58. Antalya Altın Portakal Film Festivali… Nazlı Elif Durlu: Sıradan görünen deneyimler daha kıymetli

58. Antalya Altın Portakal Film Festivali tüm hızıyla devam ediyor. Nazlı Elif Durdu’yla uzun metrajlı ilk filmi "Zuhal"i konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR – Ödüllü kısa filmleriyle tanınan yönetmen Nazlı Elif Durlu’nun ilk uzun metraj filmi “Zuhal”, ilk kez 58. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde seyirciyle buluştu. Senaryosunu Nazlı Elif Durlu ve Ziya Demirel’in birlikte yazdığı, yapımcılığını Anna Maria Aslanoğlu’nun üstlendiği film, İstanbul’un merkezinde yalnız yaşayan Zuhal adlı bir kadının evinin derinlerinden gelen bir kedi sesinin peşinde çıktığı çaresiz arayışı ve o güne dek yüzlerini bile görmediği komşularıyla yaşadığı absürt karşılaşmaları konu alıyor. Filmde Zuhal’e Nihal Yalçın hayat veriyor.

Nazlı Elif Durlu

Oyuncu kadrosunda Nihal Yalçın'ın yanı sırai Sadi Celil Cengiz, Nur Sürer, Serpil Gül, Sencar Sağdıç, Aysan Sümercan, Burcu Halaçoğlu, Şebnem Sönmez ve Çağdaş Ekin Şişman’ın yer aldığı filmin görüntü yönetmenliğini Sebastian Weber üstlenirken, kurgusunu Buğra Dedeoğlu ve Selda Taşkın, sanat yönetmenliğini de Osman Özcan yaptı. Filmin müziklerinde ise genç müzisyenler Alexander Lawrence ve Yusuf Tan Demirel’in imzası bulunuyor.

Nazlı Elif Durdu’yla ilk filmi "Zuhal"i konuştuk.

'İLK ÇIKIŞ NOKTAM, ARKADAŞ ORTAMINDA DUYDUĞUM BİR HİKÂYE OLDU'

Bir ilk film olan "Zuhal"le karşı karşıyayız. Her ilk’in bir hikâyesi vardır. Sizin yolculuğunuz nasıldı?

Yolculuğumuz zorlu ama güzeldi. Bir arkadaş ortamında duyduğum ve etkilendiğim bir hikâye ilk çıkış noktam oldu. Burada ilk kez tanıştığım bir kadın bana, uzunca bir süredir bir kedi sesi duyduğunu ama kendisi dışında kimsenin bu sesi duymadığını ve en yakınındaki insanların bile ona inanmadığını anlatmıştı. Ben de ‘o kadının yerinde olsaydım bu kedi sesinin peşinden gider miydim, yoksa fazla da dikkat çekip şüphe uyandırmamak adına bu sesi duymazlıktan mı gelirdim’ sorusunu kendime sordum önce; derken bunun bir filme dönüşmesi fikri geldi ve gittikçe bunu sevmeye de başladım. Hikâyenin sahibinden de izin alarak Ziya (Demirel) ile birlikte senaryoyu yazmaya başladık. Tam bu süreçte de yapımcımız Anna Maria’nın (Aslanoğlu) da aramıza katılmasıyla birlikte çekirdek ekip tamamlandı ve filmin yolculuğu başladı. Nihal’in (Yalçın) filmde yer almayı kabul etmesinden bir sene sonra da filmin çekimlerine başladık. Her film büyük zorluklarla yapılıyor elbette ama şimdi geri dönüp baktığımda böyle bir ekiple çalıştığım için kendimi çok şanslı hissediyorum.

Nihal Yalçın’ın oyunculuğu dikkat çekiciydi. Yönetmen olarak set ekibiyle ve oyuncularla nasıl bir çalışma gerçekleştirdiniz?

Nihal’le çekimden önce Zuhal karakteri hakkında detaylı bir şekilde konuşma şansı bulduk. Bu buluşma ve konuşmalar çekime hazırlığın ötesinde biraz da birbirimizi tanıma ve yakınlaşma sürecimiz oldu. Bu sürede kurulan güven ilişkisinin filme çok büyük bir katkısı olduğuna inanıyorum. Aynı zamanda görüntü yönetmenimiz Sebastian’la (Weber) da uzun bir hazırlık süreci geçirdik ve senaryoyu detaylı bir şekilde değerlendirme şansı bulduk. Tabii bu hazırlıklar biraz kâğıt üzerinde yapılıyor; mekâna geçildiğinde ve çekimlere başladığımızda bunları birebir uygulamak mümkün olmayabiliyor. Olabildiğince iyi hazırlanmak ama bir o kadar da çekim öncesi verilen kararlara ne zaman sadık kalacağımıza veya ne zaman B planına geçeceğimize çekim esnasında ve akışında karar vermenin doğruluğuna inanıyorum.

Ses, filminizde bir özneye dönüşüyor. Sinema elbette görsellik kadar işitselliği de barındıran bir sanat disiplini… Sizin sese dair yorumunuzu merak ediyorum.

"Zuhal" dinlemekle olduğu kadar ses ve hatta sessizlikle de ilgili bir film; bu yüzden de Zuhal’in duyduğu bütün seslerin hikâye bütününde bir anlamı olması çok önemliydi. Ortam seslerini salt bir atmosfer yaratmak için kullanmadık, aynı zamanda Zuhal ve komşuları hakkında da ipucu verecek şekilde tasarladık. Senaryo aşamasından başlayarak birçok sahnede ses tasarımın nasıl olması gerektiği konusunda çok düşündük. Ardından kurgucularımızdan Buğra (Dedeoğlu) ile detaylı bir çalışmaya koyulduk; pek çok sahnenin ana çatışmasının Zuhal’in duyduğu veya duymadığı sesler hakkında olması bizi çok titiz bir çalışmaya sürükledi. Ses tasarımcılarımız Fatih Rağbet ve Eli Haligua’ydı. Hep birlikte kedinin farklı anlarda duyduğumuz türlü seslerinden tutun da bahçedeki hortumdan Zuhal’in elbisesine sıçrayan suyun sesine kadar çok detaylı bir ses dünyası yarattık.

Zuhal, metaforlarla ilerleyen bir film… Metaforlar sinemanızda nerede duruyor?

Metaforlar kurmaktan daha çok duygusal bir deneyimi anlatmak istedim. Ama çok boyutlu anlatımları seviyorum. Filmin birkaç katmandan okunabilmesi hoşuma gidiyor. Zuhal’in hikâyesi de bu tür bir anlatı için çok elverişliydi, o yüzden senaryo gelişim aşamasında bu kedi sesinin ne anlama geldiği üzerine uzun uzun konuştuk ve bunu özenle geliştirdik.

‘İYİ BİLDİĞİM DÜNYAYI ANLATMAYI SEÇTİM’

Günümüzde kentli yoksulluğu toplumsal bir meseleye dönüştü. Sizin filminizde ise görece daha bireysel bir nokta ele alınıyor. Bu bireysellik kentli kadının yaşadığı varoluş meselesini ve toplumdaki sosyo-ekonomik sorunları anlatmakta yeterli mi?

Öncelikle, kentli bir kadının sinemamızda önemsenmediği için belki de, çok da bahsi geçmeyen çelişkilerini, ilişki kurma biçimlerini, kendini var etme çabasını anlatmak için bu filmi yapmak istedim. Bu tabii ki içinde bulunduğumuz sosyo-ekonomik şartlardan bağımsız değil, -ki Zuhal’i yaratan ve dönüşümünü sağlayan süreç de onun sınıfından bağımsız değil- ama odak noktam daha kişisel bir hikâye anlatmaktı.

‘KÜÇÜK, ÖNEMSİZ, SIRADAN DENEYİMLİ ANLATMAYI DAHA KIYMETLİ BULDUM’

Zuhal karakteri üzerinden bir kadın özelinde belli bir kesimin yaşadığı yalnızlık ve beraberinde gelen çeşitli sorunları işliyorsunuz ve bunu gündelik yaşamdan pratiklerle görüyoruz. Bir apartmanda geçen film, sizce sokağı, bahçeyi, kenti, ülkeyi yeterince anlatabiliyor mu? Bir metafor olarak evin dışına çıkmamanız bir yönetmen tercihi mi?

2009’da ilk kısa filmim "Güven Bana"dan başlayarak hiçbir filmimde büyük yargılarda bulunmak ya da tüm şehri ya da ülkeyi anlatmak iddiaları taşımadım. Küçük, önemsiz ya da sıradan görünen deneyimleri anlatmayı ise hep daha kıymetli buldum. "Zuhal" dinlemekle ilgili bir film, bir yönetmen ve yazar olarak kesin hükümlü ve yargılayıcı bir söz söylemek derdine girseydim korkarım ki anlattığım hikâyeyle de çelişkiye düşerdim.

Zuhal’de çeşitli erkeklik krizlerini de görüyoruz. Bu sekansları ironi ve mizahla izleyiciye aktarıyorsunuz. Sinemanızda ironi ve mizah kavramları nerede duruyor?

Mizahı hayatla bir baş etme şekli olarak görüyorum. Karşılaştığımız zorluklarla ilgili şikayet etme halinin bizi biraz pasifleştirdiğini düşünüyorum. Mizah, olaylara mesafeyle bakmamızı sağladığı için hem kurban pozisyonunda kalmamıza engel oluyor hem de olup bitenleri soğukkanlılıkla değerlendirip mücadele etmek için güç bulmamıza yardımcı oluyor. O yüzden yaptığım işlerde mizahı önemsiyorum.

Önümüzdeki günlerde izleyicilerinizi bekleyen başka çalışmalarınız olacak mı?

"Zuhal"in yolculuğu daha yeni başlıyor, bir süre dünya festivallerini dolaşacak. Ama bir yandan da evet, yapımcım Anna Maria ile birlikte yeni bir proje üzerine çalışıyoruz, henüz senaryo geliştirme aşamasında ve ilk durağı Şubat’ta, Akdeniz Film Enstitüsü (MFI) Senaryo Atölyesi Ödülü’nü kazandığımız Köprüde Buluşmalar oldu. Ayrıca, senaryosunu Ziya ile birlikte yazdığımız ve bu kez onun yönettiği "Ela ile Hilmi ve Ali" çıkacak ortaya, ona da ayrıca heyecanlıyım…