Zamandan münezzeh bir epik oratoryo: Üç Kırmızı Gül Dalı

Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmed Arif ve Hasan Hüseyin Korkmazgil, epik oratoryoda bir araya geldi. “Üç Kırmızı Gül Dalı” Nâzım Hikmet’in doğum günü anısına bugün sahnelenecek.

Google Haberlere Abone ol

İZMİR - Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmed Arif ve Hasan Hüseyin Korkmazgil “Üç Kırmızı Gül Dalı” isimli epik oratoryoda bir araya geldi. “Üç Kırmızı Gül Dalı” oratoryosunu ve “epik oratoryo” formunu Barış Yıldırım, Murat Mengirkaon ve Latif Tiftikçi ile konuştuk.

Sadece şarkı söyleyip sahneden inmek istemediklerini belirten Murat Mengirkaon, merkezinde şarkıların olduğu bir anlatı yönteminin peşinde olduklarını ifade ederek, “Epik oratoryo kavramının inşa süreci böyle oluştu. Bu kavramın bir yabancılığı, soğukluğu var, ancak bu kimseyi yanıltmasın. Sahnede gördüğünüz her şey olabildiğince bize, buralara ait. Aynı zamanda yepyeni, alışılmadık…” diyor.

‘KONSER FORMUNUN KISITLARI ÜZERİNE DÜŞÜNMEYE BAŞLAMIŞTIK’

'Epik oratoryo' formu nasıl doğdu?

Murat Mengirkaon: 2021 yılı sonbaharında bu proje için bir araya geldik. Bunun çok basit bir nedeni vardı; yaptığımız şarkıları bizi tanıyan, dinleyen insanlara sunacağımız bir dinleti düşüncesi… Dinleti sonrası oluşan sorular, cevap arayışları bizi Geniş Merdiven Orkestra oluşumuna ve ilk projemiz “Ezgili Dünya”ya götürdü. İlk iki konserle birlikte sahneleme konusunda arayışlarımız netleşmeye başladı. Açıkçası biz sadece şarkıları arka arkaya söyleyip sahneden inmek istemiyorduk. Merkezinde şarkıların olduğu bir anlatı yönteminin peşindeydik. Geride bu konuda değerli çalışmalar üretmiş müzisyen, tiyatrocu, sanatçı, aydın, düşün insanlarımız vardı. Sahnemizin sınırları bizim ufkumuz olan bir harman yeriydi.

Epik Oratoryo kavramının inşa süreci böyle oluştu. Bu kavramın bir yabancılığı, soğukluğu var, ancak bu kimseyi yanıltmasın. Sahnede gördüğünüz her şey olabildiğince bize, buralara ait. Aynı zamanda yepyeni, alışılmadık…

Barış Yıldırım: Murat Mengirkaon’la aynı şehirde bir araya gelip de müzik çalışmalarımızı Geniş Merdiven Orkestra eşliğinde sürdürme yoluna girdiğimiz andan itibaren konser formunun kısıtları üzerine düşünmeye başlamıştık. Sanatçılar genellikle sahneye çıktıklarında en sevilen şarkılarını söyleyip iniyorlar. Biraz konuşkan biriyse arada bazı anılarını anlatıyor, birkaç söz ediyor. Ancak bu hem repertuarı daraltıyor hem de daha kapsamlı bir söz söylemek için uygun bir ortam sağlamıyor.

‘YENİ BİR FORM AMA BİR KÖKLERİ HEP BİZİMLEYDİ’

19 Ocak’ta İzmir NHKM’de Üç Kırmızı Gül Dalı adını verdiğiniz epik oratoryoyu sergileyeceksiniz. “Epik oratoryo” yeni bir form, okurlarımızın zihninde yaptığınız işin canlanması için epik oratoryolarınızı nasıl tarif edersiniz?

Barış Yıldırım: Sahnede hem bir konser hem bir dramatik eser izleyeceksiniz. Ama bu, müzikli oyunlar gibi asıl olarak tiyatronun; şarkıların arasında şiirlerin okunduğu, sanatçıların anılarını anlattığı konserler gibi müziğin baskın olduğu bir form değil. Yani mutat bir konserden daha çok şarkı söylüyoruz, herhangi bir oyun kadar da sahnemiz var. Yirmiye yakın şarkımız ve sahnemiz var. Hatta 19 Ocak’ta Nâzım Hikmet’in doğum günü anısına sergileyeceğimiz “Üç Kırmızı Gül Dalı” daha da dolu olacak. Zira ölüm yıldönümleri ocak ayının sonuna tekabül eden Hrant Dink ve Mustafa Suphi’ler hakkında da şarkılar ekledik.

Dediğiniz gibi epik oratoryo yeni bir form ama bir yandan da kökleri hep bizimleydi. Müziğin önemli bir yer tuttuğu Bertolt Brecht’in “epik tiyatrosu” ile klasik müzik formlarını geniş halk kitlelerine taşımak isteyen Mikis Theodorakis’in “halk oratoryosu” bu forma esin veren iki kaynak diyebiliriz. Türkiye devrimci geleneğinin öğrenci forumlarından hapishane avlularına dek “şiir dramatize”, “oratoryo” gibi adlar altında sergilediği müzik ve şiiri birleştiren gösterileri de esin kaynaklarımız arasında.

‘SENFONİK YAPILARA DA KAPALI DEĞİLİZ’

Fazıl Say’ın Nazım Oratoryosu ile sizin epik oratoryonuz arasında yapısal bir benzerlik var mı? Şarkılarınızda çok sesli örnekler mevcut mu?

Barış Yıldırım: Hem çalgılarda hem vokallerde çokseslilik bizim için oldukça önemli. Çokseslilikte yalnızca Batı klasik müziğinin değil Inti Illimani gibi Nueva Canción gruplarının vokal yaklaşımları da önemli. Giderek klasik formlardan da daha fazla faydalanmak istiyoruz. Örneğin ilk kez bu gösterimde resitatif ve kanon kesitlerini kullanacağız. Operanın yaygınlaşan etkisine karşı kilise desteğiyle gelişen fakat giderek dindışı müziğin de önemli bir parçası olan oratoryo formunun tarihinin bütünü, esin kaynaklarımız arasında. Elbette bu formun Türkiye’deki önemli örneklerinden Adnan Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu ve Say’ın Nazım Oratoryosu da esin kaynaklarımız arasında. Turgay Erdener’in bizim konserimizden bir gün önce İzmir’de sergilenecek olan Uğur Mumcu Kantatı’nı da analım. Ne var ki, bir klasik müzik formu olarak oratoryo hemen her zaman senfonik orkestralar ve korolar için yazılmış bir tür. Biz böyle senfonik yapılara da kapalı değiliz elbette fakat bu aşamada bu formun daha geniş bir dinleyici kitlesine eriştirilmesi bizim için oldukça önemli. Geniş Merdiven Orkestra gibi 10 kişiden az bir ansamblın da oratoryo formunun gücünü işe koşabileceğini düşünüyoruz ve galiba bu konuda belli bir başarı da elde ettik. Mikis Theodorakis’in senfonik çalgılarla halk müziği çalgılarını birleştiren “halk oratoryosu” konsepti tam da bu noktada bizim için çok faydalı oldu.

Murat Mengirkaon: Büyük müzisyen Teodorakis, Ege’nin bu kıyısından mübadillerce Yunanistan’a taşınan buzuki gibi halk çalgılarını -ki o güne kadar Yunanistan’da bu enstrüman dışlanıyordu- müziğine taşımıştı. Biz de ona atıfla “halk oratoryosu” kavramını kullanıyoruz. Teodorakis’in Halk Oratoryosunda buzuki gibi geleneksel enstrümanları, gelenekten beslenen sözler ve bestelerle, vokallerle birlikte duyabilirsiniz. Biz de resitatif teknikleri, kanonları hem orkestrasyon da hem de vokallerde çoksesliliği kullanarak bir yapı kurmaya çalışıyoruz.

Latif Tiftikçi: Bu gösteri-anlatı biçimi bizim için sürekli arayışlarla geçiyor. Bugüne kadar kısa sürede 4 farklı gösterim gerçekleştirdik: Ezgili Dünya, Denizlerce, Eylül Rapsodisi ve Üç Kırmızı Gül Dalı. Hepsinde de bir anlatıcı söz konusu. Epik tiyatronun kimi unsurlarından yararlanarak sahnede olan anlatıcıyı, şarkıları birbirine bağlayan bir sunucu olma özelliğinden çıkarma gayreti içerisinde olduk. İlk üç gösterimde anlatıcı, kendisini Rapsod olarak tanımlıyor. Diyor ki: “Ben de halimce bir Rapsod’um yeryüzünde. Rapsodiler söyleyerek gezerim bu âlemi. Destancıyım, meddahım, dengbejim. Yürek işçisiyim yani…” Ve program boyunca farklı anlatım biçimlerinde kendini gösteriyor.

‘ZAMANDAN MÜNEZZEH BİR YOLCULUK’

Bize biraz da Üç Kırmızı Gül Dalı’ndan bahseder misiniz?

Latif Tiftikçi: Üç Kırmızı Gül Dalı’nda, diğerlerinden farklı bir anlatım tarzı söz konusu. Programın içeriğine de uygun olarak şair karakterini üstlenen anlatıcı, bazen hapisteki Nazım Hikmet oluyor, bazen bir meyhanede “mısra çeken” Ahmed Arif, bazen Bursa Hapishanesi’nde Orhan Kemal, bazen de Haziran’da Ölmek Zor şiirini 12 Mart’ın sokağa çıkma yasağı koşullarında dillendiren Hasan Hüseyin Korkmazgil. Her birinde farklı mekânlar ve farklı sahne noktaları belirledik. Dekoru ve aksesuar kullanımını da işin içine soktuk. Kimi epizotlar söz konusu olsa da yaklaşık 2,5 saatlik program boyunca hem tiyatral bölümler hem de şarkılar bir hat boyunca ilerliyor ve birbirine bağlanıyor. Her şarkı, tarihsel ve siyasal anlatım boyutuyla bir sonraki şarkının önünü açıyor. Tarihsel zamanda ileri ve geri sıçramalar yapabiliyoruz. “Zamandan münezzeh bir yolculuk” yani. Aynı programın bir sonraki gösteriminde bile epik oratoryomuzu geliştirebilecek anlatımlar deniyoruz. Bu adımlarımızı sürdürdükçe, programlarımız daha da olgunlaşacak, zenginleşecek; Anlatıcı sayısını artırmak, dans ögelerini de katmak gibi…

Murat Mengirkaon: Üç Kırmızı Gül Dalı'nda sosyalist edebiyatımızın üç, hatta dört üretken ismini bir arada sahneliyoruz. Farklı yılların 2 ve 3 Haziran tarihlerinde kaybettiğimiz Nazım Hikmet, Orhan Kemal ve Ahmed Arif'i, Hasan Hüseyin'in nehir şiirlerinden “Haziran'da Ölmek Zor”un kuvvetini de kullanarak anlatmaya, sahnelemeye çalıştık. Dört aydını neden birlikte anlatmak istedik? Ölüm yıldönümlerinden bahisle haziran teması etrafında başlattığımız bu proje aslında bu dört önemli kişinin sanatları ve yaşamlarındaki kesişmeleri, mücadeleleri, sürgünleri, hapislikleri anlatma; üç sanatçının anlatımı üzerinden yeni bir estetik üretme çabasından kaynaklandı.

Barış Yıldırım: Dört sosyalist şair ve yazarı odağa alsak da epik tiyatronun “açık biçim”li yapısı bize gösterimden gösterime farklılıklar yapma, bazı epizotları ekleyip çıkarma fırsatı veriyor. Örneğin ayın 19’undaki sahnelemede Mustafa ve Maria Suphi’nin de içinde olduğu “Onbeşler” için Nâzım Hikmet şiirini temel alan koral bir kanon hazırladık. Kimilerince 20. yüzyılın ikinci yarısındaki en önemli 50 şiirden biri olan “Severmişim Meğer” için yapılmış bir şarkıyı da ilk kez bu konserde seslendireceğiz.

Murat Mengirkaon: Konu yelpazemiz zengin. Yine de “her biri birer engin deniz” olan büyük sanatçılarımızın hayatlarına dair kaynak bulmakta hiç zorluk yaşamadık diyebiliriz. Çünkü hem yaşamları hem üretimleriyle anlatılacak o kadar çok malzeme, söylenecek o kadar çok şarkı vardı ki biz yapıyı kurduk sadece. Daha önce bestelediğimiz şiirlere ilk kez bu proje için bestelediğimiz şarkıları, resitatif, çok sesli bölümleri ekledik. Bu arada 19 Ocak konserinde bir sürprizimiz daha var. Daha önce 12 Eylül’ün yıldönümünde binlerce kişiye sergilediğimiz “Eylül Rapsodisi”nde bizimle sahnede olan dostumuz Özcan Şenver de bizimle olacak. Latif'in dediği 'zamandan münezzeh' olma hali bizi bu sosyalist aydınlarımıza topraktan, köklerden bağlıyor…