YAZARLAR

Sanal uzam/özgür akademi: Olasılıkları düşünmek

Akademik bilgiyi toplumsallaştırmanın bir yolu olarak radyo ya da TV üzerinden uzaktan eğitim olarak başlayan ve günümüzde MOOC (Massive Open Online Courses – Kitlesel Açık Çevrimiçi Dersler) diye genel olarak isimlendirilen platformlara dönüşen ücretsiz, açık, esnek dersler meselesine kafa yormamız gerekiyor.

Oscar Wilde'ın “ütopyanın dâhil olmadığı bir dünya haritası göz atmaya bile değmez” cümlesini, günümüz dünyasını anlamaya çalışırken sık sık hatırlamaya çalışıyorum. İnternetin yarattığı dönüşümü gerçekçi bir biçimde kavrayabilmek, ama aynı zamanda da üzerinde beliren ütopyaları, bu ütopyaların bize sunduğu gelecek tasarımlarını gerçekçi bir biçimde çözümleyebilmek bana göre olağanüstü önem taşımakta. Burada “ütopya” ve “gerçekçi” sözcüklerini aynı cümle içinde kullanmam pek çoğunuza mantıksal bir çelişki gibi görünebilir. Oysa içine doğduğu gerçeklikten beslenmeyen bir ütopya olabilir mi? Diğer yandan her ütopya bir yandan umudu yeşertirken, aynı zamanda da umutları kıran bir olanaksızlık içermiyor mu?

İNTERNET VE ÜTOPYA

Öncelikle belirtmek gerekir ki, sadece internet değil, toplumsal iletişimi dolayımlayan tüm teknolojiler tarihsel olarak ütopyalara kaynaklık etmiştir. Toplumsal iletişimi mekansal olarak dolayımlayan demiryolundan başlayarak, mesajı taşıyıcıdan ayıran telgrafa, telefona, sinemaya kadar tüm tarihsel olarak yeni olan teknolojiler için yeni ütopyaların ya da başka bir deyişle daha eşitlikçi, özgür evrensel toplum beklentilerinin belirdiğini tarihsel olarak görebiliriz. Ancak bu teknolojik gelişmelerle oluşan tüm yeni iletişim biçimlerinin de tarihsel olarak kapitalizmin gelişimiyle koşut biçimde kapitalist çıkarlar tarafından sömürgeleştirildiğini eklemek zorundayız.

Günümüzde ise internet benzer biçimde ütopyalara kaynaklık ediyor ve bir yandan da kapitalist çıkarlar tarafından sömürgeleştirilmeye çalışılıyor. Bu anlamıyla internetin henüz bir mücadele alanı olduğunu, henüz kapitalist çıkarlar tarafından tamamen sömürgeleştirilmiş olmadığından ütopyaların internetin yarattığı yeni uzam üzerinde varlığını sürdürdüğünü söyleyebiliriz.

BİR EĞİTİMDE EŞİTLİK ÜTOPYASI

Bunlardan birisi de 70'li yıllarda dönemin iletişim teknolojileri kullanılarak başlatılan ve günümüzde eğitim kaynaklarının internet üzerinden kullanıcılara ücretsiz olarak sunulmasına evrilen ve elbette yüksek öğrenimin küresel düzeyde yaygınlaşması, akademik bilginin toplumsallaşması, özellikle gelişmekte olan ülkelerde yüksek öğrenime ilişkin talebin karşılanması, dolayısıyla bir eğitimde eşitlik ütopyasıdır. Bugüne dek farklı biçimler almış olan bu eğitim eşitliği ütopyası, biz kurumsal akademiden dışlanmış akademisyenler açısından da önem taşımaktadır. Zira kurumsal akademiden ihraçlar sonrasında, her ne kadar dayanışma akademisi, sokak akademisi gibi deneyimleri biriktirmeye, parkları, sokakları, kurumsal akademi dışındaki her yeri ürettiğimiz bilgiyi paylaşma alanlarına dönüştürme çabamız sürse de, internet ve internet üzerinde beliren küresel sanal uzamın açtığı olanaklar üzerinden atlanmayacak denli önemli görünmektedir. Tam da bu motivasyonla, akademik bilgiyi toplumsallaştırmanın bir yolu olarak radyo ya da TV üzerinden uzaktan eğitim olarak başlayan ve günümüzde MOOC (Massive Open Online Courses - Kitlesel Açık Çevrimiçi Dersler) diye genel olarak isimlendirilen platformlara dönüşen ücretsiz, açık, esnek dersler meselesine kafa yormamız gerekiyor.

KİTLESEL AÇIK ÇEVRİMİÇİ DERSLER

Bir eğitim eşitliği, herkesin eğitime ulaşması ütopyası olarak karşımıza çıkan bu eğilime dikkatle bakmak gerekmektedir. Bu dikkatli bakış, öncelikle akademinin insanların ekonomik, sosyal, kültürel, temel ve politik haklarını yaşama geçirilmesini takip etmekle yükümlü olduğunu, tüm diğer insan haklarından yararlanılmasında ve insan kişiliğinin ve onurunun gelişmesinde eğitim hakkının önemini, eğitim haklarından, yalnızca akademik özgürlüğün var olduğu bir ortamda tam anlamıyla yararlanılabileceğini göz önüne almak zorundadır. Yüksek öğrenim alanında eğitim eşitliğini ve eğitim fırsatına dünyanın her yerinden ulaşabilmeyi vaat eden başlıca platformlar olarak MOOC'lar bu açıdan ele alındığında başlangıçta oldukça çarpıcı görünmektedir.

MOOC'lar, kendi alanlarında uzman oldukları kabul edilen dünyanın başlıca üniversitelerinin yüksek kaliteli çevrimiçi derslerine evrensel bir erişim sağlama yolu olarak sunulmaktadır. Modüller halinde organize edilmiş olan dersler, kısa videolar, sınavlar, otomotize edilmiş değerlendirmeler ve bazen de öğrencilerin sorularının canlı video bağlantısı ile yanıtlanmasını içermektedir. Farklı MOOC platformlarından sunulan gerçek derslerin modelini olabildiğince internet ortamına uyarlama çabasından kaynaklanan bu derslerin 2015 yılındaki sayısı 2000'i aşmıştır. Aralarında Yale, MIT gibi pek çok saygın üniversitenin açık derslerinin bulunduğu bu platformlardan birisinin kurucusu, yaptıkları işi “yenilikçi bir çevrimiçi pedagojiyi” yaygınlaştırmak olarak tanımlamakta ve MOOC eğitmenlerinin başlıca işinin, öğrencilerin “yaratıcılık, hayal gücü ve sorun çözme becerilerini ateşlemek” olduğunu iddia etmektedir. MOOC'lar “yeni okuryazarlık” ya da “yeni medya okuryazarlığı” diye isimlendirilen ve iletişim teknolojilerindeki son yeniliklerin gerektirdiği beceri ve yeteneklere gönderme yapan ve bu yeteneklere uygun bir eğitim dönüşümünü iddia eden bir söylem içerisine eklemlenmektedir. Özellikle de yeni nesillerin internet dünyasının içine doğmuş olması ve internet kullanım alışkanlıklarından yola çıkarak eğitimin buna uygun biçimde dönüştürülmesi, internetin sunduğu küresel etkileşim olanakları, sanal alanın sunduğu fiziksel olarak imkansız karşılaşma ve paylaşma olanakları bu söylemi güçlendirmekte ve internet üzerinde oluşan sanal alanı eğitimsel bir ütopyanın gerçekleşeceği yer haline getirmektedir.

İLK SONUÇLAR UMUT KIRICI

MOOC'ları hala bir ütopya ya da ütopyanın ipuçlarını sunan bir uygulama olarak tanımlamamızın nedenlerini ise yine MOOC sağlayıcıların raporları ortaya koymaktadır. Bu raporlara göre derslere başlayan öğrencilerin sadece %15'i dersi tamamlayabilmektedir. Eğitime ulaşmanın en etkili ve basit yolu olarak sunulan MOOC öğrencileri eleştirel düşünceye bağlanma olanaklarının son derece düşük olduğu, daha ziyade enformasyona ulaşma ve başlıca kavramları kazanma ile sınırlı olduğu bu raporlar tarafından ortaya koyulmaktadır. Ayrıca dersleri takip edenlerin, bir eğitim eşitliği ütopyasının varsaydığı gibi az eğitimli kişiler değil de daha önceden yüksek öğretim derecesine sahip kişiler olduğu da eklenmelidir.

MOOC'ların bu raporlar dışında, öğrenciler açısından ne tür sonuçları olduğuna dair henüz değerlendirme yapmak için erken olabilir. Ancak diğer yandan da MOOC'ların ortaya çıkışı ile eğitimin özelleştirilmesi, uluslararası ticarete açılması, küresel düzeyde büyük bir sermaye birikimi vaadediyor olması ve yine bilgi ve iletişim teknolojilerinin 1990’ların ortalarından itibaren yeni ekonomi kavramının temeline yerleştirilmesi aynı döneme denk gelmesi, bir eğitim eşitliği ütopyası ile değil de, devlet ve sermaye çıkarlarının kesişiminde gelişen bir iş modeli ile karşı karşıya olduğumuz şüphesine düşmemize neden olmaktadır. Çünkü çevrimiçi eğitim bir yandan bilgi ve iletişim teknolojilerinin daha yaygın hale gelmesine hizmet etmekte, diğer yandan birer marka haline gelmiş üniversiteler açısından hem reklam olanakları hem de yeni gelir kalemleri ortaya çıkmasını sağlamaktadır.

Sonuç olarak, MOOC'lardan çıkardığımız sonuç asıl derdimiz olan akademik özgürlüklerin, devlet ile bağlantılı olduğu kadar, özel sektör ile de bağlantılı olarak tehlikeye girme ihtimalinin var olduğunu kabul etmemizi ve kurumsal akademinin dışında bir akademi etkinliği yürütüyor olmanın bizi bu tehditlerden azade kıldığı yanılgısına kapılmamamızı gerektirmektedir. Bu kayıt yanında, insan her şeyin ölçüsüdür önermesi ve insanın kendisinin kaybolmasına dair korkutucu bir teknolojik gelişme yolunda ilerliyor olduğumuz düşüncesine karşılık teknolojiyi eleştirel bir biçimde kavramak, internet üzerinden çevrimiçi eğitimi, özgür bir üniversite ideali ile birleştirmek ve belki de kendimize öncelikle “eleştirel pedagojinin etkili kuramcılarından Paulo Freire çevrimiçi yüksek öğretim konusunda ne düşünürdü?” diye sormak gerekir.


Funda Başaran Kimdir?

1990 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Bilgisayar Mühendisliği bölümünü bitirdi. 1995 yılının Eylül ayında Yüksek Lisans öğrencisi olarak başladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde 1996 yılının Ocak ayında araştırma görevlisi oldu. 7 Şubat 2017 tarihinde 686 nolu KHK ile ihraç edilene dek, 21 yıl boyunca aynı fakültede sırasıyla araştırma görevlisi, yardımcı doçent, doçent ve profesör ünvanlarıyla çalıştı. Akademik çalışmaları yanında TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Ankara Şubesi'nde Yönetim Kurulu üyeliği, yine TMMOB’ye bağlı Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın kurucu yönetim kurulu başkanlığı yaptı. Hala TMMOB Bilgisayar Mühendisleri Odası’nın Onur Kurulu üyesidir. Ayrıca Alternatif Medya Derneği ve Halkevleri Vakfı’nın Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerini yürütmektedir. İşçi Filmleri Festivali’nin başlangıcından bu yana değişik süreçlerinde gönüllü olarak yer almıştır.