Yeni nesil çağdaş sanat: Hêlîn Şahin

Hêlîn Şahin, geleneksel ve metafiziksel formları üretimleriyle yıkarak, izleyicilere sanat ve estetik üzerinden doğanın kozmik dengesizliğini de göstererek, doğayı bir anomali gibi görmemizi sağlıyor.

Google Haberlere Abone ol

Fatih Tan

Dersimli sanatçı Hêlîn Şahin, günümüzün teknolojik araçlarını sanatın dinamik yapısı ile buluşturarak, dijital ve yapay zekâ destekli yeni nesil dijital resim ve heykeller üretiyor. Yeni medya tekniklerinin kullanılarak üretildiği bu sanatta, içerik ve uygulamada hem sosyal hem de matematikten, fizik bilimlerinin tezlerinden, bulgularından ve datalarından faydalanılır. Bu yeni olgulara sanatsal anlamlar yüklenir. Çağdaş bilgi, bakış, bilinç, teknolojiye uygun kavramlar ve kuramlarla değiştirilip dönüştürülür. Şahin’in çalışmaları da bu temelde hareket eder ve diğer birçok Kürt sanatçı gibi dil, kimlik, hafıza, göç, aidiyet temaları etrafında şekillenir. Hêlîn Şahin'in çalışmaları soyut ve sürreal semptomlara haiz, zamanın ve mekânın çok ötesinde sporadik bir epidemiyolojinin içinden ortaya çıkıyor. Sanatçı, cam, su, tüy, kum gibi imajları kimyanın birer elementi gibi kullanarak üç boyutlu yarı saydam üretimlerde bulunuyor.

Amerika’da yaşayan Hêlîn Şahin, Vancouver ve Los Angeles moda haftalarında, tasarımcı Flora Miranda’nın defilesi için video tasarlamış. Burberry’nin "Inside Nature” projesi için üç işten oluşan bir seri hazırlayan Şahin'in Amerika ve Avrupa’da birçok sergide eserleri yer almıştır. Başarılı çalışmaları VICE News, Creators Project, AQNB gibi kültür-sanat sitelerinde yayınlanan Şahin'in, bunun dışında NXS Magazine, Capslock Magazine ve Non Fiction gibi dergilerde basılı çalışmaları yayınlanmıştır.

Hêlîn Şahin, dijital görsel ve heykelcilik öncesi video ve animasyon üzerine de çalışmalar üretmiştir. Bugün dijital sanatın sürekli kendini yeniliyor ve güncelliyor olması da yeni görsel değerlerin oluşmasına olanak sağlamaktadır. Bu doğrultuda gelişen dinamikler ile görüntü ve ses boyutu gibi temel öğelerin birlikteliği dijital sanatı oluşturmaktadır. Bu da dijital sanatın sanatçılar tarafından tercih edilmesindeki önemli etkenlerden biridir ve dijital sanatın çekiciliğini arttırmaktadır. Dijital sanat, çağa yeniden bakmak ve çağın değerlerine göre yeniden oluşturmak gerekliliğini ortaya koyması açısından da ayrı bir önem kazanmaktadır.

Hêlîn Şahin'in sanattaki üretimleri bana Heidegger’in “modern teknik üzerine” düşünceleriyle yakın bir analoji kurdurtuyor. Heidegger düşünme üzerinden Batı metafiziğiyle bir hesaplaşma içine girer. Ve bu hesaplaşma içinde modern teknik düşüncesini de temellendirir. Antik Yunanlıların temel hayati deneyimlerinin mevcut olan her şeye dolayımsızca yanıt verdiğini belirtir. Onlar için karşılaştığımız her şey “mevcut-olan”dır. Fakat mevcut-olan, mevcut-olmayandan çıkar. Bu durumu “poiesis” olarak adlandırırlar. Şahin'in çalışmalarında da mevcut geleneğin içinde hesaplaşan, çatışan ve gün yüzüne çıkan bir poiesis söz konusudur. Geleneğin içinden patlayıp çiçeklendiği yeni bir form gibi kendisini gösteren bu poiesis, daha önce varolmayan bir şeyi ya da bir formu yoktan var eden yeni bir durumun tecellisidir.

Hêlîn Şahin’in çalışmaları geleneksel sanatın formları dışında başka bir düzlemde seyreder. Düşünce üzerinden meydana gelen yeni görsel formlar olarak karşımıza çıkar. Ve bu durum iki türlü bir hesaplaşmanın içindedir. İlki sanatın geleneksel medyumlarıdır ki dijital sanat kaçınılmaz olarak bu karşıtlığa her zaman muhtaçtır. Dijital sanat, geleneksel sanatı yok sayarak ve onu dışarda bırakarak kendi aurasını var edemez. Aksine dijital sanat, geleneksel sanatın içine girerek, onun medyumlarının karşıtlığı üzerinden ancak beslenebilir, kendini var edebilir ve en önemlisi, görsel ve duyusal bir forma dönüşebilir. Bir diğeri ise sanattaki geleneksel düşüncenin metafizik formuyla hesaplaşmasıdır. Bu noktayı önemsiyorum. Ranciére’in dediği gibi: “Düşünce, kendini eyleme aktaramaz. Düşünce düşünceye aktarılır ve eylem de başka bir eylemi kışkırtır. Düşünce, kendisini neyin meydana getirdiğini çok iyi bilmediğini kabul eder gibi davranır ve yarattığı etkilerin kontrolünü elinde bulundurmaktan feragat eder.”(1) Sanattaki geleneksel düşüncenin metafizik formu, Kürt sanat ve edebiyatında büyük oranda doğayla özdeş bir durumdur. Hêlîn Şahin ise mevcut doğa formunu “mevcut-olmayan” üzerinden yeniden şekillendirir. Doğanın görsel hafızasından yoksun ve olmayan bir şeyi şekillendirmek, ancak düşüncenin edimselliği içinde gerçekleşebilir. Heidegger: “Düşünme, bir şeyin öne-çıkmasına katkıda bulunmak, ona eşlik etmek anlamına gelir. Düşünme Varlık’ın açığa çıkmasına bu bakımdan bir yardım eli uzatmadır.” der.(2) Hêlîn Şahin de çalışmalarında doğanın kozmik dengesizliğine öncülük ediyor. Doğanın görsel ve yaşamsal hafızasının önemi, coğrafyaya atfedilen pastoral ruhla ilintilidir. Oysa doğa önermesi başlı başına bir anomalidir. Bu anomali özellikle kader karşıtlığıdır. Ancak kaderi bizzat bir form gibi anomalinin yerine koyan, dilin kendi sefaletidir. Çünkü bu dil bizlerin çoğu defa düşünsel olarak sığındığı üretim alanıdır. Ve bütün bu üretimler de, en kolay yol olarak bu anomaliyi düzeltme üzerinden saptanır. Bununla en fazla uğraşan da edebiyattır. Edebiyat bu anomaliyi her zaman bir logosa -kendi romantik/pastoral logosuna- oturtmak için uğraşır.

Esasında politik anlamda da doğayı düşündüğümüzde, doğayı “dağ” metaforu üzerinden pekâlâ tanımlayabiliriz. Bu doğa-dağ metaforunun siyasal düşüncesini ele aldığımız vakit, yine bir anomaliyle karşı karşıya kalırız. Ancak bu noktadaki anomali halkın yetkesiyle özdeştir. Ve bu bildiğimiz ekolojik-doğa özdeşiminin dışına çıkmış bir olgudur. Politik bir anomalidir. Pastoral dilin bilhassa bu noktayı bilinçli bir şekilde ıskaladığını düşünüyorum. Çünkü halkın yetkesi konuşulmayan bir dil değil, sayılmayan bir dilin yetkesidir. Kaldı ki ikisi aynı şey değildir. İlki pastoral logosun, ikincisi ise politik logosun alanına girer. Bu bakımdan da sayılmayan dil, ontolojik olarak her zaman anomaliye, yani doğaya-dağa politik anlamda bağlıdır. Doğanın otoriter bir güç olduğu iddiası ve ısrarı da dilin pastoral logosuna aittir. O yüzden politik anlamda doğayı kendi pastoral logosuyla düzeltme ihtiyacı hisseder. Oysa otoriter olan doğa-dağ değildir. Otoriter olan bizatihi halkın politik ve ontolojik yetkesidir. Çünkü doğa, unutulmamalıdır ki bütün bir tarihsel mücadelesini bu elindeki gücü bertaraf etmek için halk adına kullanır. Üstelik maddi yoğunluk doğanın kalıtımı sonucunda var olan bir gerçekliktir. Ve bu her zaman böyledir. Pastoral dilin realitesi ise düşünce temelli değildir, daha çok beden formuna ve tecimsel olgulara yaslanan bir durumdur. Pastoral dilin beden üzerinden yarattığı bu düşünce formu, halkın konuşma ve yazma yetkesini de eline alarak, sosyal ve duyusal ahlaki normlar oluşturur. Bu normlar bir düşünceye dayanarak hareket etmez, genellikle bir tercihin sonucudur. Dolayısıyla bu tercih bedenin kendisini gösterebildiği alanlarla sınırlıdır. Tıpkı politik elitizm gibidir.

Politik elitizm hiçbir gerekçe sunmayan, ortaya somut hiçbir veri koymayan bir paranoyadan ibarettir. Yukarıda da belirttiğim gibi coğrafya ya da doğa hiçbir zaman bir kader değildir, bir duygulanım alanı da değildir. Sadece bir yetkedir. Düşünceye ve epistemeye tabii bir yetkedir. Kader olan ise bu konuşma ve yazma dilini elinde tutan ve halka karşı zaman zaman kullanan edebi oligarkların pastoral dilidir. Bu bağlamda edebiyat zaten başlı başına yazı uzamının oligarşisidir. O yüzden cümlemi tekrarlıyorum, ‘coğrafya değil, dilin kendisi kaderdir.’ Hêlîn Şahin’in çalışmalarına tekrar dönersek; Şahin, bütün bu geleneksel ve metafiziksel formları üretimleriyle yıkarak, bizlere sanat ve estetik üzerinden doğanın kozmik dengesizliğini de göstererek, doğayı bir anomali gibi görmemizi sağlıyor.

Notlar:

  1. Uzlaşı Çağına Notlar, Jacques Ranciére, Çev. Didem Tuna, s.184, Sel Yayınları
  2. Tekniğe İlişkin Soruşturma, Martin Heidegger, Çev. Doğan Özlem, s.17, Paradigma Yayınları