Yenilgiler filozofunun yenilgisini anlatan roman: Yokuş

Nikos Kazancakis’in ölümünden yıllar sonra keşfedilen romanı 'Yokuş', Harun Ömer Tarhan çevirmenliğinde Can Yayınları tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

Hakan Sipahioğlu

Rus kimyacı Dimitri Mendeleyev elementlerin yapısını zihninde öyle iyi sistematize etmişti ki tasarladığı periyodik cetvelde henüz keşfedilmemiş üç elementin yeri çoktan belliydi. Mendeleyev bu elementlerin ne tür özelliklere sahip olacağını öngörmüş ve onları tasnif etmişti bile. Sonradan galyum, skandiyum ve germanyum adı verilecek elementler için geriye sadece keşfedilmek kalmıştı.

Şuna size temin edebilirim: Kazancakis’in “yeni” romanı 'Yokuş', yazılmasından yetmiş beş yıl sonra keşfedildiğinde de bazı şahsi kütüphanelerin raflarında bu kitabın yeri hanidir hazırdı, zira yazarın eserlerine karşı Mendeleyev’in kimyasal elementlere olan tutkusuna benzer hislere sahip olan, yazarın düşünce sistematiğini kavramış okurlar için böyle bir kitabın varlığını tüm nitelikleriyle beraber öngörmek gayet mümkündü.

Mümkündü çünkü insanlığın tarih boyunca çektiği acıları derinden hisseden ve tüm yazınsal serüvenini hem bireysel, hem de toplumsal zeminlerde vuku bulacak bir kurtuluş reçetesi aramaya vakfeden Kazancakis’in ikinci dünya savaşının insanlık (ve Girit, hiç değilse Girit!) üzerinde yarattığı tahribata dair iki çift de olsa kelam eden bir eserinin olmamasına imkan yoktu. Yazarın 1946 yılında, yani Yunanistan’ın büyük savaşın yaralarını sarmak şöyle dursun üzerine bir de yıkıcı bir iç savaşa sürüklendiği dönemde yayınladığı en ünlü yapıtı 'Zorba’da bu tahribatın esamisi okunmuyor, bu da ciddi bir eleştiri konusu oluyordu. İsa’nın, Osmanlı hakimiyeti altındaki Girit’in, Anadolu Rumlarının, kardeş kanı dökülen Yunanistan’ın, Aziz Francesco’nun çilelerini bir bir kâğıda dökmüşken İkinci Dünya Savaşı'nı nasıl ihmal edebilirdi? Neyse ki 'Yokuş’un keşfedilmesi, mantıksal çıkarımla vakıa arasındaki bu uyumsuzluğu gidermiş oldu.

Gelgelelim kitabın sadece varlığını değil, onun “niteliklerini” de önceden kestirebilmekten bahsetmiştik. Kazancakis’in “Giritli bakışı” olarak adlandırdığı (Ortodoks Hıristiyan inancı, Bergson ve Nietzsche felsefeleri, Budizm ve Marksizmin orijinal bir bileşimi olan) düşünce yapısına hâkim olan okurlar için, bunun da 'Yokuş' özelinde büyük ölçüde doğru olduğu söylenebilir. Henüz epigrafla başlıyor metin “tam da tahmin ettiğimiz gibi” olmaya:

“Tanrı'yı nasıl sevmemiz gerekir?”
“İnsanları severek.”
“İnsanları nasıl sevmemiz gerekir?”
“Onları doğru yola çekmeye emek vererek.”
“Doğru yol hangisi?”
“Yokuş.”

Kazancakis’in kahramanca kötümserliğine göre, tıpkı İsa’nın çarmıha giden öyküsünde olduğu gibi, yüreği insanlara, bilhassa ezilen insanlara yönelik sevgiyle dolu olanların yolu ızdıraptan ve nihai yenilgiden geçer – geçmelidir. Onun hayata bakışındaki diyalektik böyledir, İslami cenahtan alıntı caizse “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır”.

Yokuş, Nikos Kazancakis, Çevirmen: Harun Ömer Tarhan, 240 syf., Can Yayınları, 2022.

'Yokuş' da insanlık adına bir yenilgiden bir başka yenilgiye doğru yola çıkışın öyküsü – davet ettiği yol gibi kendisi de yokuş yukarı giden bir roman. Sayfalar boyunca ilerledikçe, Kazancakis’in bu kitabı neden yayınlamamayı tercih ettiği de – eğer bu bir tercihse – anlaşılıyor: Otobiyografik öğelerin son derece baskın olduğu bir anlatı bu. Daha doğrusu, zaten hemen hemen tüm romanlarında otobiyografik öğelere mutlaka yer verdiğinden(1), Kazancakis’in kahramanı yine kendisi olan tek romanı ('El Greco’ya Mektuplar’ı bir roman olarak saymazsak tabii). Yazarın eşi Eleni Kazancakis’nin ifadesiyle “Olaylar gerçek, Kosmas/Kazancakis’e eşlik eden yüzler hayal ürünü”(2). Dolayısıyla, destansı yenilgilerin yazarı Kazancakis’in bir “ideolog” olarak kendi yenilgisiyle yüzleşme romanı bu.

Hıristiyanlığın doğuşunda komünizmi, komünizmdeyse Hristiyanlığın doğuşunu gören Kazancakis’in Komünist Enternasyonal’den aldığı ilhamla “Ruhun Enternasyonali”ni(3) kurma girişiminde bulunduğu, British Council’ın davetlisi olarak gittiği İngiltere’de BBC’ye konuk olarak dünya aydınlarına bu yönde bir çağrı yaptığı – ve başarısız olduğu – biliniyordu. İşte temelde bu hatasıyla yüzleşiyor Kazancakis 'Yokuş’ta. Muhatapları olarak toplumun ezilenlerini değil, aydın kesimini görme hatasına düştüğünü itiraf ederek günah çıkarıyor.

Kitapta Kazancakis’in kendisine “yokuş” olarak seçtiği yolun pek de yokuş olmaması enteresan fakat kitabı okumamış olanlar için sürprizi henüz bozmayalım ve bu tartışmayı onların takdirine bırakalım. Yalnızca bir başka çelişkiye dikkat çekerek: Aydınları muhatap almanın hayal kırıklığıyla geri çekilen Kazancakis’in teselliyi başka aydınlara sığınmakta bulmasına. Ayrıca kendisine pek aşina olmayanlar için, Kazancakis’in 'Zorba' dahil tüm yapıtlarına sirayet etmiş olan biraz fazla sorunlu toplumsal cinsiyet söyleminin 'Yokuş'ta epey billurlaştığını da belirtmek gerek.

Son bir şikayet çeviriye dair: 'Yokuş'un çevirisini daha önce İstos için aynı yazarın Çileci’sini de dilimize kazandıran Harun Ömer Tarhan üstlenmiş. Çevirmenin Türkçeye hakimiyetinin muazzam olduğuna kuşku yok, bununla beraber metni gölgelemese de “gücü saltık” (kadiri mutlak), “yalvaç” (peygamber), “ilkörnek” (orijinal) vb. “öz felsefe Türkçesi” kelimelerin ısrarlı kullanımının tat kaçırıcı olduğunu ifade etmem gerekir.

'Yokuş'un sorunları yok değil dolayısıyla. Hatta kitabı tam da “Kazancakis kimyagerlerinin” beklediği nitelikte kıldığı için, 'Yokuş'u güzel yapan unsurlardan biri de sorunları. Yine de son birkaç paragrafta dile getirdiğimiz sorunlardan çok daha dramatik sahneler, kışkırtıcı diyaloglar ve heyecan verici tasvirlerle dolu olduğunun altını çizelim bu kitabın.

Kazancakis’in bilhassa seyahatlerini anlattığı kitaplarını (Toda Raba ya da İspanya Yaşasın Ölüm gibi) okuyanlar onun çok iyi bir romancı ve ideolog olduğu kadar çok keskin bir sanat eleştirmeni ve kültür yorumcusu olduğunu da hatırlayacaktır. Bilmeyenler de bilsin: Zira eğer okursanız, 'Yokuş'un ikinci ve üçüncü bölümlerinin aynı zamanda bir İngiltere seyahatnamesi niteliği arz ettiğini ve bu bölümlerde Kazancakis’in sanata ve kültüre dair gözlemlerinin yine en iyi örneklerini sergilediğini göreceksiniz.

İkinci Dünya Savaşı’nın dehşetini yaşamış bir dünyanın ideologluğuna soyunan bir Kazancakis fikri sizi heyecanlandırmaya yetmiyorsa, City of London’da ve British Museum’da ne gördüğünü ya da Bernard Shaw ve Shakespeare’de ne bulduğunu anlatan bir Kazancakis düşünün.

'Yokuş', salt bu yönüyle bile yetmiş beş sene beklendiğine değer.

Dipnotlar:

1. Tam da bu nedenle daha önce yayınlanan başka romanlarda yer alan kimi unsurlarla yeniden karşılaşmak sürpriz olmuyor: Sözgelimi, Yeniden Çarmıha Gerilen İsa’da baş karakter Manolyos’u tam da günaha girmek üzereyken ansızın ele geçiriveren “ermişlerin hastalığı”na bu kez Kosmas’ın tutulmasındaki gibi. Ya da El Greco’ya Mektuplar’da yeniden anlatılacak olan “okyanustaki kayık” rüyası gibi.
2. “Yokuş – Nikos Kazancakis’in Bilinmeyen Bir Romanı” - Nikos Mathioudakis ve Paraskevi Vasiliadi
3.  Yokuş’ta bu ifade “Uuslararası Tinsel Birlik” olarak çevrilmiş, ancak “tin” sözcüğünün “ruh”u karşılamak için fazla ruhsuz bir kelime olduğunu düşünüyorum.