YAZARLAR

Modern cadı avları

Cadı avı günümüzde sosyal medya üzerinden de yapılabiliyor. Buna bir dijital şiddet biçimi olarak “dijital cadı avı” denebilir. Ağır bir psikolojik şiddet aynı zamanda. Ve elbette fiziki sonuçları olması da mümkün. Ve fiziki olandan daha az tehlikeli değil. Diğer bir deyişle, cadı avları bitmiyor, yalnızca şekil değiştiriyor, modernize oluyor. Ta ki eril tahakküm bitene, eşitlik gelene kadar.

Ataerkil yapının feminist alerjisi, “eril” kelimesine refleks olarak mesafe aldırıyor ve hakaret gibi algılanıyor. Fazla değil, bir miktarcık, “eşitlikçi” gözlüklerle baktığınızda dünyaya ve çevrenize, ne çok şeyin eril yapıdan kaynaklı bir dayatma olduğunu anlayabiliyorsunuz. Bu dayatmalara karşı söylenen sözler ise -eğer duyan kulağın eşitlikçi bir geçirgenliği yoksa- derhal “itici” olarak addediliyor ve hatta söyleyenler bir çırpıda “cadı” ilan edilebiliyor.

Eril yapı, karşısında “konuşan kadın” istemiyor. Eşitlik mücadelesi geliştikçe, bu istememe hali ayıplandığı için; sinsi sinsi, alttan alttan, bazen mimiklerle, kimi zaman gizli ittifaklarla ama muhakkak ve mutlaka konuşan kadına bir ihtar veriliyor. Bu ihtar bazen çok sert bazen de hafif dereceli olabiliyor. Başarılı olursa ne ala, “ibretlik” diye sallandırılıyor.

Tarihin en karanlık köşelerinden ve hatta mitolojiden bugüne, bu ihtarların çeşitli örnekleriyle, çeşit çeşit isimlendirmeler üzerinden karşılaşmak mümkün. Diğer bir deyişle, bu ihtarlar esasında hiç bitmedi. Yalnızca şekil değiştirdi. Benim “modern recm” demeyi tercih ettiğim birçok vakayı, bugün bir çırpıda sıralayabiliriz, somutlaştırabiliriz. Antalya Altın Portakal Ödül Töreni’nde “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü alan Nihal Yalçın’ın heyecanla konuşmasını yaparken ayak üstü yaşadığı olayı düşünün örneğin. Sahnede bir “konuşan kadın”, arkasında mimiklerle ihtar veren bir erkek. Bu en basit örneklerden yalnızca biri.

İşyerinizde, aile içinde, okulda veya bir alışveriş esnasında aldığınız ihtarları düşünün. Aklınıza onlarcası gelecektir. Büyük boyutta yaşananlar da vardır. Bilhassa, erkek egemen ortamlarda ve daha ziyade erkeklere özgülenmiş konularda, bir çift söz ettiyseniz “haddinizi bilmediğiniz” için derhal “cadı” olarak avlanabilirsiniz. Bir bakmışsınız can güvenliğiniz tehlikeye girmiş, olay açıklama yapamayacağınız kadar büyümüş, algı dalga dalga yayılmış, daha da yayılmasın diye söz hakkınız elinizden alınmış, buna rağmen susmamakla/konuşmakla suçlanmışsınızdır. Akıl ve mantığın naif sesleri, bir güruhun “Yakın, asın, boğun, öldürün!” bağırtıları arasında kaybolmuş, kaybolmakla kalmamış okları kendi üzerine de çekmiştir. Önemli bir kısım okların hedefi olmamak için ses dahi çıkaramamıştır. Bir cadı daha avlanmış, derhal başka cadılar aranmaya başlanmıştır. Zira, kontrolden çıkmış/kontrol edilmeyen güç, konsolide olmak ve bir arada hissedip rahatlamak için kendine daima yeni kurban aramaktadır. Bu tarih boyunca böyle olmuştur.

Hadi biraz örneklendirelim:

Bu cadıların en eskisi, daha doğrusu mitolojik olanı “Lilith”tir. Lilith, “kadın şeytan” olarak da bilinir. İbrani mitolojisine göre, Adem’in Havva’dan önceki ilk eşidir. Adem gibi topraktan yaratılmıştır. Lilith hem cinsellikte hem de diğer alanlarda Adem’le eşit olmak ister. Adem, Lilith’in taleplerini kabul etmez. Lilith de bu duruma başkaldırır ve cennetten çıkabilmenin yolu olarak Tanrı’nın yasak ismini söyler ve cennetten kaçar. Sonrasında, Kızıldeniz’de bulunan iblislerle birlikte olur ve günde 100 cin çocuk doğurur. Bu arada Adem, yalnızlıktan Tanrı'ya Lilith'i geri getirmesi için yalvarmaya başlar. Tanrı, Lilith'e evine dönmesi için 3 melek gönderir. Melekler Lilith’e evine dönmesini, aksi halde her gün bir çocuğunun öldürüleceğini söyler. Lilith bu çağrıyı geri çevirir ve dönmez. Bunun üzerine Lilith’in her gün bir çocuğu öldürülür. Bu esnada, Tanrı Adem’in kaburga kemiğinden (Adem’e itaat etmesi için) Havva’yı yaratır. Çok acı çeken Lilith, Adem’den olan tüm çocukları öldüreceğine dair yemin eder. Bugün, Lilith batıl birçok inanışta yeryüzündeki kötülüklerin annesi kabul edilir.

Bu mit üzerine düşününce, ‘başkaldıran ve eşitlik isteyen kadın eşittir şeytan’ betimlemesinin tarih boyunca yakamızı bırakmadığını anlıyoruz ne yazık ki.

Bu dışlanma, Orta Çağ’da (daha doğrusu 1480-1750 yılları arasında) “Cadı Avı” olarak karşımıza çıkar. Kitab-ı Mukaddes’in Mısır’dan Çıkış başlıklı 22. bölüm 18. ayeti "Bir cadının yaşamasına müsamaha göstermeyeceksin" demekteydi ve bu ayet cadı avlarının sebebiydi. Cadıların yaklaşık dörtte üçü kadındı; çünkü Havva cennette yasak elmayı yediği için kadınların iradesinin daha zayıf olduğu ve şeytana kolay kandığı düşünülüyordu. Bu dönemde, bir kadının cadı olması için delile dahi gerek yoktu. Ormanda şifalı bitki toplamak, ebe olmak, çilli veya kızıl saçlı olmak, “çirkin” olmak, yalnız ve kimsesiz olmak, erken menopoza girmek, ayinde esnemek, komşuyla kavga ettikten sonra komşunun başına bir şey gelmesi, cadı addedilmek için yeterliydi. Cadı olarak yaftalanan kişiler çok ağır işkencelere maruz bırakılıyordu ve sonunda yakılarak, asılarak veya linç edilerek öldürülüyordu. Bu korkunç dönemde yaklaşık 40-60 bin arasında “cadı” öldürüldüğü tahmin ediliyor.

Etrafınıza gözlüklerinizi takıp bir bakın, modern cadı avları devam ediyor.

Fikirleri sebebiyle linç edilen 2 kadını daha anlatıp yazıya son vereceğim. Bunlardan biri Hypatia.

Hypatia; limanları, bilginleri, kültür merkezi, dev kütüphanesi ve üniversitesiyle ticaretin ve aydınlanmanın merkezi İskenderiye’de M.Ö. 30’lu yıllarda yaşayan ünlü matematikçi Theon’un kızıydı. Hypatia da matematik, felsefe ve astronomi dersleri veriyor; Platon, Aristo ve Öklid'in fikirlerini tartışmaya açtığı bu dersleri dinlemek için dünyanın dört bir yanından öğrenciler geliyordu.

Diğer yandan, kentin dokusu Hıristiyanlığın resmî din olarak kabul edilmesinin ardından hızla değişmişti. İktidara egemen olan Hıristiyanlar; Pagan ve Yahudiler başta olmak üzere farklı inançlara sahip kim varsa hedef almıştı. Kentte ardı ardına cinayetler işlenirken Hypatia, çalışmalarını aralıksız sürdürüyordu. Her gün bir çember çizerek; Dünya'nın, Güneş'in, gezegenlerin hareketlerini yeniden hesap ediyor, öğrencilerine “Bizi birleştiren şeyler ayıranlardan daha fazla; tüm insanlar eşittir, kardeştir...” diyordu.

İskenderiye Üniversitesi’ni inançsızlığın merkezi olarak gören Hıristiyanlar, Serapis Tapınağı’nın, müze ve dev kütüphanenin yok edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Kitapların parçalandığı, heykellerin yıkıldığı, insanların öldürüldüğü kanlı saldırıda yüzyılların bilimsel birikimi de yok edilmişti. Bu barbarlık sırasında en sevdiğini, babasını kaybeden Hypatia artık yapayalnızdı. Ancak babasına söz verdiği gibi gerçeği aramaktan asla vazgeçmiyordu. İskenderiye Patrikhanesi’nin Hypatia’ya duyduğu kin her geçen gün artıyordu. Eski öğrencisi olan kent valisinin onun tesirinde olduğunu ve bu sayede farklı inançların korunduğunu düşünüyordu.

Sonunda, Hypatia’nın öldürülmesi için bir plan yapıldı. Bir Pazar ayininde papaz, Başpiskopos Kril’in talimatıyla bir konuşma yaptı; kadının toplumda olması gerektiği yeri tanımladı önce. Asla bir erkekle eşit olamayacağını, erkeğe akıl veremeyeceğini, kıyafetlerinden hareketlerine kadar dikkat edeceğini anlattı uzun uzun. Ardından Hypatia’yı hedef göstererek İskenderiye'de haddini aşmış bir kadının yaşadığını, büyücü, günahkâr bir şeytan olduğunu söyledi.

Kalabalık soluğu Hypatia’nın kapısında aldı.

Önce saçından sürüklediler. Hypatia’yı çırılçıplak soyup en acı şekilde nasıl ölebileceğini tartıştılar; biri “Taşlayalım” dedi, diğeri “Derisini yüzelim” dedi, öteki ateşe vermekten bahsetti. Karar veremediler, sırayla hepsini yaptılar.

Neticede, Hypatia’ya bunu yapanlar öldü, Hypatia halen yaşıyor.

Düşüncesini dile getirdiği için yakın bir tarihte linç edilip yakılarak öldürülen bir diğer kadın da Ferhunde Melikzade.

Ferhunde 27 yaşında, öğretmenlik görevine başlayacak olan bir kadındı. Dini kullanarak para kazanan kişilere karşıydı. 19 Mart 2015 günü Kabil’de bir caminin önünde muska satan bir mollayla tartışmaya başladı. Kadının cesareti karşısında afallayan molla, Ferhunde’nin Kuran yaktığını söyleyerek iftira attı. Öfkeli bir güruh, Ferhunde’ye saldırdı. Ferhunde, Müslüman olduğunu ve Kuran yakmadığını, yakmayacağını söylese de duymadılar. Sopalarla dövdüler, yetmedi arabayla üzerinden geçtiler, o da yetmedi benzin döküp yaktılar. Akıllarınca bir cadı avladılar. Olay sırasında polis müdahale etmedi ve izledi. Görgü tanıkları, kadının Kuran yakmadığını söylediler. Linç sebebiyle 49 kişi tutuklandı. Sanıklardan dördü idama mahkûm oldu, sekiz kişi 16 yıl hapse mahkûm edildi, 18 kişi suçsuz bulundu. Ferhunde’nin katliyle kadın hakları savunucuları sokağa döküldüler, Ferhunde’nin tabutunu onlar taşıdılar.

Yazıyı bitirirken telefonuma bir haber düştü: Konya’da Turgut Şimşek isimli erkek, kanser hastası eşini öldürmüştü. Savunması şuydu: Çok konuşuyordu. Bu kadın beni öldürecek, diye düşünüp tabancayla ateş ettim.

Konuşan kadınlar… Konuşan kadınlardan korkan erkekler…

Böyle zamanlarda kadınlar artık kenetleniyor. Çünkü bu örgütlü kötülüğün başka türlü aşılamayacağını biliyorlar. Güruhlar, bu karşı çıkışı/kenetlenmeyi de lanetliyor “feminazi” olarak adlandırıyor. Eril yapının alerjik kelimeler listesi, kadınlar güçlendikçe ve konuştukça kabarıyor.

Cadı avı günümüzde sosyal medya üzerinden de yapılabiliyor. Buna bir dijital şiddet biçimi olarak “dijital cadı avı” denebilir. Ağır bir psikolojik şiddet aynı zamanda. Ve elbette fiziki sonuçları olması da mümkün. Ve fiziki olandan daha az tehlikeli değil. Diğer bir deyişle, cadı avları bitmiyor, yalnızca şekil değiştiriyor, modernize oluyor. Ta ki eril tahakküm bitene, eşitlik gelene kadar.


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.