YAZARLAR

Karanlıklar aydınlığa

Hayırlı olsun sahi. Bilindik deyişle vatana, millete hayırlı olsun. O vatan ve o milletten ne ve kim anlaşılıyorsa, hepsine hayırlı uğurlu olsun. Hayrını görsünler bu ahlar memleketinin.

Öldürülen gazetecilerin, yaşatılan katliamların aktarıldığı belgesellerin içeriği de süresi de uzuyor. Hiçbir suikast ya da katliam adalete kavuşturulmadığı, cezasızlık sistemi yenileri için davetiye çıkardığından. Bu belgesellerde de, zulme isyan gösterilerinde de mutlaka Nazım Hikmet’in dizelerine gelir sıra:

Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak,

Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…

Önceleri ağladığımı hatırlıyorum. Çok tuzlu bir suyun yanaklarımdan aşağı sessizce yol alıp rüzgârla soğuduğunu tenimde. Soğuduğu yeri buz gibi yaktığını. Hani elimize buzu aldığımızda bir an için tenimize yapışır da yakar ya, öyle işte.

Şimdilerde, epeydir ağladığım yok. Kuntlaşıyor insan. Kulaklarımda bir zonklama ve küfrün yetmediği, yeni sözcüklerin gerektiği, dile tahvil edemediğim bir yumru boğazımda.

Ama şu ‘karanlıklar aydınlığa’ bölümü vızıldayıp duruyor içimde. Yürürken mesela. Uzun uzun yürürken buluyorum kendimi. Bir adım karanlıklara bir adım aydınlığa.

'Ulan' diye başlıyor içimdeki cümle: Ne karanlıkmış, ne yanmaymış. Bitmedi. Yetmedi. Mum oldu insanlar, kandil oldu, gaz lambası, devasa kristal avize. Meşale oldu, spot ışığı. Ateş oldu, ateş. Çıkamadı karanlıklar aydınlığa.

Öyle mi sahi? Karanlık denen şey duygumu tanımlamaktan uzak. Sistematik devlet kötülüğü için, faşist-milliyetçi, radikal dinci kisvelerine bürünen bu yok etme makinesi için yeterli değil. Her erkin kendince üstlendiği, son yüzyılın hikâyesini simgelemek için fazla naif. Şimdiki versiyonda muktedirler bir de mağdur. Bir de müdanaasız. Sonsuz bir sırıtış tepemde. Pis pis.

KAHİN MEDYA

HDP sözcüsü ve Kars milletvekili Ayhan Bilgen, bir gün arayla ikinci kez gözaltına alınmış, adliyeye çıkarılmışken CNN Türk yayınında tutuklandığı duyuruluyor. Böyle de uzak görüşlü bir medyamız var artık. Ayhan Bilgen, ekran başında gülümseyerek o haberi izliyor. Başına getirilmesine karar verileni. O fotoğraftır işte Türkiye tarihi.

Ya da bir bütün günü adliyede geçiren avukat, insan hakları savunucusu HDP Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş, Diyarbakır’daki evinde ikinci kez baskınla gözaltına alınıp tutuklanıyor. Hukuk, oyuncak olmuş. İşte bu ülkede hâlâ mecliste faaliyet yürütülüyor.

Ya da Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde (İLEF) öğretim üyesi Prof. Dr. Mine Gencel Bek, KHK’lerle ihraç edilen arkadaşlarının yerine derse girmeyeceğini belirterek istifa ediyor aynı gün. Mektubundan satırlardır işte Türkiye tarihi:

“Çok gecikmiş bir karar bence. Son bir yıldır zaten küçükten büyüğe her türlü idari görevimden ayrıldım, ana bilim dalı başkanlığından senato üyeliğine. Eylül başında ilk KHK’larla barış imzacısı arkadaşlarım işten atıldığında düşündüm ilk kez istifa etmeyi. Sonrakilerle koridorun solunda ve sağında bir bir odalar boşaldı. Atılan arkadaşlarımın isimleri aynı gün söküldü kapılardan, web sitelerinden de adları, öz geçmişleri. Geçmiş olsun bile demeyenler vardı. Bizlere selam vermeyenlerin sayısı her gün artıyordu. Bana ek soruşturma açılmasını talep edenler de oldu ve hatta belden alta vuran oldu ki bu konudaki sessizliği bir türlü affedemiyorum. Böyle bir ortamda fakültede bulunmam çok zorlaştı… İstifa, psikolojik olarak bir türlü yapmaya cesaret edemediğim bir şey olduğundan bir ay kadar önce ücretsiz izin istedim önümüzdeki dönem boyunca. Gerekçe olarak belirttiğim ‘bir süre okuldan uzaklaşmak istiyorum’ şeklindeki ifademin üslubunun uygun görülmediğini ve de atılan arkadaşların derslerine dair planlamadan sonra bana cevap verileceğini öğrendiğimde artık istifaya hazırdım. Hiçbir atılan arkadaşımın dersini veremeyeceğimi dilekçeyi yazdığım ‘amirim’e ilettim. Cevaben bana ‘kurum içi görev ve sorumluluklar’ hatırlatıldı. 7 yaşından beri çalışmak dışında ne yapılacağını bilmeyen bir kişi olarak bundan o kadar incindim ki halen rektörlükte bekleyen ücretsiz izin başvurumun sonucunu beklememeye karar verdim. Zira artık İLEF’e hiç dönmek istemiyorum. Herkese hayırlı olsun.”

HAYIRLI OLSUN

Hayırlı olsun sahi. Bilindik deyişle vatana, millete hayırlı olsun. O vatan ve o milletten ne ve kim anlaşılıyorsa, hepsine hayırlı uğurlu olsun. Hayrını görsünler bu ahlar memleketinin.

İçimde yine karanlıklar ve aydınlığa nakaratı. Sol adımda karanlıklar, sağ adımda aydınlığa. Karanlık güzeldir oysa bir başına. Gecede görür göz, çok şey aşikârlaşır. Bu cascavalak ortada duran irin, karanlıklara da aydınlığa da sığmıyor. Gündüz gözüyle işlenen cinayetleri, katliamları, gece baskınlarını da karşılamıyor.

Gecede ve gündüzde bitimsiz bir öfkeyim. Karanlıklara da aydınlığa da lanet okuyan bir kalpli bomba.

Parça tesirli. Karanlıkta da aydınlıkta da şimşek gibi çakan.


Karin Karakaşlı Kimdir?

1972’de İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü’nün ardından Yeditepe Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1998’de öykü dalında Varlık dergisinin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü kazandı. Karakaşlı’nın eserleri şunlardır: Başka Dillerin Şarkısı (Öykü, Varlık Yay., 1999; Doğan Kitap, 2011) , Can Kırıkları (Öykü, Doğan Kitap, 2002), Müsait Bir Yerde İnebilir Miyim? (Roman, Doğan Kitap, 2005), Ay Denizle Buluşunca (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2008), Cumba (Deneme, Doğan Kitap, 2009), Türkiye’de Ermeniler: Cemaat, Birey, Yurttaş (İnceleme, Günay Göksu Özdoğan, Füsun Üstel ve Ferhat Kentel ile, Bilgi Üniversitesi Yay., 2009), Benim Gönlüm Gümüş (Şiir, Aras Yayıncılık, 2009), Gece Güneşi (Çocuk Kitabı, Günışığı Kitaplığı, 2011), Her Kimsen Sana (Şiir, Aras Yayıncılık, 2012), Dört Kozalak (Gençlik Romanı, Günışığı Kitaplığı, 2014), Yetersiz Bakiye (Öykü, Can Yayınları, 2015), İrtifa Kaybı (Şiir, Aras Yayıncılık, 2016), Asiye Kabahat’ten Şarkılar Dinlediniz (Anlatı, Can Yayınları, 2016). Karakaşlı halen Kültür Servisi, Gazete Duvar siteleri ve Agos gazetesinde yazmaktadır.