YAZARLAR

Haram icadı üzerine: Quo vadis Diyanet?

Erbaş, sigara haram derken delil olarak alkolün haram oluşunu göstermişti. Hakkını yemeyelim tabi “alkol de haram değil mi, günah, haram” şeklinde bir arada kullanmıştı. Tabi haram ile günah arasındaki farkı flulaştırıp böyle basit bir söz oyunuyla iki ayrı kavramı iç içe geçirerek bizi mi kandırıyor yoksa kendisini mi? Her günah haram olmadığı gibi haram da her zaman günah değil.

Ülke bütçesinden ve gündeminden hayli önemli pay kaptı bu yıl da Diyanet İşleri Başkanlığı. Ve yılın son günlerine Başkan Ali Erbaş, 27 Aralık günü katıldığı bir televizyon programındaki sözleriyle damga vurdu. Kara leke misali bir damga vuruştu bu. Haram icat etti çünkü. Soru üzerine “Sigara haramdır, mekruh değil kati haram” cevabını verip açıklamasında delili ise alkolün haram oluşuydu ki bu da geçmişten gelen bir haram icadıydı zaten. Kur'an’da yer almadığı halde bazı şeyleri haram ilan edenlerin ilki değil Ali Erbaş ve şüphesiz sonuncusu da olmayacak. Haliyle “quo vadis veya fe-eyne tezhebûn(e)?” sorusunu yöneltme hakkına sahibiz. İlki İncil’den (Yuhanna 16:5), ikincisi Kur’an’dan (Tekvîr/26). Nereye gidiyorsun, bu gidiş nereye?

Haram icadıyla ilgili ayetler de var Kur’an’da. Mesela Nahl suresi 116’ıncı ayetine bakabiliriz doğrudan haram icat edenlere seslenildiği için. Diyanet mealine göre ayet şöyle: “Ağzınıza geldiği gibi yalan yanlış konuşarak, 'Bu helaldir, bu haramdır' demeyin; Çünkü Allah hakkında asılsız şey söylemiş olursunuz; Allah hakkında asılsız şey söyleyenler de kesinlikle iflah olmazlar.” Yalan yanlış konuşarak bu helaldir bu haramdır demeyin buyurmuş Allah. Diyanet İşleri Başkanı ki onun sevdiği şekliyle söyleyeyim Reis, keşke kurumunun mealinden olsun Kur’an’ı okusa bilirdi.

Gerçi tefsir usulü açısından tek ayet ile yetinmeyip sibak ve siyakına bakmayı ileri sürer çoğunluk. Sibak ve siyak yani sözün öncesine ve sonrasına da bakarak bağlamı daha tespit edip sözün anlamını daha doğru değerlendirme çabası, önemli görülür. Yazdığım ayetin hükmü çok açık olmakla birlikte öncesi ve sonrasıyla birlikte değerlendirme çabasına girişmek niçin fe-eyne tezhebûn sorusunu yönelttiğimi de anlaşılır kılacaktır. Nahl Suresi haram ve haram icadıyla ilgili dört ayet şöyle: "114- Allah’ın size verdiği helal ve güzel rızıktan yiyin, için ve eğer yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız O’nun nimetine de şükredin. 115- Allah size sadece murdar eti (mevt, leş), kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilmiş olanı haram kıldı. Ama biri zorda kalırsa haksızlığa sapmadıkça, sınırı aşmadıkça; bilsin ki Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir. 116- Ağzınıza geldiği gibi yalan yanlış konuşarak, 'Bu helaldir, bu haramdır' demeyin; çünkü Allah hakkında asılsız şey söylemiş olursunuz: Allah hakkında asılsız şey söyleyenler de kesinlikle iflah olmaz. 117- Az bir faydalanma… Ardından onlara elem veren bir azap vardır."

Bağlamına tam oturtabilmek için 116’ıncı ayeti iki kere yazdım ama 115’inci ayeti de isterseniz sizler tekrar okuyun. Haramlar sayılmaya başlanmadan önce “sadece” denilerek haramların sayılanlarla sınırlandırıldığı aklımıza yerleşsin ilkin. Ardından nelerin haram olduğuna bakalım tekrar. Leş, kan, domuz eti ve gündelik konuşmada söylediğimiz şekliyle besmelesiz kesilen hayvan haram. Görüldüğü gibi haramlar arasında alkol, şarap geçmiyor. Ama Reis Erbaş, sigara haram derken delil olarak alkolün haram oluşunu göstermişti. Hakkını yemeyelim tabi “alkol de haram değil mi, günah, haram” şeklinde bir arada kullanmıştı. Tabi haram ile günah arasındaki farkı flulaştırıp böyle basit bir söz oyunuyla iki ayrı kavramı iç içe geçirerek bizi mi kandırıyor yoksa kendisini mi? Her günah haram olmadığı gibi haram da her zaman günah değil. Malum ihramdayken saç, tırnak vesaire kesmek haram olduğu halde hayatın geri kalan alanında günah değillerdir.

Asıl konumuza dönersek yüzlerce yıldır halka haram olarak belletilmiş şarabın, alkolün Kur’an’daki hükmüne değinmemiz de gerekir. Üç ayeti okumak bizi bu konuda aydınlatacaktır: "Ey Muhammed! Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat günahları, menfaatlerinden daha büyüktür. Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan fazlasını infak edin. İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki siz düşünürsünüz." (Bakara/219) "Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz." (Maide/90) "Şeytan, içki ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi?" (Maide/91)

Görüldüğü gibi alkolün haram olduğuna dair ifadeler yer almıyor. Günah, pisik, şeytan işi, insanı Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoyan, nefsin şeytana teslim oluşuna sebep gösteriliyor, içki, kumar ve fal ile puta tapıcılık. Günahı, harama terfi ettirmekten ne fayda umulduğu uzun uzun tartışılabilir ama sonuçta ayetin belirttiği gibi az bir zaman faydalanırlar… Alkolün günah olarak belirtilmesi ve uzak durulup vazgeçilmesinin kuvvetle vurgulanarak tavsiye edilişi çok açık ama haram olmadığı da ortada. Sigara için de kimse helal diyemez kuşkusuz. Zararlı bir alışkanlık olduğuna kimsenin şüphesi yok. Ancak her zararlı alışkanlığa haram demeye kalksak baklavaya da haram demek gerekir çünkü şeker de sağlığa zararlı. Gerçi geçmişte baklavanın haram olup olmadığı da ziyafet sofralarından şakayla karışık tartışılmış. Şimdi kaynağını hatırlayamadığım bir anekdot var baklavayla ilgili. Kâtip Çelebi’ye devrin şeyhülislamı sofraya baklava tepsisi geldiğinde sorar: “Söyle bakalım Çelebi, şu baklava haram mıdır, helal mi?” Cevap: “Size haram, bana helal” olur.

Sivri dili, lafını sakınmayışı nedeniyle hâcelikten müderrisliğe (asistanlıktan hocalığa) geçememiş olan Kâtip Çelebi, midesine düşkünlüğü ve kilosuyla ünlü Şeyhülislam’a verdiği görecelilik dersiyle bugünkülere de cevap üretmiş oluyor. "Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı temiz şeyleri haram saymayın. Ve aşırı da gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez." (Maide/87) Faydalı ya da zararlı olanları yiyip içmekte aşırı gitmemek kadar, Allah’ın çizdiği haddin üstüne kural koyma çabasında aşırı gitmekten sakınmak gerektiğini de düşünebiliriz bu ayetten. Zira haram icat etmek aşırı gidip, haddi aşmaktır. Şimdi beni tanıyanlar sigara içtiğim için bunca yazı döşendiğimi düşünebilirler. Ancak bireylerin hayatına etkisinden çok daha büyük ve kalıcı zararları var aşırı gidişin. Sanki Allah eksik söylemiş de kendileri haşa onu tamamlıyormuş gibi davrananlar, iman ile amel arasındaki farkı yok sayıyorlar ve bu da tekfirci anlayışı güçlendiriyor.

Günaha haram demek, insanların inancına halel geldiğini söylemektir. Günahsız insan olmadığından inananların bazı zaaflarıyla günah sayılan bazı işlere yönelmesi, onları dinden çıkarmaz. İmam Maturidi iman-amel ayrımının önemine dikkat çeker. Amel yani ibadetler, ritüeller konusundaki davranışlarda eksiklik, özensizlik olması insanı dinden çıkarmaz. Fakat namaz kılmayanı, oruç tutmayanı, içki içeni tekfir etmeye kadar götürür, iman-amel ayrımını yok saymak. Eğer iman ile amel yani inanç ve ibadet arasında fark olmasa takvada üstünlük diye bir kavram da olamazdı. Kur’an’da “en hayırlınız takvada en üstün olanınızdır” hükmü, itaatte derecelendirmeyi getirdiği için iman ile amel arasında ayırım vardır ve amelde noksanlık inançta zafiyet gibi görülse bile bu da insanların zannıdır. İnsanların takva derecesi hakkındaki İlahi hükmün ne olduğunu kimse bilemez.

Tekfir alışkanlığına kadar gitmeyen durumlarda da toplumsal ayrışmanın yaşandığını biliyoruz bu haram icatları nedeniyle. İçki satan dükkandan alışveriş etmemek. İçki içilen lokantada yemek yememek gibi davranışlar çok yaygın. Toplumu ikiye bölen bu ötekileştirici tavra aykırı hareket edenlerse hemen damgalanıveriyor. Barda oturan, dans eden, konsere giden başörtülüler etiketlendiği gibi oruç tutmadığı için dayak yiyenler de hep gündemimizde. Bitirirken haram icat edenlere bu gidiş nereye sorumu yineleyerek ayeti de hatırlatmış olayım: "Aşırı gitmeyin Allah aşırı gidenleri sevmez."


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.