Yılmaz Güney katil midir?

Yılmaz Güney ne katildir ne de kadın düşmanıdır, mizacı nedeniyle hatalar yapmış, hataların bedelini ziyadesiyle ödemiş ve büyük dersler çıkarmış halkımızın sevdiği bir değer ve büyük bir sanatçıdır.

Google Haberlere Abone ol

Seyfi Elçiboğa

Yılmaz Güney, senaryosunu yazıp başrolünü üstlendiği, pamuk işçilerinin yaşamı konulu ve sinema tarihimizde sesli çekilen ilk film olan “Endişe” filmini çekmek üzere Adana’nın Yumurtalık ilçesine gelir. Film ekibiyle birlikte Belediye Plaj Moteli’nde kalır.

13 Eylül 1974 akşamı otelin kimilerine göre lokanta, kimilerine göreyse gazinosunda Yılmaz Güney, karısı Fatoş Güney, Adana Belediye Başkanı Ege Bagatur, öğretmen Murteza Timur, Ali Özgentürk ve yönetmen Şerif Gören aynı masada oturur. Yumurtalık ilçesi hakimi Sefa Mutlu ve karısı Nuran Mutlu da misafirleriyle birlikte yan masada yemek yer. Güney'i görmek isteyen hayranları otelin etrafında birikir.

Film ekibi gündüz çekimlerinde silah sesinin yetersiz kaldığını, tekrardan silah sıkıp teybe kaydetmeyi görüşürken Güney, rakının da etkisiyle “Film setinde tabancanın sesi iyi kaydedilmemiş. Burada ateş etsem iyi çıkar mı acaba?” diye sorar. Ege Bagatur, “Gözünü seveyim Yılmaz, yapma! Ufak bir yer burası, beni buradaki memurlarla yüz göz etme.” diyerek engel olmaya çalışır.

'O ÇİRKİN KRALSA BEN DE YUMURTALIK KIRALIYIM!'

O sırada yan masadaki Sefa Mutlu ile Güney arasında sataşma başlar. Şahitlerin ifadelerine göre Mutlu'nun kardeşi: "Çirkin Kral silah sıkacak!” diye seslenir. Hakim ayağa kalkar; “O Çirkin Kralsa ben de Yumurtalık kralıyım, silah sıkarsa tutuklarız” der. Yine tanıklara göre Güney havaya üç el ateş ederek: "Gel lan! Tutukla!” diye karşılık verir. Hakim küfürler eder, otel çalışanları Hakimi dışarı çıkarır. Ancak bir müddet sonra geri döner ve Güney'in eşine küfreder. Ortalık karışır.

Sefa Mutlu metal sandalye ile Güney'in koluna vururken Güney silahı ateşler. Sağ gözünden giren mermi Hakim Sefa Mutlu'nun baş tarafından çıkar. Yılmaz Güney kaçmaz, hakimi kurtarmak için didinir ama Sefa Mutlu yine de hastanede can verir. Jandarma gelip Güney'i kelepçeler. O esnada hayranları arasından bazıları "Ben vurdum" diye ortaya atılır. Mahkeme başlamadan davaya Ankara'dan yeni bir savcı atanır. Güney'in yeğeni Abdullah Pütün de duruşmadan evvel; "Ben vurdum" diye ortaya atılır, çelişkili ifadeleri sebebiyle Güney'in durumunu daha kötü duruma sokar. Zaten iyi hazırlanmamış savunma ve antikomünist cephenin ulusal basında Güney'i en baştan "katil" ilan etmesi sayesinde Yılmaz Güney dönemine göre en ağır cezayı alır. Kendisine 13 Temmuz 1976'da 19 yıl ağır hapis cezası verilir.

Yılmaz Güney, 9 Ekim 1981 günü Isparta Yarı Açık Cezaevi'nden izinli olarak çıkar, Fransa'ya kaçtığı öğrenilir ve bir daha asla geri dönmez. 1982 yılında vatandaşlıktan çıkarılır, 1984 yılında da kansere yenik düşer.

1993 yılından itibaren yeniden yurttaş olan Yılmaz Güney, ölüm yıldönümü nedeniyle 2021'de TC Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından anılır.

'HAKİM YILMAZ'IN KOLUNA SANDALYE İLE VURDU, SİLAH O SIRADA PATLADI'

Ali Özgentürk, kitabında o geceyi detaylı olarak anlatır. Sefa Mutlu'nun ölümü için: "Bir süre sonra yine geldi. Yine sarhoştu. Bu kez Yılmaz’ın eşiyle ilgili çok ağır bir söz söyledi. Ne olduysa işte o anda oldu. Gazino birdenbire karıştı.” diye yazar.

Fatoş Güney'in kitabındaysa: “Kesinlikle Yılmaz çekip tabancayı bir insanı vurmuş değil. Bir saldırı söz konusu oldu kendisine. Hatta Hakim Bey, onu oradan uzaklaştırmak isteyen arkadaşlarının kollarından kurtulup, bir sandalye alıp Yılmaz’ın koluna indirdi. Ertesi gün Yılmaz’ın kolu mosmordu.” diye yazacaktır.

Aynı kitapta karakolda beş dakika görüşebildiği Güney'in kendisine: "Neler oluyor Fatoş, ne oldu Allah aşkına? Nasıl oldu anlamıyorum? Hâkim yaşıyor değil mi?.. Koluma sandalyeyi indirince silah ateş aldı. Yarası ağır mı peki, durumu nasıl?" diye sorduğu yazılır.

KASTEN ADAM ÖLDÜRME DEĞİL, KASTIN AŞILMASI SONUCU ADAM ÖLDÜRME 

Abisinin alkollü olduğunu reddeden Sefa Mutlu'nun kardeşi Oktay Mutlu yıllar sonra basına: "Güney mahkemede abimi vurduğunu kabul etmedi ama bize karşı mahcubiyeti vardı. Bizi gördüğü zaman başını yere eğerdi." der.

Yılmaz Güney ise mahkemede: "Bakın adam öldürmem demiyorum, öldürebilirim. Hayati bir tehlikeyle karşılaşsam, başka çarem kalmamışsa yapabilirim. Fakat bir yumrukta, bir tekmede yıkılan, üflesen devrilecek sarhoş bir adamı neden öldüreyim?" diyerek kendisini savunur.

Yakın zamanda Güney'i yargılayan savcı yardımcısı Yalçın Öğütcan: "Ateş edip ölüme sebebiyet veren Yılmaz Güney'di ancak hedef gözetilerek işlenmiş planlı bir cinayet değildi. Bir anlık fevri hareketler, bu sonucu doğurdu.'' diye basına demeç verir ve ekler: “Olayın meydana geliş şekli ve tanık ifadelerinin anlatımlarına bakıldığında; Yılmaz Güney’in eyleminde 'Kasten Adam Öldürmek' değil, 'Kastın Aşılması Sonucu Adam Öldürmek' suçunun oluştuğu ihtimali ağırlık kazanmaktadır. Ve bu suçun cezası o döneme göre sadece 8 senedir."

PAMUK IRGATLIĞINDAN BEYAZPERDEYE 

Pamuk ırgatlığından başlayıp Yeşilçam starlığına uzanan tırmanış öyle hızlıydı ki Güney’in karakterini yaratan zıtlıklar aşırı davranışlar olarak dışa yansır. O, filmlerine yansıttığı kimi figürlerle özdeşleşir. Hayat kronolojisine bakıldığında inandığı ve düşündüğü gibi yaşar, bunun için yer yer toplumu ve devlet bürokrasisini karşısına almaktan çekinmez.

Yılmaz Güney ile Sefa Mutlu elim olaydan önce hiç tanışmamış, aralarında herhangi bir husumet oluşmamıştı. Cinayet işlenmesi için hiçbir mantıklı sebep yoktu. İkisi de kariyer sahibi önemli insanlardı. Olay gecesi ikisi de alkollüydü. Güney’in kazara Sefa Mutlu’ya ateş ettiği, yaşaması için elinden geleni yaptığı, kaçmadığı ve mahkemede olayı üstlendiği herkesçe kabul görür. Ancak dönemin gazeteleri tasarlayarak cinayet işlenmişçesine Güney’i “cani” ve “katil” olarak yansıtırlar. Güney’in politik duruşu, tıpkı ondan yıllar sonra Ahmet Kaya’ya yapılmış olanlar gibi linç edilmesine sebep olur. Güney’e karşı tahammülsüzlük öyle bir hal alır ki hapishanede olması dahi yetmez. Hapishanede suikaste uğrar ama kurtulur. Başka çaresi kalmadığından ülkeyi terk eder.

Yılmaz Güney oyunculuk, senaristlik, yazarlık, yönetmenlik kariyerine en iyi oyuncu, en iyi yönetmen, en iyi senaryo, en iyi roman, en iyi film gibi onlarca ödül sığdırdıktan sonra Yol filmiyle 1984’te, Cannes Film Festivalinde, Şerif Gören ile birlikte, Altın Palmiye ödülü alan ilk sinemacı olur.

YILMAZ GÜNEY HİÇBİR ZAMAN HATALARINI SAVUNMADI

Yılmaz Güney’in eşi Nebahat Çehre’yi dövdüğü de yazılır. Buna mukabil kadın düşmanı olmakla suçlanır. 70’li yıllar Türkiye’si kadına karşı şiddetin pek de yadsınmadığı yıllardır. Kuşkusuz şiddete bulaşmamış veya şiddete karşı duran pek değerli insanlar varsa da örneğin Ayhan Işık’ın eşi Gülşen Işık: “Ayhan bana çok tokat attı. Hatta bir defasında dişimi bile kırdı.” demişti. Fikret Hakan’ın hafif müzik sanatçısı eşi Hümeyra’ya attığı dayak çok konuşulmuştu. Sadri Alışık, eşi Çolpan İlhan’ı içip içip döver, Cüneyt Arkın gerçek hayatında da kadınları aynı sertlikle tokatlar, Müslüm Gürses eşi Muhterem Nur’a, İbrahim Tatlıses eşi Perihan Savaş’a şiddet uygular, Kartal Tibet kadın dergilerinde, “kadınları dövmenin zorunluluğu” üzerine felsefe yapacak kadar şiddete düşkündür. Saydığım isimlerden kadın düşmanı olmakla itham edilen birini okudunuz mu?

Geçmişte yaşanmış olay ve olguları günümüzün ölçüleriyle değerlendirmek anakronizme saplanmak olur. Bundan kaçınmak için tarihsel niteliği olan ölçüleri mümkün olduğunca günümüz ölçülerine çevirebilmek lazım. Örneğin 20.yy’ın başına değin kurulan İstanbul’daki köle pazarını, erkekler arasındaki düello geleneğini, birden fazla kadınla evlenmeyi, kızları çocuk yaşta evlendirmeyi bugünkü ölçülerle ele almaya kalkarsak yanılgıya düşeriz. Dün kabul görmüş bir edim bugün yadsınabilir. Feminist hareketin ilk defa 1987 yılında “Kadınlara Dayağa Karşı Hayır” yürüyüşünden sonra örgütlü mücadeleye geçtiğini ve engellenmesi için ancak 2000’li yıllarda kamusal düzeyde ele alındığını anımsatırım.

Çocukken annem bana tavuk kestirirdi, bugün hiçbir kuvvet bana aynı şeyi yaptıramaz. Bizden 50 yıl sonraki nesil belki de hayvan katili diye adlandırarak bizlerden utanacaktır. Değerler, normlar ve edimler değişkendir.

Güney, hiçbir zaman yaptığı hataları savunmazdı. Devrimci olmasaydı muhtemelen diğerleri gibi konforlu bir yaşamın sahibi olacak, Yumurtalık olayının üstü kapatılacak, halka yansımış küçük aşırılıkları star egosu diye geçiştirilecekti. Hatta Mahir Çayan ve arkadaşlarını evinde gizlediği ortaya çıkıp cezaevinde yatana dek geniş kesimlerce en sevilen sanatçılardan biriydi. O günden sonra sanatına aktif fikir mücadelesini eklemiş ve böylece devlet bürokrasisinden sağ cenaha belli başlı bir kesimin oklarını üzerine çekmişti. Artık sevmeyenleri Güney’in yaptığı her hatayı didik didik ederek tıpkı bugünkü gibi ona saldırıyorlardı.

NE KATİL NE DE KADIN DÜŞMANI 

Yılmaz Güney tüm ömrünce, 24 kitabında ve özellikle senaryosunu yazdığı veya yönettiği filmlerde, daha eşit ve daha konforlu bir ülke için, sınıfsal ve toplumsal adaletin sağlanması gerektiğini anlatıp durdu. İşte bu nedenden ötürü Yılmaz Güney’i kadın düşmanı bir katil diye adlandırmak büyük haksızlık olur. Yılmaz Güney ne katildir ne de kadın düşmanıdır, mizacı nedeniyle hatalar yapmış, hataların bedelini ziyadesiyle ödemiş ve büyük dersler çıkarmış halkımızın sevdiği bir değer ve büyük bir sanatçıdır. Aşkları, kavgaları, alkol ve silah tutkusuyla doğruları ve yanlışları olan herkes gibi o da bir insandı. Başına gelmiş kötü bir olay üzerinden onu değerlendirmeye kalkmak, yaşamı boyunca ortaya koyduğu sanatsal üretimi, vermeye çalıştığı mesajı görmemek art niyetli değilse sığlıktır.

Yılmaz Güney’in şu sözleriyle bitirmek istiyorum.

“Dostluğu ve sevgiyi, yeni doğmuş tüm bebeklerin yüreğine yazmak isterdim onlarla birlikte büyüsün bütün dünyayı sarsın diye.”