Demokrasi, teknokrasi ve ötesi
Siyaset ve siyasetin ekonomiye müdahalesi bir sorun kaynağı olarak tanımlanınca, iktidar partisinin ekonomi üzerindeki yetkilerinin kısıtlanması, yani bürokratik kurumların siyasi iktidar karşısında güçlendirilmesi önerisi sorunun çözümü için yegane seçenek olarak sunuluyor. Zira şu andaki meclis muhalefetinin sahiplendiği görüş bu. Ancak keşke mesele bu kadar basit olsaydı.
Türkiye ekonomisindeki güncel temalar belirli aralıklarla, neredeyse döngüsel olarak yeniden ortaya çıkıyor. Yakın geçmişte bunu politika zikzakları ya da ‘u-dönüşleri’ olarak gördük. Neden bu tip bir kısır döngü içinde olduğumuz konusundaki açıklamalara baktığımızda ise, genel olarak verilen yanıt, sorunların siyaset nedeniyle yaşandığı.
Yaygın olan açıklama biçimi, sorunu ‘seçim ekonomisi’ olarak özetlemek ve ekonomik gidişatın iktidar partisinin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmesi nedeniyle bunların başımıza geldiğini savunmak şeklinde. Bu yaklaşımın gerek iktisat gerekse politik ekonomi literatürlerinde teorik açıklamaları da bulunuyor. Hatta merkez bankası bağımsızlığı literatürü ile siyasi iş çevrimleri literatürü yakından ilişkili şekilde gelişiyor. (Dileyen okur, Merkez Bankası Bağımsızlığının Ekonomi Politiği kitabımı şuradan ücretsiz olarak indirebilir, kitaptaki 4. Bölüm’de sözünü ettiğim literatür ele alınıyor).
Sorun bir kere bu şekilde tanımlanınca, yani siyaset ve siyasetin ekonomiye müdahalesi bir sorun kaynağı olarak tanımlanınca, iktidar partisinin ekonomi üzerindeki yetkilerinin kısıtlanması, yani bürokratik kurumların siyasi iktidar karşısında güçlendirilmesi önerisi sorunun çözümü için yegane seçenek olarak sunuluyor. Bu Türkiye’deki muhalif seçmenin de kulağına hoş gelen bir öneri. Zira şu andaki meclis muhalefetinin sahiplendiği görüş bu. Ancak bu yaklaşım sorunsuz değil. Keşke mesele bu kadar basit olsaydı.
EKONOMİNİN HANGİ EVRENSEL KURALLARI?
Zira konuyu biraz daha düşündüğümüzde şu sorun karşımıza çıkıyor: Siyasi iktidarın ekonomi alanındaki icraatları kısıtlanacaksa, ekonomi nasıl toplumun genel refahını artıracak şekilde yönetilecek? Burada genellikle verilen yanıt, takdir hakkına alan açan bir yönetim sisteminden ziyade kurallara dayalı bir yönetim sisteminin olması gerektiğidir. Bu durumda, iktidara gelip giden partiler ekonomi konusunda kendi tercihlerini yansıtamayacak ve ‘seçim ekonomisi’ sorunu ortadan kalkacaktır.
Yine ilk bakışta çözüm gibi görünen bu pozisyonun, biraz daha detaylı baktığımızda halen pek çok sorunu barındırdığını görebiliriz. Öncelikle yanıtlamamız gereken soru şu: Ekonomi, siyasetin erişemeyeceği bir yerde konumlandırılacaksa ve ekonomi yönetimi kurala dayalı gerçekleşecekse, bu kuralları kim belirleyecek? Yine aynı konuda ikinci ve belki de daha önemli soru şu: Ekonominin kuralları, hangi ekonomi kuramına göre belirlenecek?
Basitleştirmek için güncel örneklerden hareket edelim: Cari açığı azaltmak için faiz indirimlerine girişen Nebati dönemindeki ekonomik yaklaşım mı etkili ‘kural’ olarak belirlenecek, yoksa enflasyonun düşürülmesinin toplumsal refaha yapılabilecek en önemli katkı olduğunu savunan ancak enflasyonu düşürmenin maliyetini ücretlilere yıkan mevcut Şimşek dönemindeki ekonomik yaklaşım mı? Ve bu ikisinden hangisinin ‘kural’ olarak belirleneceğine kim karar verecek?
DEMOKRASİ-TEKNOKRASİ
Dikkatli okuyucunun fark edeceği gibi, esasında bu konu bir yanıyla demokrasi-teknokrasi tartışmasına açılıyor. Bu tartışmanın bir ucunda yetki ve sorumluluk sahibi konumlarda uzmanların olması gerektiğini ve daha genel olarak yönetim konusunun siyasetten arındırılması gerektiğini savunan bir pozisyon var. Bu pozisyon demokrasiyi çoğunlukla alt sınıfların sorun çıkardığı ve uzmanların işlerini yapmasını engelleyen bir karmaşa olarak görür. Bu yönetim biçimi için ideal olan seçimlerin olmaması ya da oluyorsa da insanların yaşamlarında önemli yer kaplayan ekonomi gibi bir konunun oylanmadığı bir seçimlerin olmasıdır. Yani depolitize edilmiş bir siyaset. Tam bir oksimoron! İşin ilginci, açık bir şekilde demokrasi karşıtı olan bu teknokratik pozisyon farklı dozlarda da olsa yaygın olarak savunulmaktadır.
Bu tartışmanın diğer ucunda ise, iktidar partisinin yaygın şekilde kullandığı şekliyle ‘bürokratik vesayeti’ kaldırmış ve sistem içi denge ve kontrol mekanizmalarını ortadan kaldırarak gücün tek bir yönetim organında merkezileşmesini savunan yaklaşım çıkıyor. Burada genellikle karıştırılan husus şu: Bu tip bir merkezileşmiş iktidar kompozisyonu, her ne kadar bunun failleri tarafından demokratikleşme olarak sunulsa da, gerçekte yaşananın demokrasiden uzaklaşmanın bir başka biçimi olduğu görüyoruz. Yani teknokratik yönetim savunucuları ile bürokratik vesayeti kaldırdığını savunanların demokrasiye mesafesi neredeyse aynı.
İKTİDAR BLOĞU
Bu tartışmanın ana akım yaklaşımlar açısından vardığı yer, siyasiler ile teknokratlar arasında bir denge kurmak gerektiği argümanı. Ancak bu ara çözüm, konunun özündeki sorunları çözmüyor. Süreci iktidar bloğu kavramından hareket ederek düşünürsek, ekonomi politikalarının belirlenmesinde siyasi iktidar ve bürokrasinin yanına bir üçüncü aktörü yani farklı sermaye fraksiyonlarını eklemeliyiz (Kısa bir hatırlatma; iktidar bloğu tanım olarak üçlü bir yapıya dayanıyor: siyasi iktidar, bürokrasi ve sermaye kesimleri).
Bir başka ifadeyle, belirli bir dönemdeki ekonomi politikaları, o dönemdeki iktidar bloğunun tercihlerini yansıtıyorsa, burada bürokrasinin siyasi iktidardan özerk olması, o sistemi demokratik yapmaya yetmez. Zira bürokrasi ve teknokratlar belirli bir sermaye kesiminin çıkarlarını, ekonominin evrensel kuralları olarak tanımlayıp, onu siyasi iktidarın zararına da olsa uygulasa ve ekonomi politikaları bu şekilde belirlense, belki seçim ekonomisi sorunu çözülebilir ancak sistemi demokratikleştirmiş olmaz ve toplumsal refahı garantilemez.
Merkez bankası bağımsızlığı ya da ‘kurumları yeniden inşa etmek’ gibi konuları konuşurken, yukarıdaki çerçeveden hareket etmenin daha kapsamlı sonuçlara varmamıza yardımcı olabileceğini düşünüyorum. İleride bu konunun farklı boyutlarını açmaya çalışacağım.
Ümit Akçay Kimdir?
Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene, 2016) kitabının ortak yazarı; Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV, 2007) kitaplarının yazarıdır. Akçay, güncel olarak, yeni otoriterliğin ekonomi politiği, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma konularıyla ilgilenmektedir.
Ekonomik korumacılığın yükselişi 03 Ekim 2024
Sanayi politikalarının dönüşü sol için ne ifade ediyor? 26 Eylül 2024
OVP, Şimşek ve Gramsci’nin tarihsel bloku 19 Eylül 2024
Süper Mario’nun Avrupa’yı kurtarma planı 12 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI