YAZARLAR

Delirmiş mi bu insanlar?

Mad Men 68 kuşağı üzerine değil, büyük ölçüde onların ebeveynlerinin kuşağına dair bir dizi. Dizinin senaryosunu yazanlar sanki seyircileri hayatın ne kadar hızlı değişebildiği konusunda ikna etmek ister gibiydiler. Ya da dedelerimizin hayatlarının bizden ne kadar faklı olduğunu anlatmak istiyorlardı.

Emekliliğin üstüne bir de virüs ablukası söz konusu olunca mecburen eve kapandık. Bu kapanmanın en doğal sonuçlarından biri dizi izlemeye daha çok vakit ayırmak anlamına geliyor. İşte bu vesileyle Mad Men isimli bir televizyon dizisini izledim. Sanırım ömrümde izlediğim en uzun diziydi. Dizi, 50 ve 60’ların Amerika’sında özellikle New York’taki reklam sektöründe çalışan bir grup insanın hayatına odaklanıyordu. Bu dizide orta yaş seviyesinde olanlar büyük ihtimalle 68 kuşağı olarak bilinenlerin ebeveynleri oluyorlardı. Dizi genel anlamıyla 68 öncesi ABD şehir hayatı hakkında inanılmaz ayrıntılara sahipti.

68 kuşağı deyince biraz okuryazar herkes en azından genel bir fikre sahiptir. Özellikle “devrim” kavramıyla birlikte anılan bir kuşaktır 68’liler. Sadece bir şehirde, bir ülkede, bir kıtada değil neredeyse bütün dünyada “hayatın doğal akışı”nı inanılmaz bir biçimde değiştirdiler. Devrim deyince akla hep siyasal olan gelir. Bu manada 68 kuşağı aslında tam olarak hiçbir zaman iktidara gelmedi. 68 kuşağı gençleri elbette solcuydular ama aslında onların döneminde bugünden çok daha güçlü olan sol içinde bile geniş bir hegemonya inşa edemediler. Ama ilginç bir biçimde yukarıda ifade ettiğim gibi hayatın doğal akışını değiştirebildiler. Siyaseten iktidara gelmeden toplumsal ilişkileri radikal bir biçimde dönüştürdüler. Bu manada 68 hareketi siyaset biliminden çok sosyolojinin araştırma konularından biridir.

68’liler siyaseten iktidara gelmeden kendilerine yeni bir hayat kurdular. Üstelik merkezi bir şekilde ele geçirerek ya da yüzde 51’i elde ederek yapmadılar bunu. Genel olarak azınlıkta olduklarını biliyorlardı. Ebeveynlerine, toplumun geneline şunu dediler aslında: “Biz sizler gibi yaşamak istemiyoruz. Bizler kendi kafamıza göre yaşamak istiyoruz.” Ve bunu büyük ölçüde başardılar. Irkçılık, toplumsal cinsiyet, eşcinsellik, militarizm, çevre vb. konularda ebeveynlerini kültürel olarak reddettiler. Genelde ebeveynlerin evlatlarını reddetmeleri meşhurdur ama galiba bu sefer tersi oldu. Ama dediğim gibi bu aslında genel, kültürel bir reddediş idi, kişisel değildi.

Evet yazıya 68 kuşağını anlatarak başlamış olmam yanlış anlaşılmasın. Mad Men 68 kuşağı üzerine değil, büyük ölçüde onların ebeveynlerinin kuşağına dair bir dizi. Dizinin senaryosunu yazanlar sanki seyircileri hayatın ne kadar hızlı değişebildiği konusunda ikna etmek ister gibiydiler. Ya da dedelerimizin hayatlarının bizden ne kadar faklı olduğunu anlatmak istiyorlardı. 68 kuşağı hakkında genel bir fikre sahip olan seyircileri özellikle şaşırtmak ister gibiydiler. Benim için tam da böyle oldu. Sosyoloji eğitimi almış biri olarak iki kuşak arasında bu kadar belirgin bir zihni mesafe olabileceğini görmekten çok etkilendim.

Dizinin başkarakteri Don Draper dizinin akışı içinde zaman zaman yaşadıkları hayat hakkında önemli değerlendirmeler yapar. Sanırım bu biraz da iyi bir reklamcı olması ve slogan üretme yeteneğiyle de ilgili. Tam olarak hatırlamıyorum ama Don Draper rahatlıkla şöyle bir slogan üretmiş olabilirdi dizinin felsefesini özetlemek için: "Bol bol sigara ve içki iç. Önüne gelen her kadınla yat! Her koşulda iyi görün ve ne olursa olsun kendini önemse.” Don Draper tipik bir “68’li babası” olarak değerlendirilebilir. Dizinin finalinde Draper’ın macerasının Kaliforniya sahilinde bir yoga seansında sonlanması bu açıdan manidar. Çünkü onun macerası bir anlamda kendi kuşağının finali olarak rahatlıkla değerlendirilebilir. Her ne kadar esas final bir Coca-Cola reklamıyla verilmiş ve bu reklamı da Draper’ın yazdığı ima edilmiş olsa bile!

Dizi boyunca en çok dikkati çeken ögelerden biri neredeyse herkesin sabahtan akşama kadar sigara ve içki içmesi. Evde, işte, dışarıda ve tekrar evde. Ben saymadım ama dizinin ilk bölümünde 70 küsur sigaranın içildiği ileri sürülüyor. Özellikle günümüzdeki sigara yasakları düşünüldüğünde değişimin büyüklüğü dikkat çekici. Aynı şey içki tüketimi için de geçerli. Reklam şirketindeki herkes kendi ofislerinde, toplantılarda sabahtan akşama kadar içki içiyor. Bugünün koşullarında bu kadar içki ve sigara tüketenlerin acilen tedavi altına alınması gerektiğini söyleyecek birçok hekim vardır.

Toplumsal ilişkiler açısından da dizideki karakterlerin davranış ve tutumları neredeyse “taş devri” olarak nitelendirilebilecek düzeyde. Hemen hemen bütün kahramanların bugünün kavramlarıyla ırkçı, cinsiyetçi, antisemitist vb. oldukları rahatlıkla söylenebilir. Üstelik çocuklarının yanında da sigara ve içki içmekten hiç çekinmiyorlar.

Diğer ilginç bir detay emniyet kemerinin henüz icat edilmemiş olması. Günümüzde emniyet kemeri olmayan bir arabayı hiç görmemiş nesiller kolaylıkla emniyet kemerini arabanın vitesi kadar vazgeçilmez bir parçası sanarak anakronizme düşebilirler.

Dizide en dikkat çekici bir başka nokta eğitimli, orta ve üst sınıftan erkeklerin kadınlara olan bakış tarzı. Bu noktada daha önce sözünü ettiğim 68 sonrası zihniyet dönüşümünün ve özellikle de feminizmin en azından son yarım asırda nelere kadir olabildiğini anlayabiliyorsunuz.

Dizide çocuklarıyla piknik yapan aileler çöplerini piknik alanında bırakarak evlerine dönebiliyorlar. Başkarakter Don Draper içtiği biranın kutusunu ağaçlara doğru fırlatabiliyor. Hatta araba kullanırken içtiği içkinin kutusunu camdan dışarı atabiliyor. Bugün onunla aynı konumda olan bir Amerikalı için bunun mümkün olamayacağını söyleyebiliriz sanırım.

Elbette kapitalizm hâlâ kapitalizm. 60’ların, 70’lerin refah devleti çağında değiliz. 80’lerden beri bir neo muhafazakârlık, neo liberalizm çağında yaşıyoruz. Ama bu yeni muhafazakârlık bile aslında 68’in önerdiklerine karşı kültürel bir tepki değil mi? Bu bile aslında değişimin topluma ne kadar nüfuz edebildiğini göstermiyor mu?

Daha önceki yazılarımda sosyolojinin aslında toplumsal değişimin bilimi olduğunu söylemiştim. Buna bir ek yapayım: Değişimi iyi çözümlediğinizde aslında devam edeni de görebilirsiniz. Devam eden içinde değişeni, değişen içinde devam edeni fark edebilirsiniz. Hatta onları birbirlerinden ayırt edebilirsiniz. Bu nedenle sosyologlara, sosyolojiye ilgi duyanlara Mad Men’i hararetle öneriyorum.


Besim F. Dellaloğlu Kimdir?

1965’de İstanbul’da doğdu. 1984’de Galatasaray Lisesi’ni, 1990’da Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Yüksek Lisans ve Doktorasını Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında hocası felsefeci Ömer Naci Soykan danışmanlığında yaptı. Lisans ve lisansüstü eğitimi esnasında uzun süre Fransızca turist rehberliği yaptı. Memleketin büyük bir bölümünü gezdi. Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde (1998), Paris VIII Üniversitesi’nde (2002), Lizbon Üniversitesi’nde (2014), Strasbourg Üniversitesi’nde (2017-2018), Mainz Gutenberg Üniversitesi’nde (2018-2019) doktora sonrası araştırmalarda bulundu ve dersler verdi. Bu vesileler sayesinde dönem dönem Frankfurt, Paris, Lizbon, Strasbourg ve Mainz’da yaşadı. Türkiye’de Mimar Sinan, Marmara, İstanbul Bilgi, Yıldız Teknik, Galatasaray, Kırklareli, İstanbul ve Sakarya Üniversitelerinde dersler verdi. 2019’da üniversiteden emekli oldu. Okuryazarlığa devam ediyor. Mevcudu bulunan kitapları şöyledir: Frankfurt Okulu’nda Sanat ve Toplum (Say), Romantik Muamma (Timaş), Benjamin (Derleme-Say), Benjaminia: Dil, Tarih ve Coğrafya (Ayrıntı), Modernleşmenin Zihniyet Dünyası: Bir Tanpınar Fetişizmi (Timaş), Zamanın İçinden Zamanın Dışından (Heretik), Poetik ve Politik: Bir Kültürel Çalışmalar Ansiklopedisi (Timaş).