YAZARLAR

Sistem fetişizmi

Sistem için en tehlikeli olanlar, onu varsaymayanlar, onu ciddiye almayanlar, sanki o yokmuş gibi eyleyenlerdir. Onu ciddiye almayanların dünyasında sistem mevcut değildir. Sistem ancak olumlu ya da olumsuz geri dönüş alabildiği yerde hüküm sürer. Sistem ancak ciddiye alındığı yerde ikamet edebilir.

Özellikle sıkıştığımız zamanlarda, kendimizi çaresiz hissettiğimizde, elimizden bir şey gelmediğini düşündüğümüzde başvurduğumuz, kelime haznemizin nadide kavramlarından biridir “sistem”. Onu dilbilgisel anlamda öznesi olduğumuz cümlelerin içinde de kullanırız ama aslında bu kullanımlar genellikle hayatımızın tam anlamıyla öznesi olmadığımız/olamadığımız anları tarif eder. Hayatımızın öznesi olmadığımız, hatta tam tersine hayatı ancak başımıza gelen bir şey olarak yaşadığımız durumları işaret eder. Sanki hayatımızın “gizli öznesi”dir sistem. Fakat dilbilgisel olarak değil, toplumsal olarak.

Sistem, hepimizin dışında ve üzerinde bizi denetleyen, gözetleyen, cezalandıran ama aynı zamanda bizi bizden iyi bilen, tanıyan dünyevileşmiş bir Tanrı gibidir. Ya da tipik bir ebeveyn. Bize hep faniliğimizi ya da çocukluğumuz/ergenliğimizi hatırlatan. Sistem hep güçlü biz hep zayıfızdır. Ama sistem diye bir şey gerçekten var mıdır? Nerededir? Nasıl işler? Onun bu gücü, erişilemezliği nereden kaynaklanır?

Sistem diye bir şey varsa eğer onu tahkim eden en önemli unsur aslında toplumsal öznelerin onun var olduğuna dair bir kanaate sahip olmaları, hatta onu fetişleştirmeleri değil midir? Sistem diye bir kavrama sahip olmamız, bir anlamda, başımıza gelenlerin bizim irademizin dışında sebeplere dayandığını düşünüyor olmamızdan kaynaklanmaz mı?

Sanki sistem kaderin modern, seküler bir versiyonu gibidir. Modern zamanların iktidarı Foucault’nun dediği gibi biraz her yerde olduğu için, onu eski zamanların iktidarı gibi somut bir şekilde görüp saptayamayız. Her yerde olan aslında hiçbir yerdedir de. Modern iktidar göreli olarak daha soyuttur bu bağlamda. Somut, dışsal olarak tespit edilemeyen iktidarın işlemesi için içselleştirilmesi, hatta zihinselleştirilmesi gerekir. Ve biz modern özneler her “sistem” dediğimizde aslında işte bu iktidarı tahkim ederiz. Yani her “sistem” dediğimizde, onu doğrularız, onaylarız, mümkün kılarız. Sistemi en çok meşrulaştıranlar onun adını en çok ananlardır. Bu manada sistemi desteklemek ile eleştirmek; övmek ile yakınmak arasında çok önemli bir fark yoktur. “Reklamın kötüsü olmaz” dendiğinde kastedildiği gibi.

Sisteme asıl muhalefet aslında onu peşinen bir veri olarak kabul etmemekle başlar. Ama bizim muhalefet derken anladığımız genelde iktidarın merkezinde olmamaktır. Dolayısıyla da iktidara gelebilmek için merkezin ele geçirilmesi gerekir. Hatta bu yolda her şey mubahtır. Çünkü mevcut cehennemin aşılabilmesi için bizim iktidara gelmemiz şarttır. Cennet ancak ondan sonra mümkün olabilecektir. Bütün olumlu normların gerçekleşmesinin “devrimden sonra”ya ertelenmesi aslında mevcut iktidarın bizde gerçekleşme gücüne delalet eder.

Sistem aslında yoktur. Onun varlığı bizlerin bir dolayımıdır. Sistem, eğer varsa, hükmettiği, yönettiği, inşa ettiği, yönlendirdiği öznelerin akıllarını, vicdanlarını, basiretlerini, hayallerini, saplantılarını, takıntılarını, sapkınlıklarını dolaşarak vardır. Onları görür, hisseder, hesap eder ve kendini, söylemini, yöntemlerini ona göre kurar.

Sistem için en tehlikeli olanlar, onu varsaymayanlar, onu ciddiye almayanlar, sanki o yokmuş gibi eyleyenlerdir. Onu ciddiye almayanların dünyasında sistem mevcut değildir. Sistem ancak olumlu ya da olumsuz geri dönüş alabildiği yerde hüküm sürer. Sistem ancak ciddiye alındığı yerde ikamet edebilir.

Reich “kitleler faşizmi arzuladılar” derken haklıdır çünkü biz olmadan sistem de olmaz. Olanların, oldukları gibi olmasında bizim mutlaka bir rolümüz, katkımız vardır doğrudan ya da dolaylı olarak. Her şeyin bir sebebinin olması zaten başka ne anlama gelir ki? Bu noktada da Hegel’in ünlü sözünü hatırlamamak mümkün değildir: “Gerçek olan rasyonel, rasyonel olan gerçektir.” Sistem bizi hem aşar hem de içerir. Elbette yine Hegel’den ama bu sefer onun “Aufhebung” kavramında esinleniyorum. Ama bu sefer sentezin tez ve antiteze yaptığı şey anlamında değil, sistemin özneleri içermeden, yani onlara nüfuz etmeden; onları aşamayacağı, yani yönetemeyeceği anlamında.

Uzun lafın kısası, bizi içermeyen, bizi öngörmeyen, bizden veri toplamayan ve bizim dışımızda bir sitem aslında yoktur. Ya da şöyle söylemek belki daha doğru olur: Öyle ya da böyle bizim katkı vermediğimiz bir sistem aslında mevcut değildir. Bu anlamda sistem ve özne oluş birbirinden farklı oluşumlar değildir. Aynı sürecin farklı pencerelerden görünen halleridir. Öznenin “sistem” dediği de, eninde sonunda, bir öznellikler ağıdır.

Özne oluş, işte bu bilinci bir şekilde içermelidir. Yaşadığımız hayatın, toplumun, dünyanın olma hallerinin bizim irademizin etkisine açık olduğunu düşünmeyen aslında özne değildir. İçinde bol bol “ben” (ya da “biz”) geçen cümleler kursa bile! Kurucu bir öznelliğin yokluğunda, sistem(ler) ya total olarak iyi olacaktır ya da total olarak kötü. Hegel’in “Doğru bütündür”üne karşı, “Bütün yanlıştır” diyen Adorno haklıysa eğer herhangi bir sisteme bütünüyle biat etme ya da isyan etme öznellik kaybıdır. Çünkü iyi, doğru ve güzel hayat asla bir “hazır yapıt” şeklinde tecelli etmeyecektir. Öyle olduğunda bile mutlaka öznelliklerin eleğinden geride kalanla yetineceğiz.


Besim F. Dellaloğlu Kimdir?

1965’de İstanbul’da doğdu. 1984’de Galatasaray Lisesi’ni, 1990’da Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Yüksek Lisans ve Doktorasını Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında hocası felsefeci Ömer Naci Soykan danışmanlığında yaptı. Lisans ve lisansüstü eğitimi esnasında uzun süre Fransızca turist rehberliği yaptı. Memleketin büyük bir bölümünü gezdi. Frankfurt Goethe Üniversitesi’nde (1998), Paris VIII Üniversitesi’nde (2002), Lizbon Üniversitesi’nde (2014), Strasbourg Üniversitesi’nde (2017-2018), Mainz Gutenberg Üniversitesi’nde (2018-2019) doktora sonrası araştırmalarda bulundu ve dersler verdi. Bu vesileler sayesinde dönem dönem Frankfurt, Paris, Lizbon, Strasbourg ve Mainz’da yaşadı. Türkiye’de Mimar Sinan, Marmara, İstanbul Bilgi, Yıldız Teknik, Galatasaray, Kırklareli, İstanbul ve Sakarya Üniversitelerinde dersler verdi. 2019’da üniversiteden emekli oldu. Okuryazarlığa devam ediyor. Mevcudu bulunan kitapları şöyledir: Frankfurt Okulu’nda Sanat ve Toplum (Say), Romantik Muamma (Timaş), Benjamin (Derleme-Say), Benjaminia: Dil, Tarih ve Coğrafya (Ayrıntı), Modernleşmenin Zihniyet Dünyası: Bir Tanpınar Fetişizmi (Timaş), Zamanın İçinden Zamanın Dışından (Heretik), Poetik ve Politik: Bir Kültürel Çalışmalar Ansiklopedisi (Timaş).