YAZARLAR

Okuryazarlığın sosyolojisi

Bu ülkenin temel sorunun sayısal değil, sözel olduğunu yıllardır söylüyorum, yazıyorum. Kamusal bir okuryazarlık yaygınlaşmadan demokrasi de, cumhuriyet de, yurttaşlık da, birey de, toplum da birer hayaldir. Seksen milyonluk ülkede kütüphanesi olan bir eve doğmuş insan sayısı yüzde kaçtır? Bence Türkiye’de rakı masasında veya İngilizce tabelalı kafe muhabbetinde cevabı aranması gereken en temel soru budur.

Son günlerde bazı okuryazarların fonda kütüphaneleriyle görsel sosyal medyada arzı endam etmeleri ciddi tepkilere neden olmuş gözüküyor. Basit bir akıl yürütmeyle kütüphanelerin genellikle çalışma odasında olabileceği, çalışma masasının da aynı mekânda bulunacağı, bilgisayarın da o masanın üstünde olma ihtimali üzerinden aslında oldukça sıradan bir denk gelme olarak kolaylıkla değerlendirilebilecek bir durum kimileri için çok dikkat çekici olabiliyor. Bence fondaki kütüphanenin bu kadar dikkat çekmesi aslında Türkiye’de çok yaygın olmamasıyla da ilgili. Üniversite öğrenciliği dönemimden “kıtlık değeri” diye bir kavram hatırlıyorum.

Yıllar önce evime davet ettiğim Galatasaray Lisesi mezunu ve hepsi ülkenin en iyi üniversitelerinde okumuş arkadaşlarımın bazılarının kütüphanemi görünce “bunların hepsini okudun mu?” diye sorduklarını çok iyi hatırlıyorum. Hatta içlerinde bir tanesi daha da ileri giderek “Bu kadar çok kitaba sahip olarak neyi kanıtlamaya çalışıyorsun” diye çıkışmayı da ihmal etmemişti. Elbette ben medeni bir insan olduğum için “sen bu soruyla hangi eksiklik duygunu ikame ediyorsun” diye karşılık vermemiştim. Çok şükür bu tip eski arkadaşlarla artık pek görüşmüyorum ve böylesi sorulara muhatap olmaktan kurtuldum.

“Bunların hepsini okudun mu?” sorusu taşınırken kütüphanemdeki kitapları kolileyen emekçilerin de çok sık sordukları bir soruydu. Bir eğitimli ile eğitimsizin kitabı görünce neredeyse aynı tepkiyi vermesi, söz konusu tepkinin aynı temellere dayandığını göstermez. Bence emekçinin tepkisi çok daha doğal, sahici, kendiliğinden bir antropolojik kültürel tepkidir. Kendi hayatında fazla yeri olmayan bir nesnenin başkasının hayatında bu kadar önemli bir yer kaplayabileceğini ilk gördüğünde aklına gelebilecek ilk soru budur: “Abi, bunların hepsini okudun mu?” Bu tepkide anlamaya çalışan bir ton da vardır. Oysa okumuşun tepkisi yargılayıcıdır, hatta itham edicidir. Ve “biz seninle aynı okullarda okuduk. Sen niye böyle bizden farklı oldun?” sorusunu da içerir.

Ülkenin en iyi mekteplerinde okumuş birinin çok kitabı olan birine bu kadar tepki biriktirmesi ilginçtir. Dikkat ederseniz bir süredir “okumak” fiilini “eğitim görmek” anlamında da kullanıyorum. Türkçede böyle bir kullanım vardır. Ancak sanırım bu kullanım okumanın sadece okula giderken yapılan bir şey olduğu fikrini de barındırıyor. Yani diploma için yapılan bir şeydir okumak. Diploma elde edilince de bırakılır dolayısıyla.

Diplomadan sonra okumak, orta yaşlı birinin hâlâ okumaya devam etmesi yadırganan bir şeydir bizim memlekette. Tıpkı geniş bir kütüphanesi olmanın, görüntülü internet iletişiminde fonda kütüphane olmasının yadırgatıcı olması gibi. Çünkü kitap doğal değildir, olağanüstüdür hâlâ toplumsal zihniyette.

Bununla ilgili yaşadığım bir olayı paylaşmak isterim sizlerle. Yıllar önce düzenli müşterisi olduğum bir pastane/fırın vardı. Kasada hep aynı orta yaşlı kişi otururdu. Ödeme yaparken hep okumaya ara verdiğini görürdüm çünkü kasada otururken, müşteri olmadığı zaman düzenli olarak okuyan biriydi. Kasanın yanında hep bir kitabı olurdu yani. Bir gün kendisine bunu fark etiğimi belli ettim. Bana şöyle dedi: “Üniversitede felsefe okudum. Eğitimime uygun bir iş bulamayınca baba yadigârı bu dükkânı işletiyorum artık. Ama üniversitede edindiğim düzenli okuma alışkanlığını bırakmadım. Amatör olarak okumaya devam ediyorum.”

Bu “amatör okur” nitelemesi benim zihnimde yıllarca takılı kaldı. Dönüp dönüp hep düşündüm ne anlama geldiğini. Sonunda şöyle bir sonuca vardım. Bizim okuryazarlığımız fazla profesyonel. Okulda diploma için, okuldan sonra iş icabı okuyoruz. Hatta eğitimden sonra bir kesim de yazmak için okuyor. Yazmayı beceremeyince onlar da bırakıyor okumayı. Bence müthiş bir niteleme olan amatör okur ise yeterince yaygın değil. Yani okumak için okuyan, okumayı sevdiği için okuyan.

Eğitimli olanın, ülkenin en iyi mekteplerinden diploması olanın da bir emekçiyle kitaba karşı aynı tepkiyi veriyor olması ülkemizin en önemli sorunlarından biridir dersem bana kızmayın ve abarttığımı lütfen düşünmeyin. Evet ben böyle düşünüyorum. Ve bu sorun çözülmeden de bu ülkede asgari bir demokrasinin, ortalama bir medeniyetin mevcut olamayacağını da iddia ediyorum.

Bence kitapla, kütüphaneyle sahici ilişkisi olan birinin, bir amatör okurun bu yazının da yazılmasına neden olan tepkileri vermesi zordur. Kitaba gerçekten değer veren, düzenli kitap okuyan biri kütüphanesinin önünde video çeken birini ayıplamaz ya da birinin evinde kütüphane görünce “bunların hepsini okudunuz mu?” diye sormaz.

Bu ülkenin temel sorunun sayısal değil, sözel olduğunu yıllardır söylüyorum, yazıyorum. Kamusal bir okuryazarlık yaygınlaşmadan demokrasi de, cumhuriyet de, yurttaşlık da, birey de, toplum da birer hayaldir. Seksen milyonluk ülkede kütüphanesi olan bir eve doğmuş insan sayısı yüzde kaçtır? Bence Türkiye’de rakı masasında veya İngilizce tabelalı kafe muhabbetinde cevabı aranması gereken en temel soru budur. Ülkenin derin sosyolojik gerçekliğini çözümlemeye girişmeden bu tür tuhaf soruları soranları yargılamak beyhudedir.

Benim doğduğum evde çok geniş olmasa da bir kütüphane vardı. İlk okuduğum kitaplar belki de annemin Muazzez Tahsin Berkand, Kerime Nadir romanları ve babamın polisiye serileriydi. Evimizde Yakup Kadri’nin, Şevket Süreyya’nın, Doğan Avcıoğlu’nun, Jack London’ın, Panait Istrati’nin kitapları vardı. Ardından Kemalettin Tuğcu, Muzaffer İzgü, Aziz Nesin gibi yazarların kitapları benim okumam için alındı. Evet şunu demeye çalışıyorum: Okumayazma kültürü bile sosyolojik temelleri olabilecek bir şeydir. Gramsci’nin, Bourdieu’nün farklı kavramlarla da olsa dediği gibi kültürel gelişimin sosyolojik temelleri vardır. Gerçek bir cumhuriyetin bu sorunu birkaç nesil içinde çözmesi gerekirdi. Ancak maalesef bu mesele çözülemedi. Belki bu nedenle bugünün Türkiye’sinde yaşıyoruz. İçinde yaşadığımız ülke gerçekten bir cumhuriyet olsaydı, kuruluşundan bir asır sonra Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi mezunu bir “yurttaş” arkadaşına bu tuhaf soruyu sormazdı.

Farkındaysanız yazı boyunca bu ölümcül soruya cevap vermedim. Soruyu sürekli tekrarladım ama galiba sorunun cevabını sona sakladım. Cevabım hayır. Yani kütüphanemdeki bütün kitapları okumadım. Hâlâ bunu başaramadım! Kitapları edinme hızım okuma hızımdan her zaman önde oldu. Bu nedenle bu dünyadan çekip gittiğimde kütüphanemde hâlâ okumamış olduğum kitaplar mevcut olabilecek. Bu bana hiç dert olmuyor ve olmayacak. Ama dileyenlere dert olabilir!

Üstatlarımdan Walter Benjamin’in “Kütüphanemi Yerleştirirken” başlıklı çok müthiş bir yazısı vardır. Bu yazıda Benjamin, Anatole France’tan bir yaşanmışlık aktarır. Günün birinde France’a o müthiş soru sorulmuştur: “Bu kitapların hepsini okudunuz mu, Bay France?” France’ın yanıtı şöyle olmuştur: “Onda birini bile okumadım. Siz her gün en değerli yemek takımlarınızla mı yemek yersiniz?”


Besim F. Dellaloğlu Kimdir?

1965’de İstanbul’da doğdu. 1984’de Galatasaray Lisesi’ni, 1990’da Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Yüksek Lisans ve Doktorasını Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında hocası felsefeci Ömer Naci Soykan danışmanlığında yaptı. Lisans ve lisansüstü eğitimi esnasında uzun süre Fransızca turist rehberliği yaptı. Memleketin büyük bir bölümünü gezdi. Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde (1998), Paris VIII Üniversitesi’nde (2002), Lizbon Üniversitesi’nde (2014), Strasbourg Üniversitesi’nde (2017-2018), Mainz Gutenberg Üniversitesi’nde (2018-2019) doktora sonrası araştırmalarda bulundu ve dersler verdi. Bu vesileler sayesinde dönem dönem Frankfurt, Paris, Lizbon, Strasbourg ve Mainz’da yaşadı. Türkiye’de Mimar Sinan, Marmara, İstanbul Bilgi, Yıldız Teknik, Galatasaray, Kırklareli, İstanbul ve Sakarya Üniversitelerinde dersler verdi. 2019’da üniversiteden emekli oldu. Okuryazarlığa devam ediyor. Mevcudu bulunan kitapları şöyledir: Frankfurt Okulu’nda Sanat ve Toplum (Say), Romantik Muamma (Timaş), Benjamin (Derleme-Say), Benjaminia: Dil, Tarih ve Coğrafya (Ayrıntı), Modernleşmenin Zihniyet Dünyası: Bir Tanpınar Fetişizmi (Timaş), Zamanın İçinden Zamanın Dışından (Heretik), Poetik ve Politik: Bir Kültürel Çalışmalar Ansiklopedisi (Timaş).