YAZARLAR

Aileyi kutsayarak eril şiddeti beslemek

Karaaslan ailesinden 4 kadın ve kız çocuğu o ailedeki erkek tarafından evlerinde öldürüldüğünde sormak gerekiyor: Aileyi İstanbul Sözleşmesi mi erkek şiddeti mi yok ediyor? Beklentiniz o ailedeki erkeği, şiddet failini mi korumak, erkek şiddetini aile içinde besleyip büyütmek mi? Yeterli olduğu iddia edilen iç mevzuatımızın başında gelen 6284 sayılı şiddetle mücadele yasası da bugün yine İstanbul Sözleşmesi karşıtlarının hedefinde ve iktidarın yasayı budama hazırlığı gündemde.

Çarşamba günü Şırnak İdil’den gelen korkunç haber, cins kırım kavramının somutlaşmış hali gibiydi. Hasan Karaaslan adlı bir erkek evli olduğu kadını ve üç kızını öldürmüş. Kadın cinayetleriyle her gün en az üç kadını hayattan koparan erkeklerden birisi evli olduğu kadın dahil kendi kızlarını katletmiş. Ailesindeki kadın cinsini kırmış, ailedeki kadınların soyunu kurutmuş. JİNNEWS, 24 Ağustos tarihli haberinden öğrendiğimize göre önceki gece evli olduğu kadını ve üç kızını öldürdükten sonra polise teslim olmuş. Sabah ilk saatlerde gelen haberle günde dört kadın cinayeti işlendiğini öğrenerek gün ürkütücü başladı.

Bu arada üç kadına şiddet uygulayıp ölümle tehdit eden, bir kadının ağır yaralayıp Ezgi Zerkin’i öldüren Deniz Özarslan hala kaçak. Yakalan(a)madı. Anne Ziynet Zerkin ve Ezgi’nin kız kardeşi, yakalanmayan failin şiddet tehditi altında hala. Bir erkek beş kadını şiddet uygulamakla, öldürmekle tehdit ediyor birini yaralayıp birisini öldürüyor ama hala devlet tarafından yakalanmıyor. Anne Ziynet Zerkin’in isyanla haykırışı hala kulaklarımızda. “Sen nasıl devletsin? Nasıl yakalayamıyorsun yaa?” Kendisi de aynı failin şiddet tehdidi altındaki bir acılı annenin isyanı ne kadar haklı, ne kadar yerinde ve yaşanmakta olanın özeti. Yakalan(a)mıyor çünkü İçişleri Bakanlığı çok meşgul. 81 ilin valisine genelge gönderip kadın platformlarını ve öğrenci kulüplerini terörle iltisaklı değerlendirerek illegal yapı ilan etmekle meşgul. Kadın cinayetlerini durdurmak yerine, failleri yakalamak yerine Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na (KCDP) bünyesindeki Dernekler Dairesi aracılığıyla kapatma davası açmakla meşgul. İkinci duruşmanın 5 Ekim'de gerçekleşeceğini de hatırlatmış olayım bir kere daha.

Kadına yönelik şiddet olgusu, yani erkek şiddeti olgusu küresel bir suç ve ülkeden ülkeye, kültürden kültüre farklılık göstermiyor. Küresel suçla mücadele yöntemleri de küresel ilkelerle yapılmak durumunda. Bu nedenle erkek şiddetiyle mücadele için pek çok uluslararası sözleşme hazırlanmış durumda. Ancak Türkiye yerli ve milli olmadığı şeklindeki garip, tuhaf iddialara dayanarak, bir gece yarısı tek kişinin hukuksuz kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme garabetini gerçekleştirdi. Dünyadan, gerçeklerden ve hukuktan, insan haklarından bunca kopuk bir kararla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmış olma hali bugün kadınlara ve kız çocuklarına yönelik erkek şiddetinin, ataerkil cinayetlerle cins kırım uygulanmasının artış sebeplerinden birisi. İçişleri Bakanlığının genelge ile kadın platformlarını illegal yapı olarak ilan edebilmesini kolaylaştıran da bu karar. Deniz Özarslan gibi faillerin yakalanmasını önleyen, kolluk güçlerini gevşek davranmaya iten de bu karar demek kadar ileri gitmek istemiyorum ama belirteyim ki aklıma gelmiyor değil.

Hasan Karaaslan tarafından öldürülen Leyla Karaaslan ve üç kızı Derya (17), Melek (16), Şerife (13) bir aileydi. Gecenin bir vakti öldürüldükleri yer aile konutuydu, evleriydi. Danıştay 10’uncu Dairesindeki sadece 3 yargıcın yerinde bulduğu çıkma kararı için hiçbir gerekçe belirtme ihtiyacı duyulmasa da İstanbul Sözleşmesi karşıtlarının ileri sürdüğü iddialara şirin görünmek için yapıldığını biliyoruz. Aile için zararlı buldular Sözleşmeyi. Ve Karaaslan ailesinden 4 kadın ve kız çocuğu o ailedeki erkek tarafından evlerinde öldürüldüğünde sormak gerekiyor: Aileyi İstanbul Sözleşmesi mi erkek şiddeti mi yok ediyor? Beklentiniz o ailedeki erkeği, şiddet failini mi korumak, erkek şiddetini aile içinde besleyip büyütmek mi?

Niyetleri bu değilse bile gerçekleşen tam olarak bu: Kadınları ve kız çocuklarını değil şiddeti ve şiddet faillerini koruyor bu ülkeyi yönetenler. Deniz Özarslan gibi erkek şiddeti faili bir erkek yakalan(a)mıyor ama kadın cinayetlerini ve erkek şiddetini protesto eden kadınlar anında yakalanıyor, gözaltına alınıyor, örgütlerine kapatma davası açılıyor, bütün kadın örgütleri, anonim kadın platformları adı altında illegal yapı ilan ediliyor. Bu genelgeyi bu şekilde yazıp gönderenlere suç duyurusunda bulunulsa sonuç ne olur? Danıştay, Sözleşme hakkındaki hükmünü aynıyla kurup yerinde bulur mu? Ona ne şüphe… Danıştay, ülkenin geleceği ve kadınların, kız çocuklarının yaşamı hakkında karar verdiğini bilmeli. 19 Temmuz'dan bu yana işlenen cinayetlerde her bir erkek şiddetinde fail kadar, görevini yerine getirmeyenler kadar 10’cu Dairenin üç yargıcının da sorumlu olduğunu bilmeli.

Bugün Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) basın açıklamasına dair Gazete Duvar haberi, Danıştay’ın sorumluluğu yönünde BM uzmanlarının farkındalığını ve müdahalesini gösteriyor. Birleşmiş Milletler adına kadına yönelik ayrımcılık ve şiddetle mücadele alanında görevli üç uzman görüşünün yer aldığı bir metin Danıştay’a gönderilmiş 20 Ağustos günü. Resmi sitede yer verilen ve Danıştay başta olmak üzere bazı kurumlara gönderilen uzman görüşünün Ankara’da bir notere onaylattırılmış resmi Türkçe çevirisi de yer alıyor üstelik. Uzmanlar görüşlerinin dikkate alınasını gecikmeden garantilemek istemişler anlaşılan. Ve bizler durumu EŞİK Basın Açıklaması ile bu açıklamayı kaynak gösteren gazete haberlerinden öğreniyoruz. Birleşmiş Milletler uzmanlarınca Danıştay’a iletilen görüşlerin içeriğine girmeden önce bu metnin hazırlanmasında pay sahibi olabileceğini düşündüğüm bir anımı aktarmak istiyorum.

“Danıştay’ı, Türkiye’nin bir an önce İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönmesinin önünü açmaya davet ediyoruz” cümlesinin de yer aldığı görüşü imzalayan uzmanlardan birisi Reem Alsalem. Ve 19 Temmuz'da Ankara’daki resmi ziyareti çerçevesinde gerçekleştirilen kadın sivil toplum örgütleri toplantısına katılmıştım. Reem Alsalem, Birleşmiş Milletler Kadınlara ve Kız Çocuklarına Yönelik Şiddet, Sebepleri ve Sonuçları Özel Raportörü ve ülke ziyaretlerinde hükümet birimleriyle olduğu gibi sivil toplum temsilcileri ile de görüşmeler yapıyordu. Ankara’daki sivil toplum toplantısına EŞİK adına katılıyordum. Toplantının başlamasından sadece beş dakika önce Danıştay kararının haberi gelmiş Cumhurbaşkanı çekilme kararının iptalini isteyen davacı talepleri ret edilmiş davalı Cumhurbaşkanının çekilme kararı hukuka uygun ve idari işlem yerinde bulunmuştu. Haberi duymamla telefonumun çalması bir oldu adeta. Medyascope’dan arkadaşlar hızlı ve kısa yorum istiyordu. Toplantı salonunun girişinde kısacık bir yayın tamamlanmadan önce de Reem Alsalem ekibiyle salona girdi. Yani biz, o toplantıya katılacak olan kadınlar, hepimiz şoke olmuş haldeydik. Ret kararı ihtimalini bekliyor olmak, karar çıktığı anda derin bir teessür duygusuna sürüklenmeyi engellemiyor maalesef. BM toplantıları yapılandırılmış (formel) olur bilindiği üzere ancak kadın örgütleriyle yapılan toplantılar, ilgili uzmanların da aktivist yönüne bağlı olarak daha samimi görüş alışverişi ortamına dönüşür genellikle. Fakat bu defa duygu ve düşünce yoğunluğumuz o kadar yüksekti ki o kendimizi tanıtma ilk turunu filan bırakın bir yana toplantının resmi gündemi bile aklımızdan uçup gitmişti. Heyecanla her birimiz birbirimizin ağzından sözü’ kaparak’ konuşuyorduk. Sadece İstanbul Sözleşmesi ve özellikle Danıştay süreci, Danıştay kararı vardı sözlerimizde. Çevirmenler yetişemiyor Sevgili Reem anlamakta zorlanıyor, şaşkınlıktan şaşkınlığa düşüyordu. Neyse önce bizi sakinleştirmenin bir yolunu buldu ve belki de toplantının ikinci yarısında ancak her zamanki gibi dostane, samimi konuşmalarla dünyanın en ciddi konularını ele alan, çözüm önerileri getiren bilindik kadın toplantılarına dönüştüğünde konunun ciddiyetini kavramıştı. Sonraki günlerde farklı illerde farklı örgütlerle, farklı temsilcilerle yaptığı toplantılarda da Danıştay kararının başköşeye kurulduğunu katılan diğer EŞİK temsilcisi arkadaşlarımdan biliyorum. Türkiye için, bu ülkenin kadınları ve kız çocukları için İstanbul Sözleşmesi’nin önemini kavradığı gibi görüş metninde “rotanın tekrar bu yöne çevrilmesi için geç kalınmış değil” cümlesinin gösterdiği üzere insan haklarına dayalı hukuk devleti niteliği açısından değeri de raportörün gözünde somutlaşmış olmalı. Üç uzman imzasıyla Danıştay’a görüş verilmesinde Reem Alsalem’in şoke edici Türkiye deneyiminin payı vardır muhtemelen. BM Uzman görüşü Türkçe çeviriye buradan ulaşabilirsiniz. 

Neyse çok uzattığım için verilen görüşlerin içeriğine girmek yerine buraya metinleri bırakmak daha iyi olacak sanırım. Adli tatilin bitişiyle çok yakın zamanlı olan temyiz için Danıştay İdari Dava Daireleri (İDD) Kuruluna başvuru için tespit edilen son tarih birbirine çok yakın. Uzman görüşü umarım temyiz aşamasında verilecek diğer dosya içerikleri gibi dikkate alınır ve ülke bu yanlıştan döner. Şiddet gören ve görme ihtimali olan tüm kadınlara ve kız çocuklarına Danıştay şiddetsiz, güven içinde eşit yurttaşlık hakkını teslim etmekle yükümlü. “İç mevzuatımızın yeterli olduğu” safsatasını önemseyerek bu küresel suçla sadece ulusal mücadelenin yeterli olacağına kanat etmiş görünen 10’uncu Dairenin üç yargıcına karşı İDD on beş yargıcına bir de ikazda bulunmak gerekiyor. Yeterli olduğu iddia edilen iç mevzuatımızın başında gelen 6284 sayılı şiddetle mücadele yasası da bugün yine İstanbul Sözleşmesi karşıtlarının hedefinde ve iktidarın yasayı budama hazırlığı gündemde. Koruyucu şemsiye niteliğindeki İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden taraf olmamız için sorumluluklarını idrak etmeli yüksek yargıçlar.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.