Yönetmelik yeni, yeşile boyanmış kalkınma hevesi eski

Yeni ÇED Yönetmeliği: Ekonominin, çevre, doğa ve gelecek kuşakların haklarını ihlal etmeye devam edebilmesi için, daha parlak ve janjanlı bir paketle sunulması; yeşile boyanmış kalkınma...

Google Haberlere Abone ol

Cem Altıparmak*

Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, 29.07.2022 tarihli yeni Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği’ni çıkarma gerekçesini twitter resmi hesabından şöyle duyurdu:  

ÇED Yönetmeliği'ni, YEŞİL KALKINMA hedeflerimiz kapsamında güncelledik.

Buna göre;

▪ÇED Raporu hazırlanması zorunlu faaliyetlerin sayısı ARTIRILDI.

▪Sıfır Atık, Sera Gazı Azaltımı, Sürdürülebilirlik Planı gibi birçok planın ÇED Raporları'nda yer alması ZORUNLU oldu.

Yönetmelik hükümlerini incelediğimizde, bu iddianın tam anlamıyla gerçeği yansıtmadığını görmekteyiz.  Özelikle bu yönetmeliğin Yeşil Kalkınma Hedefleri doğrultusunda çıkarıldığı iddiası hayli abartılı kalkmaktadır.

Yeni yönetmelikte ağırlıklı yer kaplayan birçok düzenlemenin, aslında bir önceki yönetmeliğin kötü yazım dilinden kaynaklanan defoları gidermeye ve ÇED süreçlerini biraz daha sade ve anlaşılır kılmaya yönelik olduğu görülmektedir. 

Bunun yanında, yeni yönetmelikte, Bakanlığın ileri sürdüğü gibi Çevresel Etki Değerlendirmesi uygulanacak projelerin kapsamının/sayısının arttırıldığı doğrudur. Örnek vermek gerekirse, herhangi bir kapasite şartı ileri sürülmeksizin tüm RES ve HES projeleri ÇED uygulanacak projeler kapsamına alınmıştır.

Yine aynı şekilde, önceki yönetmelikte bir istisna olarak yer alan “150 hektarı aşan (Kazı ve döküm alanı toplamı olarak) çalışma alanında açık işletme yöntemi ile kömür çıkarma” projelerine dair istisna tamamen kaldırılmıştır. Açık işletme yöntemiyle kömür çıkarma projeleri artık diğer madencilik projeleri gibi 25 hektar ve üzeri arazi yüzeyine göre değerlendirilecektir.

Ne var ki; yine madencilik sektöründen örnek vermek gerekirse, daha önce yılık 400.000 ton ve üzeri kırma, eleme, yıkama ve cevher hazırlama işlemlerinden en az birini yapan tesisler, ÇED uygulanacak proje olmaktan çıkarılmıştır. Bu tesislerin madencilik projelerinin ayrılmaz parçaları olduğu dikkate alındığında, kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran bu tesisleri ÇED sürecinden kaçırmanın yeşil kalkınmaya nasıl bir katkı sağlayacağı şaibelidir. Özellikle bu tesislerin zeytinlik sahaların korunması mevzuatı açısından kurulması ve işletilmesi yasak tesislerden olduğu da dikkate alınırsa, bu düzenlemenin yaratacağı olası zararları tahmin etmek zor olmayacaktır.

Yeşil kalkınma iddiası sürdürülebilir yaşam, çevresel demokrasi ve katılım haklarını dikkate aldığınız ve ona uygun düzenlemeler yaptığınız sürece bir anlam kazanır. Yeni ÇED Yönetmeliğinin çevresel demokrasiye gerçekten bir katkı sunduğunu söyleyebilmek için, özellikle çevresel konularda halkın karar verme süreçlerine katılımı, söz ve karar hakkını garantiye alan düzenlemelerin yapılması şarttır.

Ne var ki bu yönetmelikte de halkın ÇED süreçlerine katılımına dair düzenlemeler sembolik olmaktan öteye geçmemektedir. Halkın bu süreçlere dair söyleyeceği sözün, vereceği kararın İdare katında dikkate alınacağına dair bir düzenleme bu yönetmelikte de yoktur. Daha da kötüsü, bu yönetmelikte “Halk” tanımı da daraltılmıştır. Bir önceki yönetmelikte ‘Halk’, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, Türkiye’de ikamet eden yabancılar ile ulusal mevzuat çerçevesinde bir veya daha fazla tüzel kişi veya bu tüzel kişilerin birlik, organizasyon veya grupları” olarak tanımlanmışken, yeni yönetmelikte ‘Halk’, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ile Türkiye’de ikamet eden yabancılar”a indirgenmiştir.

Bu değişiklik, mevcut ÇED süreçlerinde haklarının nasıl ihlal edildiğini çok iyi bildiğimiz yurttaşların en önemli destekçileri olan, uzmanlıkları, kampanyaları ve aktivizmleri ile yöre halkına destek olan dernek, vakıf, meslek odaları, barolar gibi önemli tüzel kişi örgütleri ÇED süreçlerinin dışına itmektedir.

Çevresel demokrasi ve katılım haklarına indirilen bu darbe yetmiyormuş gibi, yeni yönetmeliğe eklenen “Paydaş katılım planı” gibi bir düzenlemeyle, zaten sıkıntılı o ‘halk’ kontenjanından kimlerle, ne şekilde, hangi yöntemler ve araçlar kullanılarak iletişim kurulacağının ve bilgilendirme yapılacağının belirlenmesi yetkisi de yatırımcı adına ÇED sürecini takip ÇED firmalarına verilmektedir.

Bu yönetmeliğin ruhunun tam olarak ortaya çıkarılması için yetmez ama son olarak şunu da söyleyelim ki haklı itiraz ve endişe noktalarımız iyice belirgin olsun; yönetmelikte yeni bir tanımla karşılaşıyoruz: “mücbir sebep”.  Bir hukuk terimi olarak mücbir sebep, en basit ve anlaşılır haliyle, “önüne geçilmesi elde olmayan, istencin dışında oluşan durum” olarak tanımlanmaktadır ve genel olarak sorumluluğu ortadan kaldıran nedenlerden biri olarak kabul edilmektedir. Mücbir sebep ibaresi eski yönetmelikte de vardı ve 5 yıl içinde mücbir sebep bulunmaksızın yatırıma başlanmaması durumunda projenin geçersiz hale gelmesi ile ilgili bir düzenleme içinde, bir istisna durumu yaratıyordu. Ancak bu mücbir sebebin tanımı eski yönetmelikte yoktu. Bu da birtakım tartışmalara yol açmaktaydı. Yeni yönetmelikte mücbir sebep tanımı yapılarak bu tartışmalara son verilmek istendiği anlaşılıyor. Ancak getirilen tanım son derece sakıncalı. Yönetmelikte şöyle tanımlanmış mücbir sebep: “ÇED Olumlu/ÇED Gerekli Değildir kararı verilmiş olan projeler için bu Yönetmelikte tanımlanmış olan karar geçerlik süresi içerisinde yatırıma başlanılmasına doğrudan engel teşkil edecek; doğal afet, olağanüstü hâl, idari yargı kararları (projenin tamamının yapılmasını etkileyecek şekilde yürütmenin durdurulması/iptal kararı varsa) gibi dıştan gelen fiili bir durum”

Bu tanımdaki sıkıntı, yargı süreçlerini de mücbir sebebin parçası yapması. Oysa yargı süreçleri hiçbir şekilde mücbir sebep tanımına girmez. Bir proje hakkında bir iptal davası açılıyor ise bu dava öncelikle hukuk devleti denetimi anlamına gelir. Öyle ki yargı süreçleri bir yandan hukuk devleti denetimi yaparken diğer yandan İdarenin hizmet kusurunu da gözler önüne serer. Dava sonucunda verilen kararla bir proje iptal ediliyorsa aslında ispatlanan şey, İdarenin dava edilen projeye verdiği izinlerin hukuka aykırı olduğudur. İdarenin ÇED sürecini hukuka uygun yürütmediğinin ortaya çıkmasıdır.

Gerçekten de idare ÇED sürecindeki izin, denetim ve kontrol yükümlülüğünü yerine getirmiyor ya da layıkıyla yerine getirmiyor ve bunu sonucunda bir zarar doğuyor, bu zarara yol açan idari işlem bir iptal davasının konusu oluyorsa, artık ortada bir mücbir sebepten (umulmayan, beklenmeyen ve ne yapılırsa yapılsın engel olunamayacak bir durumdan) değil, hizmet kusurundan bahsetmek gerekir.

İşte yeni yönetmelikle, idari yargı süreçlerinin mücbir sebep kabul edilmesi, aslında yatırımcıya ‘sen davayı kaybetsen de dert etme, biz bir yolunu bulur senin projeni hayata geçiririz’ yollu hukuk dışı bir güvence vermekten öte bir anlama gelmemektedir.

Bu açılardan bakıldığında, yeni yönetmeliğe yön veren motivasyonun, sürdürülebilir yaşam, çevresel demokrasi ve katılım haklarını öncelemek değil, sürdürülmesi mümkün olmayan bir ekonominin, çevre, doğa ve gelecek kuşakların haklarını ihlal etmeye devam edebilmesi için, daha parlak ve janjanlı bir paketle sunulması; yeşile boyanmış kalkınma olduğu ortaya çıkmaktadır.

*Avukat, İzmir Barosu