YAZARLAR

Kendinize 'hayır' diyebilir misiniz?

İnsanları “hayır” demeye ikna etmek istiyorsanız, önce anlamsız kafiyelerinize, anlaşılmaz kelime oyunlarınıza, komikli aşağılamalarınıza, soğuk esprilerinize, şakalarınıza “hayır” demeniz gerek. Karmaşık (ve havalı) cümle kurma huyunuza.

Birilerini bir konuda ikna etmeniz, harekete geçirmeniz ya da kararından vazgeçirmeniz gerektiğinde ne yapıyorsunuz? Etkileyici bir kampanya mı? Mükemmel bir konuşma mı? İnanılmaz bir sunum mu? Belki de bir yerlere, muhteşem yazılar yazıyorsunuz; okuyanlar zaten duramıyor, yazılarınızı her yerde paylaşıyor. Aniden bir sevgi seli oluyor. Kampanyanızı herkes konuşuyor. Konuşmalarınız, dilden dile dolaşıyor. Sunumlarınızın okullarda ders olarak okutulması da an meselesi.

Tebrikler... Çok havalısınız; her zaman çok farklı ve çok yaratıcısınız. Bu işler, ancak bu kadar güzel yapılabilir yani. Peki sonuç? O kadar uğraştınız, dünyanın parasını harcadınız ve insanları ikna edebildiniz mi? Harekete geçirebildiniz mi? Kararsızlara, karar verdirebildiniz mi? Yoksa o kadar kampanya tekniği, o kadar süslü kelime, o kadar derinlikli uzun cümle yine boşa mı gitti?

Acaba, siz bu memlekete bir gömlek üstün müsünüz? İnsanlar neden sizi anlamıyor? Mesajlarınız neden bir türlü anlaşılmıyor? Neden kimseyi ikna edemiyorsunuz? Neden hep aynı dairenin içinde dönüp duruyorsunuz? Kendi minik çevreniz ve destekçileriniz dışında, bırakın anlaşılmayı, takdir bile edilmiyorsunuz. Yazık size. Yazık o kadar emeğinize.

Peki, kampanyanızın ne kadar ses getireceğini, hangi ünlülerden yardım alacağınızı, ne kadar alkışlanacağınızı düşünürken, (azıcık da olsa) ikna etmek istediğiniz insanları düşünüyor musunuz? Kim onlar? Ne bekliyorlar? Ne düşünüyorlar? Ne hissediyorlar? Ne derseniz, sizi ciddiye alacaklar? Ne yaparsanız, sizi dinleyecekler?

“Hedef kitle” denen şey, boşlukta bir o yana bir bu yana salınan, tuhaf bir kütle değil. Bildiğimiz, insanlar. Şaşırtıcı değil mi? Daha şaşırtıcı olan, hedef kitlenizi tanıyarak hareket ettiğinizde, başarılı olma ihtimaliniz bile var.

Kadınları tanıyın. Erkekleri tanıyın. İyi tanıyın ama. Diyelim ki, oturmuş yemek yiyorsunuz. Bir erkeğe dönüp de “Masada tuz yok!” dediğinizde, erkeğin masaya şöyle bir bakıp “Evet, gerçekten yok.” diyeceğini ve yemeğine devam edeceğini tahmin edecek kadar iyi tanıyın.

Aynı yemekte, bir kadına dönüp “Masada tuz yok!” dediğinizde, kadının hemen kalkıp tuz getirmeye gideceğini, giderken size çok sinir olacağını, sizinle ilgili bütün olumsuz şeyleri maddeleyeceğini ve aslında sizi pek sevmediğine karar vereceğini bilin. O tuzluğu, kibarca gülümseyerek masaya koyarken, aslında kafanıza fırlatmak istediğini anlayacak kadar iyi tanıyın.

Kendinizi bir şey sanmayı bırakın artık. İnsanları aşağılamayı bırakın. Nelerden korktuklarına, neleri sevdiklerine, hayattan ne beklediklerine bakın. Kaç kelimelik cümleleri anladıklarını, kaç kelimeden sonra kafalarının karıştığını, hangi kelimelere daha duyarlı olduklarını görün. Nerelerde birleştiklerini, nerelerde ayrıştıklarını görün.

Basit olun. Her şeyi, en basit haliyle anlatın. “Meclisin tasfiyesine hayır!” demeyin mesela. Kaç kişinin “tasfiye”nin anlamını bildiğini düşünün. İçinde “tasfiye” geçmeyen cümleler kurun. “Parti devletine hayır!” demeyin. “Parti devleti de ne demek yahu?” diye sorun. “Teslim alınmış yargıya hayır!” demeyin. Yargıyı kim, nasıl teslim alıyor, onu söyleyin. “Seçilmiş krallığa hayır!” demeyin. Yalvarıyorum, demeyin.

Bir sorun bakalım. “Şimdi hayır demezseniz, bir daha hayır deme şansınız bile olmayacak!” cümlesinin ardındaki gizli anlamları, inanılmaz imaları, derin düşünceleri kaç kişi anlamış? Kaç kişi çok etkilenmiş, titreyip kendine gelmiş ve koşarak “hayırcı” oluvermiş?

İnsanları “hayır” demeye ikna etmek istiyorsanız, önce anlamsız kafiyelerinize, anlaşılmaz kelime oyunlarınıza, komikli aşağılamalarınıza, soğuk esprilerinize, şakalarınıza “hayır” demeniz gerek. Karmaşık (ve havalı) cümle kurma huyunuza. Zaten “hayır” diyeceklerden takdir görme ihtiyacınıza, onların hoşuna gitme çabalarınıza. Önce kendinize “hayır” demeniz gerek.

Belki, böyle olursa, memlekette bir değişiklik olur, insanlar bir kez olsun, sizi anlar. Belki o zaman iklim değişir, Akdeniz olur, gülümsersiniz.

Unutmadan... “Ekonomide, yıllardan beri süregelen kırılmaların, hanelerimize gözle görülür şekilde yansıması”nın adı, “kriz”dir. İnsanların anlayacağı şekilde konuşmaya karar verirseniz, aklınızda bulunsun.


Reyya Advan Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. 13 yıl, İstanbul’da çeşitli uluslararası reklam ajanslarında, reklam yazarlığı yaptı. Çocuk hikâyeleri ve masallar yazdı. İstanbul’un trafiğine ve nem oranına daha fazla dayanamayarak, Ankara’ya geri döndü. 2009’da, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Reklamcılık, yazarlık, sunum teknikleri gibi alanlarda dersler veriyor. Kurbağalara olan abartılı ilgisi dışında, normal bir insan.