YAZARLAR

Şuursuzluk insanlık suçu olmalı

“Bu daha önce görülmemiş tam olarak tanınmayan bir virüs, aşısı yok -yakın bir gelecekte de olmayacak- ve bilinen bir ilacı da bulunmuyor” cümlesinin tam olarak neresi anlaşılmıyor acaba. “Daha önce domuz gribi de boş çıkmıştı” argümanını kullananlara da, deneyerek öğrenmenin en pahalı yöntem, riskli bir kumar olduğunu hatırlatmak gerek. Rus ruletinden -silahına göre değişir ama en az yüzde 80- kurtulma ihtimali daha yüksektir ama bu tetiği çekmenin salaklık olduğu gerçeğini değiştirmez.

Korona virüsü tehlikesi henüz çok canlı ve durum acil olduğu için başımıza ne geldi, neden geldi ve bütün bu yaşananlardan dünya nasıl etkilenecek meselesini soğukkanlı biçimde konuşmak, sahiden kesin sonuçlara varmak pek mümkün olmuyor. Göründüğü kadarıyla uzunca bir süre bu olağanüstülük hali devam edecek. Bu hengame tamamlandığında geriye ne kalacak hep birlikte göreceğiz. Ancak hiç ezoterik derinliklere girmeden, mistik göndermeler yapmadan hem doğaya, hem insanlığa, hem de topluma karşı işlenmiş bütün suçların bu yaşanan felakete düşen gölgelerini şimdiden görmek mümkün: Her türlü melaneti küreselleştirirken, artık birilerine dokunmayacak yılan kalmayacağını görememek. Ticari, içtimai, kültürel öncelikler nedeniyle kamusal yararın -tehlikelerin- algı süresinin uzaması, sadece saklanan değil apaçık sorunlara bile bu yüzden çok geç reaksiyon verilebilmesi. Kamusal sorumluluk, toplumsal bilinç, kamucu yaklaşımlardaki örselenmenin; halk sağlığı, insani sorumluluk, toplumsal dayanışma gibi kurumsal refleksleri zayıflatması. Bilgi çağının, dijital devrimin veya medya yaygınlığının; acayipliği, hurafeyi ve gevşekliği kendiliğinden ortadan kaldırmaması. Dünya felaketlerin de serbest dolaşıma açıldığı bir köye dönüşürken şuursuzluğun baki kalması.

İnsanlığın geçen yüzyılın başında yaşanan acayipliklere, felaketlere benzetilen bir süreçten geçtiği konusunda yorumlar son zamanlarda epey artmıştı. Özellikle ekonomi ve dış politikada yaşananlar, toplumsal ve siyasal trendler açısından geçen yüzyılın bazı meselelerinin yeni sürümlerinin devreye girdiği öne sürülmüştü. Küresel ölçekte yaşanan süreklileşmiş kriz atmosferi, belirsizlik ve kontrolsüz çatışma iklimi, bu yöndeki kanaatleri besliyordu. Dünyayı yeniden biçimlendirecek ama yönü belirsiz güç savaşları ve krizlerine çare üretme kapasitesinin sonuna gelmiş sistem önemli tartışma başlıkları haline gelmişti. Tarihin tehlikeli bir tekerrür olarak algılanmasına neden olan benzetmeler açısından korona krizi de, tam yüzyıl önce yaşanan İspanyol gribi salgınına benzetiliyor. 1918-20 arasında yaşanan küresel salgın 10 milyonlarca insanın ölümüne yol açmıştı. Covid-19 için yapılan kötümser projeksiyonlar, salgının engellenememesi durumunda dünya nüfusunun en az üçte birinin etkilenmesi ihtimalinden söz ediyor. Şimdilik açıklanan resmi ölüm oranı yüzde 3-5 civarında. Kötümser senaryo ile uyumlu bir yayılma durumunda, mevcut ölüm oranlarının yüzde birine varılması bile, milyonlarca insanın ölmesi anlamına gelecek.

Kötümser senaryoların, aşırı ihtimalleri dikkate alan projeksiyonların yüksek endişe veya korku yaratabileceği doğru. Ancak salgının ilk dört ayında ve özellikle de güya gelişmiş ülkelerde yaşanan tuhaf gelişmeler, “rahatlığın” ve gevşekliğin, yanlış yönlendirilmiş paniğin ve organize salaklığın çok daha tehlikeli olduğunu açıkça gösteriyor. Salgın ilk ortaya çıktığında ölüm oranlarındaki düşüklüğe dayanarak, “zaten mevsimsel gripten de bir sürü insan ölüyor” yolunda değerlendirmeler yapıldı. Hemen her konuda ortaya atılan komplo teorileri yeniden tedavüle çıktı. Salgının Çin’de başlaması, İran’da ilerlemesi üzerine jeostrateji tevatürleri üretildi. “Nasıl olsa Çinliler ölüyor, yaşlılar ölüyor” gibi ırkçı, yaşçı-ayrımcı yaklaşımları ortaya saçmaktan imtina edilmedi. Bunlar yetmedi isimlerinin önünde tıbbi unvanlar bulunan ama mesleki sorumluluğun kıyısından geçmeyen zevat, medyanın aşırı ilgisine mazhar oldu. Bazıları tartışmalı doğruları içerse bile mevcut duruma ve kimseye hiçbir yararı, katkısı olmayacak acayip bilgiler gündemin belirleyicisi haline geldi. Küresel bir salgınla, kamusal sağlık önlemleriyle ve sorumlu-dayanışmacı mücadele yöntemleriyle başa çıkılması gerekirken, yağmacılıktan fırsatçılığa kadar türlü ahlaki düşüklük uluorta sergilendi.

Bugün meselenin Çin ve İran’la sınırlı kalmayacağı, Avrupa’nın göbeğinde İtalya’da yaşananlarla kimsenin güvende olmadığı artık net biçimde anlaşıldı. Dünya Sağlık Örgütü tarafından küresel salgın olarak tanımlanan hadisenin herhangi bir komplo iddiasıyla küçümsenmesi de artık mümkün değil. Bir kısmı gecikerek de olsa alınan önlemlerin sertliği, durumun ciddiyetinin algılanmasını kolaylaştırmıştır umarım. 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana görülmemiş bir sosyal ve ekonomik kapanma gündemde. Meseleyi hâlâ hafife alanların, ‘bütün dünyanın bilmediği neyi biliyorum” sorusuna cevap vermesi giderek zorlaşıyor. Salgının seyri, Çin’e ders vermek isteyen “batılı emperyalistlerin bir oyunu bu” iddialarını hiç desteklemiyor. İlaç şirketlerinin vurgun hesaplarının diğer sektörlerde milyarlarca dolar kayıplara rağmen görmezden gelindiğini öne sürmek de, kapitalizmin kâr sevdasıyla hiç uyuşmuyor. Meseleyi bilimsellik kisvesiyle hafifletmeye çalışanların “normal gripten de insanlar ölüyor” tezleri de, dehşet verici projeksiyonların duvarına tosluyor. “Bu daha önce görülmemiş tam olarak tanınmayan bir virüs, aşısı yok –yakın bir gelecekte de olmayacak- ve bilinen bir ilacı da bulunmuyor” cümlesinin tam olarak neresi anlaşılmıyor acaba. “Daha önce domuz gribi de boş çıkmıştı” argümanını kullananlara da, deneyerek öğrenmenin en pahalı yöntem, riskli bir kumar olduğunu hatırlatmak gerek. Rus ruletinden –silahına göre değişir ama en az yüzde 80- kurtulma ihtimali daha yüksektir ama bu tetiği çekmenin salaklık olduğu gerçeğini değiştirmez.

İtalya’daki Kıbrıslı bir tıp öğrencisinin hazırladığı, “gevşekliğin maliyeti” konulu video, sosyal medyada –İtalya örneğiyle epey zayıflamış- ırk geni tezini anlatan doktorlar veya kelle-paça önerileri kadar ilgi gördü mü? Açıklanan resmi vaka sayısının inandırıcılığı, vaka testlerinin yaygınlığı ve etkinliği konusunda tereddütler yaşanmaya devam etmesine rağmen, Türkiye’nin Avrupa’daki bazı ülkelerden bile önce tedbirleri devreye sokması sevindirici. Okulları tatil ederken Cuma namazına ara verememek, üniversitelilere otogarlara yığmadan güvenli seyahat imkanı yaratamamak gibi defolar, umarız gecikmeye eklenecek risk artırıcı faktörler olarak etki yaratmaz. Hem Türkiye hem dünya, bilim insanlarının öngörülerini doğrulayacak sınırlara varmadan bu küresel felaketten sıyrılır umarım. Fakat savaşlardan salgınlara, ekonomik krizlerden yeniden estirilen faşizan rüzgarlara, akli melekeleri en sorunlu lider yarışından giderek kaybedilen daha iyi bir dünya fikrine kadar süreklileşmiş buhranlar serisi, üretilmiş ve beslenmeye devam eden organize şuursuzluk belasından kurtulmanın daha zor olacağını gösteriyor.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).