YAZARLAR

Altı üstü emperyalizm: Türkiye dünyanın neresinde?

Bazen çıplak gözlem çıplak gerçekliği resmeder. “Güçlü” Türkiye’nin emperyal arzusu güçlü olabilir. Lakin gerçeklik başka kaval üflüyor. Kavalın sesi Türkiye’nin başta borç stoku olmak üzere küresel makro dengelerdeki yeriyle daha da netleşiyor.

Uzunca süredir yalnızca ben değil başka yorumcular da emperyalizm üzerine yazıyor. Ben daha çok klasik kabul edilen emperyalizm tartışmanın düşünsel izinden hareketle, küresel kapitalizmin bugünkü yapılarını analiz etmeye çalıştım ve bu çabamı sürdürüyorum. Ama elbette bu ilgi Türkiye’nin özgül deneyimlerinden bağımsız düşünülemez. Ardışık yazılar olarak planladığım bu tartışmalarda Türkiye’ye ilişkin düşüncelerimi bu yazıların sonuna bırakıyordum, aslına bakarsanız halen de öyle bir eğilim içindeyim. Yine de Türkiye’nin artık neredeyse tıkanma noktasına gelmiş olan dış politikası, siyasal ve iktisadi açıdan bölgesel güç olma retoriği birçok başka yorumcuyu Türkiye’nin “alt emperyalizm” yönelimlerini analiz etmeye yöneltmiş görünüyor. Tesadüf olmadığı açık. AKP iktidarının giderek daralan dış politika alanının ve sürdürülen politikaların bugün kazandığı doğrudan müdahaleci özelliklerinin doğal bir sonucu bu. Bölgesel güç olma, “güçlü” Türkiye arzusunun bugün kazandığı çıplak özellikleri Doğu Akdeniz ve Libya’da sürdürülen müdahaleci politikalarda görmek mümkün.

Yine de Türkiye’nin bu yönelişlerini küresel kapitalizmin büyük resmi içerisine yerleştirmeden analiz etmenin eksik olacağı açıktır. Emperyalizm üzerine sürdürülen bir tartışma sermayenin küresel yapılanmasından bağımsız düşünülemez. Belirtmekte yarar var, emperyalizm basit anlamda “artık aktarımı” sağlayan bir ticaret sistemi değildir. İşin merkezinde sermayenin bizzat kendi hareketliliği vardır. Bu hareketliliği zorunlu kılan şey bir arzu ya da bir siyasadan çok aşırı birikimin (değersizleşme) yarattığı baskıdır. Kapitalizmi (emperyalizmi) geçmişin yağmacı ticaret sistemlerinden ayıran şey değişimin basit anlamda mal değil, meta ticaretine bağlı olmasıdır. Bu nedenle emperyalizm yalnızca ticaret kazançları üzerinden okunamaz. Üretimden mülkiyet sistemine, emek kontrol rejimlerine uzanan daha büyük bir dönüşümün kendisidir ve sürecin merkezinde doğrudan sermayenin kendisi vardır. Elbette sermaye boşlukta yaşamaz, varlığı aynı zamanda siyasal bir oluşumla (iktidar yapılarıyla) gerçeklik kazanır. Bu nedenle emperyalizmi düşünmek “devlet/sermaye” kompleksini birlikte düşünmemizi zorunlu kılar.

Bu birlikteliği geçmiş yazılarımda uzunca yazdım ve Lenin’in emperyalizm tartışmalarındaki merkezi önemini vurguladım. Nedeni şudur: Lenin’in teorisi aslında Marx’ın Kapital’inin doğrudan bir yorumudur. Lenin’in emperyalizmi “kapitalizmin en yüksek aşaması” olarak tanımlaması teorisinin kendisi değil, onun bir yorumu, öngörüsüdür. Bu nedenle şu tespiti yapmak kanımca doğrudur: Lenin’in teorisindeki Marx dün olduğu gibi bugün de kapitalizmi ve elbette emperyalizmi anlamamız için olmazsa olmazdır.

Bu yazı için UNCTAD veri setlerini kullanarak küresel sermaye hareketleri ve Türkiye’nin bu yapılar içerisindeki yeri hakkında dört tablo hazırladım. Veriler, karşılaştırma yapabilmek için, AKP’nin iktidar sürecini kapsayan 2004 yılı ve 2019 yılları için sunulmuştur. Günümüz emperyalizminin finansla olan bağlarını ve borç yükümlülüğü sorunlarını daha sonraki yazılarımda tartışacağım. Burada doğrudan yabancı yatırımların (DYY) görünümünü sunuyorum. Bu tabloların yorumlarını büyük ölçüde okuyucuya bırakıyorum. Ben “güçlü” ülke Türkiye’nin küresel sermaye yapılanmasındaki “gücünü” vurgulayarak yetineceğim.

Tablo 1’de sunulan ilk gözlem seçilmiş ekonomilere giren ve bu ekonomilerden çıkan DYY paylarını veriyor. Okuyucu isterse bu oranlardan ve ilk satırda verilen dünya toplam DYY miktarından yararlanarak sunulan ülkeler ve Türkiye’nin DYY değerlerini bulabilir. Amacım küresel sistem içindeki ağırlıklara ilişkin gözlem yapmak olduğundan paylar, tutar olarak büyüklüklerden daha önemli görüyorum. 2004 yılında Türkiye’ye giren DYY’lerin küresel payı yüzde 0,4’ten AKP iktidarı süresince yüzde 0,55’e; Türkiye’nin dışarıya yaptığı (sermaye ihracı) DYY payı ise 2004’de yüzde 0,09’dan yüzde 0,22’ye çıkmış görünüyor. Tek başına bu oranlar Türkiye’nin emperyal gücü hakkında bir bilgi sunmuş olmalı!..

Tablo 1: Yabancı Doğrudan Sermaye Giriş ve Çıkışları (% Paylar)

Tablo 2: Yabancı Doğrudan Sermaye Stoku (% Paylar)

Benzer bir eğilimi Tablo 2’de sunulan DYY stokları (birikmiş DYY değerleri) içinde izlemek mümkün. 2019 yılına gelindiğinde Türkiye gelen DYY’lerin küresel DYY stokundaki payı yüzde 0,45; Türkiye’nin dışarıdaki DYY stokunun payı ise yüzde 0,14. Bu son oranın “alt emperyalizm” yorumları için önemli olduğunu hatırlatayım.

Tablo 3 DYY’lerin doğrudan yeni yatırım (green-field) paylarını gösteriyor. Tablonun ilk iki sütunu Türkiye’nin dışarıda yaptığı, son iki sütün ise Türkiye’ye yapılan yeni yatırımların paylarını sunuyor. Toplam yeni yatırım düzeyleri ise 2004 yılında 649.988, 2019 yılında ise 845.921 milyar dolar. Bu tutardaki küresel yeni yatırım akımında Türkiye’nin dışarıda yaptığı yatırımların payı 2019’da yüzde 0,73; Türkiye’ye yapılan yatırımların payı ise yüzde 0,46. Yani “güçlü” Türkiye’nin yeni yatırımlar için küresel ekonomi içindeki payı yüzde 1’in altında.

Tablo 3: Yabancı Doğrudan Yeni Yatırımlar (% Paylar)

Tablo 4: Birleşme ve Satın Alışlar (% Paylar)

Son gözlemimiz ise küresel sermayenin birleşme ve satın almalarıyla (M&A) ilişkin. Bu tür yatırımların mülkiyet yapılarındaki dönüşümleri temsil ettikleri için emperyalizm tartışmasında ayrı bir öneme sahip olduğunu belirtmeliyim. Bu yatırımların 2004 ve 2019 yılındaki tutarları, sırasıyla, 198.597 ve 490.778 milyar dolar. Yabancı sermayenin Türkiye’deki birleşme ve satın alma tutarının toplam içindeki payı 2019 yılında yüzde 0,19 düzeyinde. Türkiye’nin dışarıda yaptığı M&A’lar içinse ilginç bir sonuç gözlemleniyor. İngilizcede “disinvestment” anlamına gelen varlık çözülmesi yani Türkiye’nin bu tür yatırımları yerli ya da başka şirketlere devretmesi.

Bazen çıplak gözlem çıplak gerçekliği resmeder. Uzatmadan şöyle bitireyim. “Güçlü” Türkiye’nin emperyal arzusu güçlü olabilir. Lakin gerçeklik başka kaval üflüyor. Kavalın sesi Türkiye’nin başta borç stoku olmak üzere küresel makro dengelerdeki yeriyle daha da netleşiyor. İzleyen yazıda tartışalım.


Ahmet Haşim Köse Kimdir?

1960 Samsun doğumlu. Lisans ve yüksek lisans eğitimini ODTÜ İktisat bölümünde, doktorasını Hacettepe Üniversitesi İktisat bölümünde tamamladı. 2000 yılında A.Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Uluslararası Ticaret ve Kalkınma kürsüsünde yardımcı doçent oldu. Bu kürsüde sırasıyla doçent ve profesör olarak görev yaptı. 7 Şubat 2017’de bu kürsünün başkanıyken 686 sayılı KHK ile görevinden atıldı. İlgi alanı politik iktisat üzerine yoğunlaştı. Türkiye’de toplumsal sınıf haritaları, gelir bölüşümü, kalkınma alanlarında çok sayıda ortak ve kişisel çalışmalar yaptı. Evrensel ve Sol gazetelerinde dönemsel olarak yazıları yayınlandı. Karaburun Kongresi’nin düzenleyicilerinden biridir.