YAZARLAR

Muhalefete 'en azından denedim' diyebilme çağrısı

Ankara'da falanca toplantıya katılmak yerine, bütün muhalefet milletvekillerinin başta Genel Başkanları olmak üzere, yarın Çağlayan’da, İstanbul Barosu tarafından düzenlenecek eyleme katılması gerekiyor. Ertesi gün Kaz Dağları’na gidip nöbet tutmaları zorunluluk haline geldi. Oradan ölüm orucundaki Ebru Timtik ve Aytaç Ünal’ı ziyaret etmeliler, Yüksel’de KHK eylemine katılmalılar… Kıdem tazminatı hakkının yok edilmemesi için her milletvekili fabrikalarda birer gün çalışmalı, işçilerin çektiği eziyeti yaşamalı, beraber yemekhanede kaşık sallamalı...

Kabul edelim ki 7 Haziran 2015 akşamından yüzlerce ışık yılı uzaktayız bugün. Yapılan anketler iktidarın hayli oy kaybettiğine işaret ederken muhalefetin oyunu bir arpa boyu artıramaması hazin bir tablo yaratıyor. Bu baskı rejiminin ortasında, parti ve Meclis odaklı muhalefet artık anlamını yitirmiş durumda. Bu ülkede tahakküme dayalı bir iktidar var ve kendini demokrat olarak tanımlayan herkes bunu kabul ediyor, lakin artık klişeleşmiş deyimiyle kronik bir muhalefet sorunu önümüzde olanca çıplaklığıyla duruyor. Siyaseti sadece seçim dönemlerine indirgeyen, seçimlerden bir, bilemediniz iki ay önce miting yaparak, pazar ziyaretlerinde el sıkarak oy alınacağını zanneden arkaik politikacılarla yapılan cacık da bu kadar oluyor ne yazık ki…

Ana muhalefet partisinin yıllardır proaktif olmak yerine iktidarın politikalarına reaktif tepkiler vermesinin bu tabloda önemli rolü var elbette. Pozitif iletişim yapacağız diye saha ve sokağı kriminalize eden bir yaklaşıma yöneldiklerinin farkında değiller. Oysa son yıllarda gündemi yönlendirmeyi başardıkları en büyük siyasi eylemin Adalet Yürüyüşü olduğu bariz bir gerçek. Enis Berberoğlu hapiste diye yapılan o eylemin, aynı Berberoğlu yine içeri alındığında yapılmamasının mantığını samimi bulan ya da anlayan var mı? Ankara’ya girmelerine izin verilmeyen baro başkanlarını CHP ve HDP’den önce ilk olarak Meral Akşener’in ziyaret etmesi birçok şeyi anlatmıyor mu? Alan boşluğunu Akşener’e bırakmaktan daha rahatsız edici ne olabilir ki? Kıdem tazminatı yasa tasarısının eli kulağında. Neredeyse her şehirde bir ekolojik facia yaşanıyor, meslek odaları işlevsizleştirilmek isteniyor, gazeteciler hapse atılıyor, seçilmiş belediyeler kayyıma devrediliyor, milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırılıyor, işsizlik tarihi zirvelerde ve böyle bir ortamda “oyuna gelmeyeceğiz” şiarı altında siyasetsizlik adeta ana siyaset haline geldi. Siyasetsizlik siyasetinin geldiği nokta, ittifak desteğiyle seçilen büyükşehir başkanlarının dışında yüzde 25’e oturan sabit oydan ibaret. Tüm bu tablo içinde HDP’yi yaşadığı büyük baskı ve zulme istinaden, en azından şimdilik bu tablonun dışında tutmak daha doğru.

Her ukalalık yapana "Eee sen ne öneriyorsun, kardeşim" demek adetten oldu. Çözüm önerim çok basit... Bütün parti odaklı muhalefet yapanların acil olarak strateji değiştirmesi ve siyaseti Ankara'nın bürokratik toplantılarından, meclis ve komisyon görüşmelerinden arındırması gerekiyor. Sine-millet falan demiyorum, hobi olarak yine Meclis’e gitsinler ama başkanlık sistemiyle birlikte artık hiçbir manası olmayan, etki alanının minimize olduğu, o çalışma komisyonlarında, meclis oturumlarında harcanan enerjinin başka alanlara kaydırılması gerekiyor. Kısacası, muhalefetin bu ülkede sorun yaşanan her yerde olması artık elzem görünüyor.

Ankara'da falanca toplantıya katılmak yerine, bütün muhalefet milletvekillerinin başta Genel Başkanları olmak üzere, yarın Çağlayan’da, İstanbul Barosu tarafından düzenlenecek eyleme katılması gerekiyor. Ertesi gün Kaz Dağları’na gidip nöbet tutmaları zorunluluk haline geldi. Oradan ölüm orucundaki Ebru Timtik ve Aytaç Ünal’ı ziyaret etmeliler, Yüksel’de KHK eylemine katılmalılar… Kıdem tazminatı hakkının yok edilmemesi için her milletvekili fabrikalarda birer gün çalışmalı, işçilerin çektiği eziyeti yaşamalı, beraber yemekhanede kaşık sallamalı. Soma’da 2013 yılında kapatılan maden ocağında, işten çıkarılan ve tazminatları ödenmeyen işçilerin, Çorlu tren katliamında hak arama mücadelesi veren ailelerin yanında olmalı, korona virüsünün en yoğun olduğu Cizre’ye gitmeli…Emekli maaşı ya da İşkur iş başvuru kuyruklarına girmeli, metrobüste havasız kalmalı, sınavlara giren çocukların velileriyle bahçede saatlerce beklemeli, ölüm tehdidi alan istisnasız her kadının öldürülmelerini engellemek için yanlarında olmalı… Sadece geçen mayıs ayında 156 işçinin iş kazasından hayatını kaybettiği bir ülkede iş kazalarının bir kader olmadığını fabrikalarda, tersanelerde haykırmalı. Ayvalık'ta bota binmeye çalışan mültecilerle görmeliyiz milletvekillerini…

Liste uzun, siyasetteki bu tıkanmışlık, bu yerlerde sürünen düzey ve her geçen gün artan gerilim ancak siyasetin Ankara'nın köhnemişliğinden kurtarılmasıyla mümkün. İşte somut çağrım: Tek liderin konuştuğu, parti içi demokrasisizliğin en somut örneği olan salı toplantılarına son verin, insanların arasına karışın, kelimenin tam anlamıyla milletin vekili olun, sorunlarına ortak olun ve bunu gösterin. Siyaseti dar alanda kısa paslaşmalardan çıkartıp geniş alanlara yayın. Muhafazakar kesime yaranacağım, Orta Anadolu’dan oy alacağım diye Necip Fazılları, Alpaslan Türkeşleri anmak, mevlütler düzenlemek yerine ekonomik krizle boğuşan esnafın, işsizlikle debelenen gençlerin sorunlarını, gelir dağılımı piramidini nasıl tersine çevireceğinizi anlatacağınız sol siyasetler üretin… Zaten aslı varken kimse milliyetçi-mukaddesatçı taklidine yönelmiyor, bunu bize zaman çok güzel gösterdi. Korkmadan Suriye’de, Irak’ta, Libya’da ne işimiz var deyin, barış talep edin…

Siyaset ve siyasal iletişimi sadece seçim dönemlerine indirgediğiniz müddetçe profesyonel ATM politikacısı olmaya mahkumsunuz. Söylediklerim çok mu gerçeklerden uzak geldi? Efendim? Cizre’ye giderseniz İzmir'deki emekli öğretmenlerden binlerce oy mu kaybedersiniz? İşçilerle olursanız TÜSİAD’la papaz mı olursunuz? Laikliği daha gür savunursanız Orta Anadolu size oy vermez mi? "Ondan çekin, bundan kork, o olursa bu olur, aman" zihniyetiyle geldiğiniz durum ortada işte… Nasıl ki geleneksel medya kalıpları yurttaş gazetecilikle yıkıldı, işte şimdi tam da aynı şekilde yurttaş siyasetçisi olma zamanı.

Halka karışmadan, milletin vekili olmadan bugüne kadar iktidar olamamışken, “millete” entegre, (CHP’yi abartmadan fazla anlam atfetmeden) asgari sol değerleri sahiplenen bir strateji izleyerek aynı oranı alırsanız değişen ne olur ki, ne kaybedersiniz Allah aşkına? Belli ki sünni-milliyetçi kitleye ne yapsanız yaranamıyorsunuz zaten…Ola ki yine yüzde 25 alınca da, en kötü Guguk Kuşu'ndaki Patrick McMurph karakterinin, 200 kiloluk mermeri kaldıramamasının ardından söylediği o efsane repliğe sığınırsınız: “Denedim, en azından denedim."


Azmi Karaveli Kimdir?

İletişim uzmanı. Galatasaray Lisesi’nin ardından Marmara Fransızca Kamu Yönetimi’ni bitirdi, aynı üniversitede Sinema-TV yüksek lisansı yaptı. 1993 yılında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Televizyon programcılığının yanı sıra, özel sektörde ve iletişim ajanslarında çalıştı. Kadir Has Üniversitesi’nde iletişim dersleri verdi. Hayat Bilgisi Okulu’nun kurucuları arasında yer aldı. zete.com’da yazılar yazdı. Cumhuriyet Pazar Eki’nde Yurttan Sesler bölümünü hazırladı, zaman zaman kültür sanat sayfasında yazılar kaleme aldı. 2018 yılında gazetede yaşanan gelişmeler üzerine Cumhuriyet’ten ayrıldı. Halen kurucusu olduğu ajansta iletişim danışmanlığı yaparken, bazı STK ve siyasetçilere gönüllü destek veriyor. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora tezini bitirmeye çalışıyor.