Altın Portakal Film Festivali… Azra Deniz Okyay: Bazı şeyleri ortaya koyduğumuz için rahatsızlar

İlk uzun metraj filmi “Hayaletler” Altın Portakal Film Festivali’nde yer alan yönetmen Azra Deniz Okyay'la konuştuk. Okyay, "Genel anlamda benim gördüğüm, maalesef filmlerde kadını göstererek, ‘ben bir kadın filmi yaptım’ diyen yönetmenlerin çokluğu… Gösteriyor ve bitiyor ama benim kadınlarım, benim arkadaşlarım öyle insanlar değil," diye konuştu.

Google Haberlere Abone ol

ANTALYA - Yönetmen Azra Deniz Okyay’ın ilk uzun metraj filmi “Hayaletler” Altın Portakal Film Festivali’nde Türkiyeli izleyicilerle buluştu. Venedik Film Festivali’nde Eleştirmenler Haftası’nda En İyi İlk Film Ödülü’nü alan “Hayaletler”, İstanbul’un arka sokaklarında yolu kesişen insanların hikayesini ele alıyor. Yer yer didaktik, propagandif bulunan film, kurgusu ve ele aldığı meselelerdeki cesaretiyle dikkat çekiyor.

Azra Deniz Okyay ile festival son gününde “Hayaletler”i konuştuk.

“Hayaletler” görsel olarak alışılmışın dışında bir tavra sahip. Cep telefonunun artık sinemaya entegre olduğu bir dönemdeyiz ve filminizde de bunu görüyoruz. Bu tercihi konuşarak başlamak istiyorum.

Instagram görüntülerini bir romandaki bölümler gibi kullanmak istedim. Aynı zamanda da bu aşikâr olduğumuz farklı şeyi aslında ters köşe başka şekilden sokmak; bölümlerken de ‘bakın bunu böyle de kullanabiliyorum’ demekti niyetim. Biraz video-artvari tavır olduğunu düşünüyorum. Çünkü ben bu şekilde çalışıyorum, farklı bir iz olduğunu düşünüyorum.

‘BÜTÜN FİLM BİR SPİRAL GİBİ’

Dikkat çeken noktalardan birisi de filmin kurgusunda aldığınız risk. Kurgudaki bu anlayışa nasıl karar verdiniz?

Yazdıkça, harmanladıkça geliştirdiğim bir durum olmaya başladı. Yani ‘ben bunu böyle yapacağım’ diye çıkmadı film. Bu tekdüze de anlatılabilecek bir hikâyeyken, ‘Bir şeyi yaşarken başka bir bakış açısına girebilmek nasıl olurdu?’ sorusunu düşündüm. Kurguda bunu nasıl oturtabileceğimi de ortaya koymak istedim. Bir spiral gibi bütün film... Bunları yazarken dolayısıyla kurguyu da farklı bir şekilde çalıştığımı düşünüyorum.

Kurguyu çekime girmeden önce kafamızda yapmaya başladık. Görüntü yönetmeni Barış Özbiçer’le ve kurgucu Ayris Alptekin’le aynı masaya oturup her saniyenin nasıl başlayıp nasıl biteceğini betimlemek bana bir zaman kazandıracaktı. Çekim yaparken çok az paramız olduğu için çok az da zamanımız vardı. Bu nedenle, çekimlere orada bakarım, doğaçlama tekniğiyle ilerlerim gibi bir rahatlıkla giremedim; en azından bir Türk kadını olarak girmek istemedim. Önceden çalışırsak kurguda daha akıcı olabileceğini düşündüm. Derdim aslında o akıcılığı yakalamaktı.

Azra Deniz Okyay'ın "Hayaletler" filmi Venedik Film Festivali Eleştirmenlerin Haftası bölümünde büyük ödüle layık görüldü.

Filmin odaklandığı birçok mesele var fakat ‘kentsel dönüşüm’ son zamanlarda Türkiye’de birçok sanat dalında ele alınmaya başladı. Bunların yanısıra mahalle kültürünün ve kentsel dönüşümün bir arada oluşunu görüyoruz. Mahalle kültürü ve kentsel dönüşüme dair nasıl bir çalışma yaptınız?

Benim ailem şehir plancısı, mimar. Çocukken Mardin ve Safranbolu’da da kısa süreler yaşadım. Şehir kurma planlarını ailem yaptı. Orada mahalle kültürünü, farklı bir mahallede bir yeri korursanız o insanı da koruyabileceğinizi fark ettim. Çocukluğumda bana bu öğretildi. Bir mahalle içinde çok farklı dilde, farklı kültürde olan insanlar var ve bu Türkiye’nin güzel bir kimliği aslında. Tabii bu yıkıldıkça başka bir kimliğe girme durumu oluşuyor. Çocukluğumdan beri bu konuyla ilgili savaşan bir ailede büyüdüm. Babam Sulukule’yi kurtarmaya çalışan ekipteydi ve tam o sırada kaybettik.

Sulukule yıkıldıktan sonra gençlerin ne yapmaya çalıştığını incelemek adına gittim ve atölye vermeye başladım oradaki çocuklara. Atölye vermeyi çok önemsiyorum. Zeytinburnu’nda da 2007 yılında video atölyesi vermiştim, burada verdiğim atölyeyle, atölyenin bir çocuğun hayatına nasıl dokunduğunu fark ettim. Bu yüzden Sulukule’ye gitmek istedim. Birkaç kamera buluyorsunuz ve çocukların o kameralarla nasıl koşturduğunu, karakterinin nasıl değiştiğini görüyorsunuz. Mahallelerin yok oluşunda ‘sonunda ne kalıyor’u görmek istedim. Bunu görmek, göstermek benim için doğal bir mekanizmaya dönüştü filmde de.

Ben mesela Beşiktaşlı’yım, Çarşılı’yım. Mahallede büyüdüm. Mahallenin enerjisini göstermek en güzel metaforik yoldu.

Filmde dikkatimizi çeken, özellikle oynadığı karakterle Nalan Kuruçim... Kuruçim’in canlandırdığı İffet karakterinin güvenlik kaygısını polis helikopterinin ısrarlı takibiyle görüyoruz. Güvenlik kaygısına dair bir sinemacı olarak neler düşünüyorsunuz?

Helikopterin sesi birçok mahallede var, yani eğer önemli bir durum varsa helikopter geliyor. Bu yurt dışında da bana soruldu, ‘neden helikopter?’ diye. ‘Bizde taksi yok, New York’ta yaşamıyoruz’ dedim.

Helikopter seslerinden dolayı, konuşurken bazen birbirimizi duymuyoruz. Paniklemeden bunları yaşıyoruz. Helikopterin sesinin girip çıkması çok doğal bir akış benim için. Bu video art’ta da benim kullandığım bir temaydı. Yani yeni jenerasyon olarak melez bir kültürden geliyorsak, yani ben en azından melezim, ve bu melezliği de sanatta farklı kullanarak helikopteri, ‘biz izleniyoruz’ duygusunu didaktik şekilde aktarmadan geçen bir kuşmuş gibi koymak istedim.

‘GENÇ BİR KADIN OLARAK SÖZÜMÜ SÖYLEDİĞİM İÇİN DE RAHATSIZ EDEBİLDİĞİMİ FARK ETTİM’

Film Venedik’te gösterilmesiyle Altın Portakal’dan önce Türkiye’de gündem oldu. Filminize dair oryantalizm eleştirileri var. Bu eleştiriler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Oryantalizm garip bir kelime. Yani oryantalist olmak için Avrupa’dan olmanız, Avrupalı olmanız gerekiyor. Ben öyle değilim. Ben genç bir kadın olarak sözümü söylediğim için de rahatsız edebildiğimi fark ettim. Ama alışacaklar, çünkü ortaya çıkıyoruz kadın olarak. Ben bu yüzden oryantalist bulduklarını da düşünüyorum. Orada oryantalist olacak ne var? Evet bir camii vardı, evet orada kız arkadaşlarım bira içiyordu. Bunu göstermek çok korkunç değil bence. Gösterdiğim şeylerin oryantalist olabileceğini düşündüm ama bence rahatsız eden şey özgürlükçü bir kadın…

Genel anlamda benim gördüğüm, maalesef filmlerde kadını göstererek, ‘ben bir kadın filmi yaptım’ diyen yönetmenlerin çokluğu… Gösteriyor ve bitiyor ama benim kadınlarım, benim arkadaşlarım öyle insanlar değil. Kendi özgürlüğünü kendisi yaratan kadınlarla büyüdüm ben. Hepsi feminist olmak zorunda değil ama buradaki teyze bile bir yerde ‘Bir dakika ben niye daha az maaş aldım?’ diyebilecek durumda. Bunu söyleyince oryantalist veya özgürlükçü oluyorsanız o zaman özgürlükçü olalım ama kesinlikle oryantalist olduğumu düşünmüyorum.

‘BAZI ŞEYLERİ ORTAYA KOYDUĞUMUZ İÇİN RAHATSIZLAR…’

Camii sahnesi filmin en önemli sahnelerinden birisiydi. Özellikle bugünün Türkiye’sinde cesur bir sahne. “Hayaletler”de propagandaya dönüşen bir anlatım kurduğunuzu düşünüyor musunuz?

Propaganda yapmak ne demek bilmiyorum. Söylediğim gibi, ilk defa bazı şeyleri ortaya koyduğumuz için rahatsız olduklarından eminim ve bu, sanatın yenilenme aşamasında olan bir şey.

Türkiye’nin görünmeyenleri, ‘hayaletler’i var ve siz bunlara ışık tutuyorsunuz. Sinema ‘hayaletler’in kurtuluşunu sağlayabilir mi, onları görünür kılabilir mi sizce?

Ben sanatın ve özellikle sinemanın birçok insanın hayatına dokunduğunu fark ettim. Sulukule’de küçük bir belgesel yaptım. O zaman ‘Bize umut olduğun için teşekkürler’ diye kısa kısa mesajlar geliyordu; Türkiye’nin her yerinden, Batman’dan Diyarbakır’dan, kadın gazetecilerden, LGBTİ’lerden. Aslında sadece slow motion hareket eden iki kızı gösterdim ve çok basitti yaptığım şey. O zaman anladım ki gösterilmeyen bir şeyi gösterdiğim için umut olmuştum ve bu iyi geldi insanlara. O zaman sinemanın ve sanatın önemli olduğunu anlıyorsunuz ve dünyanın en iyi ödülü oluyor.

İlk filminizle Antalya Film Festivali’ndesiniz. Festivale dair neler düşünüyorsunuz, nasıl geçti bu süreç sizin için?

Farklı filmleri görmek çok rahatlatıcı. Çünkü kolay bir şey değil, sinema salonlarına bütün filmler düşmüyor. Altın Portakal Film Festivali’ni pandemiye rağmen yapmaları çok iyi oldu. Kendi aramızda tartışabilme gibi alanların açılabilmesi de çok değerli.