YAZARLAR

Bad Boy'lar o kadar 'bad' mi?

‘Bad Boys 3’ her şeyden önce bizce son derece dürüst bir film. Vaat ettiklerini yerine getirdiği gibi başarılı bir devam (tam 17 sene sonra!) filminin nasıl yapılabileceğini de gösteriyor. Aksiyon filmine meraklı sinemaseverlere müjdeyi verelim: Bad Boy’lar döndü!

Hollywood sineması, 1990’lardan başlayarak, özellikle ‘marka’ haline gelmiş yapımcı Jerry Bruckheimer önderliğinde gösterişli, tempolu ve ihtişamlı aksiyon filmleri hatta serileri üretmeye başladı. Kuşkusuz daha önce de bu türde birçok film izledik, ancak Bruckheimer yapımları teknik açıdan başarılı genç yönetmenleri ön plana taşımak, ona destek verecek güçlü yıldızları kadrosunda barındırmak ve seyircilerin gönlünü okşayacak kadar bir estetik beceri göstermek gibi misyonları taşıyordu.

Bu sinemasal ‘dalga’ içerisinde ‘Bad Boys’ 1995 yılında Michael Bay’in komutasında dikkat çeken bir giriş yaptı. Karakter olarak çok farklı olan iki siyah polis, aralarında beklenmedik bir kimya tutturup azılı mafya gruplarının adeta ‘kökünü kazıyorlardı!’. Bu ikilinin maceraları 2003 yılındaki ikinci bölümde daha büyük ölçekte, daha şiddetli ancak mizahi yönünden taviz vermeden, yine yönetmen Bay önderliğinde devam etti ve sonrasında ciddi bir ara verdi. Tam 17 sene sonra gelen ‘Bad Boys 3’ artık üstleri küllenmeye başlamış bir kahraman ikilisini, aradan geçen uzun zamanın ‘farkında’ olarak tekrar sunan ve onları tekrar bir heyecan, mücadele ve sürat fırtınası içinde hatırlatan gösterişli, ‘saf’ bir aksiyon filmi. Geri dönüşünü kendi içinde bir temele oturtan, vaatlerini yerini getiren ancak çok da yeni bir şey sunmayan, önceden ‘dizayn edilmiş’ bir yapım…

Mike Lowery ve Marcus Burnett artık neredeyse 25 yıldır beraber çalışan narkotik bölümünde, başarılı iki polis müfettişidir. Geçen zaman içinde Marcus daha sabit bir yaşam ve aile kurmuş, hatta emekli olmayı düşünmektedir. Onun ayrılmaz ortağı Mike aynı hızlı, hareketli ve çılgın hayatına devam etmektedir. Bir süredir yattığı hapishaneden kaçan uyuşturucu karteli başı Isabel ve oğlu Armando, onları zamanında yakalayan polislere savaş açınca, Mike ve Marcus tekrar bir ekip olmaya karar verip, amansız bir mücadeleye başlarlar…

DURULAN ‘ÇILGIN’ KAHRAMANLAR

Bu sefer yönetmenlik koltuğuna iki genç Belçikalı ismin oturduğu ‘Bad Boys 3’ önce, ‘Cehennem Silahı’ veya ‘Die Hard’ serisi gibi benzerlerinde de olduğu gibi, seyircilere özlediği kahraman(lar)ı bıraktığı yerde bulmayacaklarını, onların da ‘yaş almış’ olacaklarını ve zamanı durduramayacak olduklarını gösteriyor. Mike ve Marcus arasındaki eskiden beri bildiğimiz karakter farklılığı dışında bir de ‘hayata bakış’ farklılığı olayın içine katılıyor. Marcus zamana ayak uydurmuş gibi bir tavır tutunmuşken, Mike zamanı ‘durdurmuş’ gibi davranıyor.

Tekrar ‘Cehennem Silahı’ örneğine dönecek olursak, hatırlanacağı üzere Martin Riggs (Mel Gibson) serinin başında Roger Murtaugh’un tam zıttı, çok cesur (hatta biraz intihara meyilliydi!), başarılı ama aynı zamanda da disiplinsiz, çılgınca ve sadece içgüdülerine dayanarak davranan bir polis memuruydu. Seri ilerledikçe karakter duruldu, hayata gerçekten tutunmaya başladı ama artık ‘yaşlanmaya’ başladığını anlaması ve daha ‘sabit’ bir hayata geçmesi dördüncü bölüme kadar sürdü.

‘Bad Boy 3’ filminde de Marcus’a nazaran her zaman daha karizmatik, daha yakışıklı, daha kuvvetli, daha cesur gibi gözüken Mike, geçen yılları hiç takmıyormuş gibi aynı şevk ve hızla işini yapmaya devam etmek istiyor. Ancak yakın çevresinde, sanki bunu bu hızda isteyen sadece kendisiymiş gibi görünüyor…

BİZ GETTO’DAN ÇIKTIK!

‘Bad Boys’ serisini her ne kadar saf aksiyon filmi sınıfına soksak da, iki ana karakterin de Afro-Amerikan olması, çok dile getirilmese de biraz ‘sıra dışı’ bir durumdur ve bu, ara sıra karakterler tarafından kullanılır. Bu durum tabii ki senaryoda çok büyük değişikler getirmez ancak burada da, başta olduğu gibi Marcus ve Mike’ın Miami sahilinde araba sürerken etraflarındaki ‘beyaz’ insanları hafiften ‘tiye’ almaları, sanki seyircilere kahramanların ‘farklılığını’ unutturmama çabası taşıyor. Ancak filmin senaryosu tabii ki bunun üzerine kurulu değil…

Mike karakterini Marcus karakterinden ayıran bir özellikle de sadece daha cesur veya başarılı olması değil aynı zamanda her zaman da ‘şık’ olmasıdır. Bu filmde de Marcus daha normal ve spor giyinirken, Mike hep şatafatlı ama zevk sahibi, jilet gibi, iddialı takılarla güçlendirilmiş ve bir sivil polisten çok ‘getto’dan çıkıp yükselmiş bir suçluyu andıran kıyafetlerle boy gösteriyor. Bu durum bir taraftan da Mike’ın daha rahat suçluların arasına girmesini, kolay kolay fark edilmemesini sağlıyor. Sonuçta Mike ofiste çalışıp ara sıra sokağa inen bir polis müfettişi değil, sokakta çalışan, sokakta yaşayan, sokağın katmanlarında büyümüş ve sanki bu sokağın en alt katmanlarından çıkıp yükselmiş bir ‘adalet savaşçısı’ izlenimi veriyor.

KÖTÜ ADAM VE DENGE NOKTASI

‘Bad Boys’ gibi filmlerin bizce en önemli noktalarından biri de kahramanlarımızın karşısına dikilen ‘kötü adam’ karakteridir. Bu karakterin ‘saf’ kötü olması rahatsız etmez, diğer tür filmlerde aradığımız ‘gri’ yönler ve insani boyut burada zorunlu değildir. Ancak yine de etkileyici ve özellikleri olan bir ‘kötü’ bekleriz. Bizce ‘Bad Boys 1’deki Fouchet (Tcheky Karyo) ve özellikle ikinci bölümdeki ‘Johnny Tapia (Jordi Molla) karakterleri bu görevi layığıyla yerine getirmişlerdi. Bu filmde ise Isabel ve oğlu Armando başta biraz zayıf ve seleflerinin yerini aratacak karakterler gibi dursa da, sonrasında neden bunların seçildiğini ve hikayeye nasıl bir katkı sağladıklarını anlıyoruz. (sürprizleri bozmamak için detaya girmeyeceğiz)

Filmin asıl hedeflerinden olan aksiyon dozu yine yerli yerinde duruyor. Silahla çarpışmalar, yumruk yumruğa dövüş sahneleri ve heyecanlı araba takip sekansları göz doldurucu bir şekilde beyaz perdede yerini alıyor. Sadece bu türün olmazsa olmazı araba takiplerinden birini film başlar başlamaz koymak biraz baş döndürücü bir giriş yapmamıza neden oluyor. Bu kadar hareket ve sürat içerisinde yine de iki baş kahraman, hikayenin çatlaklarından başlarını çıkarıp karakterlerine bir mizahi, ve insani yön katmayı başarıyorlar.

‘Bad Boys 3’ her şeyden önce bizce son derece dürüst bir film. Vaat ettiklerini yerine getirdiği gibi başarılı bir devam (tam 17 sene sonra!) filminin nasıl yapılabileceğini de gösteriyor. Aksiyon filmine meraklı sinemaseverlere müjdeyi verelim: Bad Boy’lar döndü!

Yönetmenler: Bilall Fallah, Adil Er Arbi

Oyuncular: Will Smith, Martin Lawrence, Joe Pantaliano, Paola Nunez, Jacob Scipio, Kate Del Castillo, Alexander Ludwig, Vanessa Hudgens, Charles Melton…

Ülke: ABD


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .