Yoksulların haysiyeti olur mu?

Her gün yeniden hayatta kalmak için vazgeçilen/vazgeçtiğimiz haysiyet yoksullukla mücadele ettikçe, yaşamın kendisine karşı durdukça kazanılacaktır.

Google Haberlere Abone ol

Cihan Tosun

Yoksulluk nedir sorusunu her gün başka başka biçimlerde kendimize soruyoruz. Çoğu zaman kafamızda bu soruyla dolaştığımızın dahi farkında değiliz ama yine soru(n) bir şekilde yaşamımızın içine sızıyor. Sabah evden çıkıp ekmek aldığımızda, arkadaşımızla bilmediğimiz bir kafede çay içtiğimizde ya da çeyrek karpuza dünün ayakkabı parasını verdiğimizde bazen sesli bazense gözlerde ufak bir hayret ifadesiyle o soruyu tekrar tekrar soruyoruz; yoksulluk nedir? 

Yoksulluk meselesi üzerine düşünmem başlarda akademik merak ve politik saikler etrafında görece kuramsal bir serüvendi. Ancak yoksulluk son yıllarda günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Şimdilerde ise yaşamın her anını kuşatan ve şeyleri ondan bağımsız düşünmeye fırsat tanımayacak bir hal aldı. 

1, 100, 1000, 100.000, 1000.0000…  

Döviz kurları, faiz artışı, merkez bankası açıklamaları, politika faizi, dış borçlar… Günlük yaşama ilk sızan yoksulluk rakamları oldu. Sonrasında kira artışları, temel gıdaya gelen zamlar, asgari ücret tartışmaları gibi daha kolay anlayacağımız şekliyle ete kemiğe büründü bu rakamlar. Televizyonlarda, gazetelerde, sosyal mecralarda başrolünde sayıların olduğu, birbirleriyle çeşitli şekillerde rekabet eden programlar izlemeye, yazılar okumaya başladık. İşsizlik oranları, enflasyonun kaç haneli olduğu, bir asgari ücretle kaç ekmek alınabildiği üzerinden sayıların yarışı, yükselip düşüşü başta insandan bağımsız, iktidar ve muhalefet rekabetinde kazananı belirleyecek otorite olarak tayin edildi. Sayılar üzerinden süren bu yarış, ana akım siyasetçilerin seçime kadar en önemli kavgası olarak süregeldi. İktidar açısından görev, sayıları görece kabul edilebilir seviyelerde tutmak ve mümkün olduğunca manipüle etmek iken muhalefetin kutlu vazifesi, iktidarın başarısızlığının bir göstergesi olarak sayıları savunmaktı. Sayılar yoksulluk gerçeğini anlamanın yegâne yolu olarak büyüdü ve yoksulluğu tartışmanın tek biçimi olarak kabul gördü.

Yoksulluğun sayılardan ibaret bir gerçeklik olarak tartışılması işi o kadar büyüdü ki insan yaşamı bu hikâyede önemsiz bir detay haline geldi. Atanamadığı için intihar eden genç bir öğretmenin “cebinden 6 lira çıktı!” şeklinde verilen intihar haberinden anlıyoruz ki kişinin ölümü cebinden çıkan 6 lira kadar trajik görülmemiş…  

'YOKSULLUK BUGÜN KÜLTÜR SANATIN NERESİNDE?'

Bir kitapçıyı gezip yine büyük bir hayretle kitap fiyatlarına bakarken dergi rafında Yeni e dergisinin son sayısına denk geldim. Dergiyi okurken yoksulluğun bilgisini nasıl ifade etmek gerektiğine dair kafamda bölük pörçük bazı fikirler vardı ama tam olarak ifade etmekte zorlanıyordum. Derginin dosya konusu olan “Yoksulluk Bugün Kültür Sanatın Neresinde?” sorusunu gördükten sonra aradığım şeyin cevabını biraz da bu soruda bulacağımı düşündüm. Dosyayı okudukça her yazı, düşündüğüm ama ne olduğunu anlatmakta zorlandığım fikirlerimin zihnimde biraz daha berraklaşmasına yardımcı oldu. Dergide, farklı kültür sanat ürünlerinde yoksulluğun temsiline dair tartışmalar, neoliberal dönüşümün bundaki etkisi, solun durumu ile bu kısıtlı yoksulluk anlatıları arasındaki ilişki, Türkçe yazında yoksulluk, Yeşilçam ve günümüz Türkiye sinemasında yoksulluk gibi pek çok tartışmaya dair söz söyleniyordu. Farklı alanlardan pek çok yazar, sinemacı, gazeteci, akademisyen, eleştirmen, öykücü meseleyi kendi durduğu yerden gayet ufuk açıcı biçimde tartışıyordu. Ama benim dikkatimi çeken ve bu yazıyı yazmaya da heveslendiren esasen iki paragraf oldu.

Aydın Çubukçu “İmge Olarak Yoksulluk” yazısında; “yoksulluk gözle görülür olmaktan çıktı, ancak rakamlarla ölçülüp anlaşılır hale geldi. Değişen yoksulluk biçimleri yeniden imge değeri kazanabilmek için hayattaki nesnel karşılığını sanat ve edebiyat aracılığıyla bulabilmeli” derken Arlin Çiçekçi soruşturmaya verdiği cevapta, “yoksul; sadece haddini bildiği, yapılan yardıma minnet ettiği, ona yardım eden yüce gönüllere duacı olduğu ve daha fazlasını isteme ‘yüzsüzlüğü’ göstermediği ölçüde kabul edilebilir ve yoksulun onuru da ancak bu kriterler üzerinden değerlendirilir. Yoksulun tüm açlığına rağmen ‘tok gözlü’ olması, ona yapılan ayıplara göz yumması ve onur meselesi etmemesi beklenir.” diyordu. Bu sözler beni başka bir şeyi düşünmeye, tartışmaya itti: Yoksulların haysiyeti olur mu?

HAYSİYET MESELESİ; BİR HİKÂYE

Televizyon ekranlarında, sosyal mecralarda ve günlük tartışmalarda vs sayılarla çizilen o büyük çerçeve içinde ancak belli belirsiz görülebilen ama anlamlı ve önemli gördüğüm, yoksulluğun bir yansıması ve “sınıfın gizli duygusu” olarak haysiyet…

Yoksulların haysiyeti üzerine düşünürken en tehlikeli şeyin Yeşilçam klişesi tadında, “fakir ama gururlu” yoksullar hikâyesi anlatmak olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden yoksulluk ve gurur arasında kurulan bu karikatürleşmiş ilişkiyi her gördüğümde üstüne basa basa Yaşar Kemal’in “insanlığın en aşağılanmış yeridir yoksulluk” sözlerini hatırlattım kendime. Diyebilirim ki yoksulluk aynı zamanda haysiyet kaybıdır.

Bu yazıyı yazarken tam da bu satırlardan önce bir adamla tanıştım. Yaşlı, yalnız ve kanser hastası bu adam oturduğumuz kafede yanımıza yaklaştı yol sormak için; “Numune hastanesi nerede?”. Biz yolu tarif ederken bir çay içmek istediğini söyledi. Olur dedik, oturdu masamıza, çay söyledik. İçerken anlatmaya başladı. Kanser hastası olduğunu, kimsenin ona yardım etmediğini, asker arkadaşının ayarladığı depo gibi bir yerde kalıp tedavisi için her gün hastaneye yürüdüğünü anlattı. Cebinde 20 lirası varmış. İki saat önce bir poğaça yiyip karnını idare edecek kadar doyurmuş. Çayını içti, ufaktan kalktı. Biz amcaya tekrardan yolu tarif ettik ve amca ağır adımlarla güneşin alnında yürümeye başladı.

Peki neden anlattım bu hikâyeyi? Amcanın acınası halini, bizim ne kadar iyi insanlar olduğumuzu, dünyanın ne kadar kötü bir yer olduğunu anlatmak için mi? Hayır. Amca gitti ama benim aklıma bir soru takıldı. Amca neden anlattı bize tüm bu detayları? Konuşacak kimsesi yoktu da ondan belki, ya da sırf gevezelikten. Anlatmak için anlattı belki. Belki de kandırdı bizi bir bardak bedava çay için… Ama bana kalırsa bunların hiçbiri değildi sebebi. Sadece “tok gözlü” bir yoksul olduğunu, o çayın parasını neden ödeyemeyeceğini bize ispat etmek zorunda hissetti. Amca, ödeyemediği çayın parasına karşılık masaya haysiyetini bıraktı.

HAYSİYETİMİZİ KAZANABİLİR MİYİZ? YA DA HAYSİYETSİZ YAŞANABİLİR Mİ?

Yoksulluk, yoksullara iyi veya kötü olmalarından, tüm inançlarından ve değerlerinden bağımsız ortak bir duygu olarak bunu her gün yaşatır. Orta ve üst sınıflar için erdem olan ve insan olarak yaşamanın güçlü bir imgesi olan haysiyet yoksullar için her gün törpülenen, yeniden ve yeniden vazgeçilen ortak bir duygu olarak karşılarına çıkar.

İnsan Haysiyeti Üzerine Söylev kitabında Pico della Mirondola, bugün kişisel meşruiyet ya da yeterlilik dediğimiz şeyin, toplumun bütün insanlarda insan haysiyetine ilişkin bir imge arayışını başlatmasından kaynaklandığıyla ilgili bir tartışma yürütür. Hayvanlar pek doğal olarak neden yaşamak zorunda oldukları konusunu sorun etmeksizin yarını düşünmeden yaşarlar; lakin insan bunu sorun eder çünkü birbirlerine karşı sevgilerini ve zalimliklerini, sadece hayatta kalmayı istemekten çok daha karmaşık biçimlerde yaşamaktan keyif aldıkları eylemlerini birlikte yaparlar.” (Sennet ve Cobb, Sınıfın Gizli Yaraları, s.65) 

Evet, hayvanlardan farklı olarak insan neden yaşamak zorunda olduğu konusunu sorun eder ancak yoksulluk, insanların yaşamları hakkında düşünme özgürlüğünü dahi elinden alır. Yoksulluk bir hayatta kalma mücadelesidir ve yoksul insan düşünmeden yaşamak zorundadır. İnsan yaşamının değeri ve anlamı üzerine hümanizmin en eski tartışmalarından birine referans vermek ilk bakışta biraz garip gelebilir. Burada bir şey dikkatimizi çekmeli; 500 yıl önce yazılmış satırlarda dahi insan yaşamının anlamı ve haysiyet arasında bir ilişki kurulmuş.

Her gün yeniden hayatta kalmak için vazgeçilen/vazgeçtiğimiz haysiyet yoksullukla mücadele ettikçe, yaşamın kendisine karşı durdukça kazanılacaktır. Haliyle yoksulluk bir imge olarak sanatın konusu olacaksa kaybedilen ya da kazanılacak olan haysiyetimiz okuyacağımız satırlarda, izleyeceğimiz filmlerde, tiyatro oyunlarında bir karşı duruş ile kavranacaktır. Neyi kaybettiğimiz belki de ancak o zaman hatırlanacaktır.