YAZARLAR

Vicdan rahatlığıyla tatil yapma hakkı

Binbir türlü derdi olan bu ülkede, kadınlar olarak her birimiz kıyafetimize karışılmamasından fazlasını hak ediyoruz. Şort giydiğimiz için hakkımızda soruşturma açılmamasından fazlasını… Enerjimizi zaten çoktan kazanmış olduğumuz haklarımızı elimizde tutmak için değil, tam eşitlik için tüketmek istiyoruz mümkünse. Vaktimiz kıymetli, ömrümüz kısa ve tek. Tatile gittiğimizde vicdan rahatlığıyla tatil yapmayı hak ediyoruz. Ve de direnmekten öte mutlu olmayı…

Söylemesi ayıp her canlı gibi benim de dinlenmeye ihtiyacım olduğundan bir haftalık bir tatilde idim. Lakin, kısacık tatilimde Türkiye meselelerinden uzak kalamadım. Her ne kadar haberlerden uzak durmak için insanüstü bir çaba sarf etsem de bunu sadece bir miktarcık başarabildim. Geri kalan kısmını da Yunanistan televizyonları tamamladı. Nasıl yani, diyeceksiniz. Şöyle, komşuda pek aksiyon olmadığından olsa gerek –Mikonos’ta son durumu falan gösteriyorlar abartmıyorum- televizyonlarda sürekli Türkiye’den haberlere rastladım. Hatta bu haberlerin bir kısmı Türkiye’de veril(e)meyen haberlerdi. Yani, biraz komik ama, sizden daha “gerçek” haberim oldu bazı şeylerden. Dışarıdan ülkeyi izlemenin ne kadar acı olduğunu, hiç istemediğim halde, deneyimlemiş bulundum. Sırf bu yüzden bile, bu ülkeden başka bir yere gidemeyeceğimi daha iyi anladım. Bununla birlikte, aslında ne kadar bereketli ve cennet bir ülkede yaşadığımızı da bir kez daha anladım. Buna karşılık, bu derece güzel bir ülkeyi hangi yetenekle (!) lehimize kullanamadığımızı, bilakis nasıl bir hunharlıkla katlettiğimizi ise, bir kez daha anlayamadım.

Döner dönmez de ayağımın tozuyla Maçka Parkı’ndaki Kıyafetime Karışma Forumu’na gittim. Zira Türkiye’de “direnmek” bir yaşam biçimi artık. Ve de çaresiz. Yunanistan’da kimsenin umurunda olmayan şort, burada birilerini rahatsız ediyor çünkü. Durup düşününce, sokakta rahatça şort giyip gezebilmek için mücadele vermemiz çok komik geliyor. Fakat ne yazık ki, bu noktalara geldik. Bu yazı da, yazmak istediğim tarzda bir yazı değil aslında. Feminizm mi yazacağım; dünyadaki yeni yükselişleri, tarihini yahut mevcut üçüncü dalganın ötesini yazmak isterdim örneğin. Ama "şortumuza karışmayın" demek durumunda kalıyoruz. Müftülerin nikah yetkisinin yasaya aykırılığını açıklamak zorunda kalıyoruz. Kadınların anne olmak zorunda olmadığını yahut anne olmayan kadınların yarım olmadığını anlatmaya çalışıyoruz. Kısacası geçmişte çoktan kazanmış olduğumuz haklarımızı elimizde tutmak için, bir ucundan var gücümüzle çekiştirip duruyoruz. İşte bunlar hem bu güzel ülke adına, hem insan hakları adına, hem de bu ülkenin kadınları adına çok utanç verici, çok üzücü.

Sonra, bu ülkede Adalet Bakanlığı yapmış olan Bekir Bozdağ çıkıp “şort giyenlere soruşturma açılmadığını” belirterek kendimizi güvende hissetmemizi sağlıyor mesela. Gerçi daha evvel kendisine yöneltilen “Türkiye’de adalet var mı?” sorusuna “Elbette Türkiye’de adalet var” diyerek içimizi de ferahlatmıştı. İşte bunlar da bizim küçük mutluluklarımız.

Hepimizin bildiği üzere, ülkede hem fiili hem de yasal anlamda ciddi sistemsel değişiklikler yapılıyor. Anayasal ve temel bir ilke olan laiklik ilkesi ise, her ne kadar yasal anlamda varlığını korusa da, filli anlamda en çok içi boşaltılan ilke durumunda. Başta eğitim olmak üzere her alanda açık bir İslamileştirme hareketi görüyoruz. Hemen belirtelim; sözümüz İslam’a değildir. Lakin bu ülke bir din devleti de değildir (Bakınız şimdi de var olan laiklik ilkesini açıklamak zorunda kaldık). Müftülere nikah kıyma yetkisi verilmesi de bu hareketin yalnızca bir parçası. Gelin görün ki, detay gibi görünen laikliğe aykırı her hareketin insan hakları bağlamında çok büyük sonuçları var. "Aman canım, müftü de nikah kıyıversin ne olmuş yani" diyemeyiz. Dersek bir sonraki hareketin önünü açmış oluruz. Halihazırda zaten önünü alamadığımız çocuk istismarını meşrulaştırmış oluruz örneğin, erken yaşta evliliklerin altına imzamızı atmış oluruz. Binbir güçlükle engellediğimiz çocuğun tecavüzcüsüyle evlenmesine cevaz veren yasayı bir başka şekilde yürürlüğe koymuş oluruz. Yine, forumda da belirttim; müftünün nikah kıymasının hukuka aykırı olduğunu anlatmak için koca koca hukuki makalelere gerek yok. Bu laiklik ilkesinin doğal bir gereğidir ve bu yetki nikah memuruna verilmiştir. Eğer bu yetki durup dururken müftüye de veriliyorsa, kusura bakmayın da biz de bunun altında bir bit yeniği ararız. Şıp diye de buluruz. Nitekim her şey kabak gibi ortada. Nasıl bir tepki vermemizi bekliyorsunuz yani; ne şahane yaptınız dememizi mi? İcat çıkarmayın, derler insana…

He şunu da not düşeyim; tüm bu topyekûn taarruzun, sonucu her ne olursa olsun birer alıştırma eylemi olduğunu unutmayalım. Yani, bugün yasalaştırılmak istenen “bazı” tasarılar yasalaşmasa dahi ilerisi için uygun psikolojik ortamı hazırlamaya yarıyor. Ya da bir kadın şort giydiği için tekmelendiğinde, toplum ne kadar ayaklansa da, gözdağı verilmiş oluyor. İşte bu ufak fakat birikimsel psikolojik dayatmalara izin vermememiz gerekir. Bunu da ancak her an farkında olarak, bu farkındalığı yayarak ve söylemlerimizi cesurca uygulayarak sağlayabiliriz.

Binbir türlü derdi olan bu ülkede, kadınlar olarak her birimiz kıyafetimize karışılmamasından fazlasını hak ediyoruz. Şort giydiğimiz için hakkımızda soruşturma açılmamasından fazlasını… Enerjimizi zaten çoktan kazanmış olduğumuz haklarımızı elimizde tutmak için değil, tam eşitlik için tüketmek istiyoruz mümkünse. Vaktimiz kıymetli, ömrümüz kısa ve tek. Tatile gittiğimizde vicdan rahatlığıyla tatil yapmayı hak ediyoruz. Ve de direnmekten öte mutlu olmayı…


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.