kritik bir yıldı. ABD merkez bankası FED, parasal genişlemeye son verip faiz artışlarına gideceğini 2013’te ilan etmişti ancak bu parasal sıkılaştırmanın zirvesi 2018’de yaşandı. O yıl Türkiye ve Arjantin’de döviz krizi geldi. Ancak 2019’da küresel ekonomideki değişimler, Erdoğan yönetimi için önemli bir hareket alanı açtı. FED ekonomideki yavaşlamanın yarattığı kaygıyla parasal genişlemeye döndü ve faiz indirimine gitti. Bunun üzerine TCMB bir yılda faizi yüzde 12 oranında düşürebildi. Bu sayede Erdoğan yönetimi 2018-2019 krizinden IMF’ye gitmeden çıkabildi ancak iktidar açsısından uygulanan kemer sıkma programının siyasi faturası, 2019’daki yerel seçimlerde önemli kentlerin muhalefete geçmesi oldu.

O dönemden bu yana, daha sonra Altılı Masa’yı oluşturan siyasi partiler ve bu partilerin etrafında konumlanan ekonomi yorumcuları, ısrarlı bir şekilde Erdoğan yönetiminin IMF programı olmadan ekonomiyi yönetemeyeceğini ve büyük bir krizle karşılaşacağını ileri sürdü. Küresel finansal sistemin güncel durumunu ve Türkiye gibi ülkelerin bu yeni durumda elde ettikleri alternatif finans kaynaklarını kavramaktan uzak, önceki dönemden kalma ezberlerle konuşan bu yorumcuların tümü yanıldı. Ancak sorun kişisel olarak bu kişilerin isabetsiz yorumlar yapması değil elbette. IMF ile bir anlaşmanın yapılmaması, muhalefetin ‘iktidar IMF olmadan yola devam edilemez’ iddiasının sürekli çürütülmesi anlamına geldi ve muhalefete sürekli itibar kaybettirdi.

IMF’DEN MEDET UMMAK

Son olarak kimi muhalif çevrelerde bir IMF programının kamu harcamalarını denetim altına alacak bir vesayet kurumu gibi görme aymazlığına değinmek istiyorum. Bu bakışta iki temel sorun var. İlki, IMF’ye, kendisinde olmayan bir misyon atfetme sorunu. IMF temiz toplum kurma amacıyla hareket eden bir sivil toplum kuruluşu değil. IMF programları, tipik olarak kamu harcamalarının azaltılması, gelirlerinin artırılmasını yani kemer sıkma politikaları olarak adlandırılan çerçeveyi getiriyor. İkincisi, ‘kamu kaynaklarının denetim altına alınması’ konusu, bir uluslararası kuruma devredilemez. Bu ülke içinde çözülmesi gereken bir husus. Burada, muhalefetin güçsüzlüğü nedeniyle iktidarı bu tip bir denetime zorlayamamanın ortaya çıkardığı boşluğu IMF’nin doldurması gibi naif bir beklenti var, ki bunun hayatta pek bir karşılığı yok. Ülke içinde oluşturulması gereken denge ve denetleme kurumlarının yokluğu IMF ile ikame edilemez.

Bu konuları önümüzdeki dönemde de konuşmayı sürdüreceğiz. Zira iktidar kemer sıkma programında ilerledikçe önümüzdeki aylarda ekonomik yavaşlamanın olumsuz etkileri daha fazla hissedilecek.

Tüm yazılarını göster