Zafer Toprak’a dair kişisel bir anı yazısı

Atanan kayyumlardan dolayı yıllardır ayağının gitmediğini söylediği Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Veda Toplantısı, Zafer Toprak'ın ne kadar fazla insana değmiş olduğunun en büyük teyidi oldu.

Google Haberlere Abone ol

Y. Doğan Çetinkaya*

Zafer Toprak’ı kaybettiğimiz ay, ona bu yazının sonunda değineceğim iki tane sürpriz hazırlamak telaşındaydım. Zira hem varlığıyla hem de yazdıklarıyla akademik hayatımın birçok safhasında yer edinmiş önemli bir kişiydi. Bundan dolayı hazırladığımız bu sürprizler benim için önemliydi.

Akademik hayatımda yayımladığım ilk makalem yüksek lisansta Zafer Hoca'ya yazdığım 1908 Seçimleri'ne ilişkin ödeve dayanıyordu. Ödevi sunarken göstermiş olduğu yüreklendirme olmasa belki genç bir insan olarak üzerine gitmezdim. Yüksek lisans tezimi tez danışmanım merhum Yavuz Selim Karakışla ile onun odasında savunmuştum. Tezim hem konusu hem de içeriği itibarıyla doğrudan onun 'Milli İktisat' çalışmasına katkı yapma çabasındaydı. Daha sonra yurtdışına yaptığım bütün başvurularda onun referansı vardı. Ünlü kütüphanesinin bulunduğu Yeni Hayat Apartmanı ile o referans mektuplarını almaya gittiğimde tanışmıştım.

Boğaziçi’nde kuruluşunda önemli rol oynadığı Tarih bölümünde yüksek lisansımı yaparken Zafer Hoca artık bir döneme damgasını vuracak Atatürk Enstitüsü’nün başındaydı. Bu kurumların inşası dolayısıyla o kadar çok insana değmişti ki. Benim ilk makalemde, ilk tezimde ve aldığım referanslarda olduğu gibi çok fazla sayıda kişinin hayatlarının bir yerinde hep olmuştu.

Kurucusu olduğu Tarih Vakfı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları ve Toplumsal Tarih dergisi göreli olarak bağımsız tutumların hayat bulduğu mecralar olmuştu. Tarihe, devlete ve resmi ideolojiye "bizim" gibi kendisinden çok farklı pencerelerden bakan, eleştirel olan çok fazla sayıda akademisyen bu mecralarda nefes alacak bir ortam bulmuştu. Gerek ideolojisine gerekse de en temel çalışma alanı 'Milli İktisat’a dair yaklaşımına eleştiri getirenleri desteklemekten geri durmamıştı. Bu, geriye dönüp baktığımda ona dair en fazla hatırladığım olguydu. Geçen haftalarda Taner Akçam’ın "demokratlığına" ilişkin yaptığı tartışma ve eleştiriyi okuduğumda aklıma özellikle ilk bu husus gelmişti.

Öğrencilerinin neler yaptıklarını sonradan takip de ederdi. Saraybosna’da birlikte katıldığımız Birinci Dünya Savaşı üzerine bir sempozyumda Bilge (eşim Bilge Seçkin Çetinkaya) ile benim çok da muazzam olmayan sunumlarımızı salonun arkasından dikkatlice dinleyişini, daha sonra oturum bittikten sonra sempozyumu örgütleyen kişinin yanına gelerek ve bizim de duyacağımız şekilde gururla "gördün mü bizim çocukların farkını" deyişini dün gibi hatırlarım. Bu tür destekler ve yüreklendirmeler elbette basamakların başındaki insanlar için çok kıymetliydi. Özellikle birçok meseleye kendisi gibi bakmadığını bildiği kişiler için.

Çok yakından takip ettiği ve üzerine sık sık sohbet ettiğimiz Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar dergisinin Bahar 2021 sayısının "Sunuş" yazısında da değindiğim gibi çok az tarihçide görebileceğimiz genişlikte bir alanda kalem oynatmıştı. Çok üretken bir yazardı. Yazıları II. Meşrutiyet ve erken Cumhuriyet üzerine odaklansa da yazdığı konuların çeşitliliği birçok sosyal bilimcide hayranlık uyandırıyordu. Hatta bazılarını unuttuğu da oluyordu. Bu sene başında birlikte 1923 Türkiye İktisat Kongresi’nin 100. yılı için bir dosya hazırlarken kendisinin seneler önce yazdığı bir yazısını rica etmiştim. Bunun üzerine, "Doğan yanılıyorsun benim öyle bir yazım yok" demişti. Halbuki geçen sene kendisine armağan edilen kitabın başındaki yayınlar listesinde vardı bu makale. Sonunda yayımlandığı dergiden bir kopyasını aldığımızda çok sevinmişti.

Türkiye'de Milli İktisat 1908-1918, Zafer Toprak, İş Bankası Kültür Yayınları, 2019.

Bahsettiğim "Sunuş" yazımda değindiğim gibi Magnum Opus’u Türkiye’de 'Milli İktisat' kitabı ile olan bitmeyen ilişkisi ve mesaisi de her zaman ilgimi çekmişti. Birçok akademisyenin doktora tezinin aksine bu çalışmanın da kendine has bir yaşamı oldu. Zafer Hoca, en temel eseri ile uğraşmayı ve onu geliştirmeyi yaşamının sonuna kadar hiç bırakmadı. "Hocam şu kitabı artık rahat bırak" diyen az değildi. Bundan dolayı her kuşak ayrı bir Türkiye’de 'Milli İktisat' okudu. Yeni yaptığı çalışmalarla kitabı geliştiriyor, eklemeler yapıyordu. Örneğin bizim kuşak bu çalışmayı iki cilt olarak okudu. Nihayetinde eserin 40. yılında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan son tekâmül etmiş halini yayımladı. Başına da elbette kitabın 40. yıllık gelişim öyküsünü ekledi. Kim bilir belki 50. yılında nasıl bir Türkiye’de 'Milli İktisat' okuyacaktık. Yaşayan, büyüyen bir ömrü oldu en temel eserinin. Milli İktisat çalışmış bir insan olarak bir gün bu gelişimin analizini yapmak ve tarihini yazmak hep aklımın bir köşesinde olmuştu.

En genel anlamda tarihyazımına ilişkin merakı dolayısıyla özellikle sosyal tarih alanında ilk çalışmaları kaleme almıştı. Özellikle emek tarihi ve kadın tarihi bunların başında geliyordu. Ne iyi ki bu alanda yazdığı çok değerli makaleleri, yine ilk halleri ile değil son yaptığı araştırmaların geldiği noktanın yönlendirmesiyle elden geçirerek toplu halde yayımladı: 'Türkiye İşçi Sınıfı 1908-1946' ve 'Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm (1908-1935)'. Geçen sene Habertürk’te katıldığı bir programda bu iki eseri göstererek emek ve kadın konusunu Türkiye’nin geleceğinde hassasiyet gösterilmesi gereken iki önemli başlık ve kendi mirası olarak sundu.

Son iki yıldır çalıştığım iki konu ile yakından ilgilenir hem kişisel sohbetimizde hem de Toplumsal Tarih dergisinin Yayın Kurulu gibi kamusal ortamlarda mutlaka bunların bahsini açardı. Bankacılık tarihi kendisinin de çok emek verdiği bir alandı. Müzesini yaptığı bir bankanın tarihini araştırdığım için bitmez tükenmez merakıyla sorular sorardı. Yine Mustafa Kemal Paşa’nın Osmanlı Bankası’ndaki kişisel hesabı hakkında bulduğum belgeleri de çok önemserdi. Geçtiğimiz Mayıs ayında bu iki konuda Toplumsal Tarih ile Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar dergilerinde iki makale yayımlamış ve haliyle en fazla onun okumasını istemiştim. Yazının girişinde bahsettiğim iki sürprizden biri buydu. Diğeri de 40 yılı aşkın süredir gelişmeye ve büyümeye devam eden ve literatürde en fazla atıf yapılan eserlerin başında gelmesine rağmen hakkıyla esaslı bir değerlendirmesi yayımlanmayan Türkiye’de 'Milli İktisat'ın bir eleştirisini Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar’ın son sayısında yayımlamış olmamızdı. Elbette en fazla kendisinin okumasını istiyorduk. Böyle bir kapsamlı yazının çok hoşuna gideceğinden emindik. Ancak ne 'Türkiye Kurulurken Sermaye' başlığıyla çıkan Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar’ı ne de Mustafa Kemal’in hesaplarını kapak yapan Toplumsal Tarih’i onunla konuşma şansını buldum. Sosyal medyada da yazdığım gibi o makaleleri yazmış olmak hala anlamsız gelmeye devam ediyor.

Çok emek verdiği ama atanan kayyumlardan dolayı yıllardır ayağının gitmediğini söylediği Boğaziçi Üniversitesi’ndeki Veda Toplantısı ne kadar fazla insana değmiş olduğunun da en büyük teyidi oldu. Anısı bir kuşağın kaleme alacağı çalışmalarda yaşamaya devam edecek…

*İstanbul Üniversitesi - Siyasal Bilgiler Fakültesi