YAZARLAR

Lübnan’ı çekiştirmek: Hizbullah'ın başı belada mı?

Lübnan gibi birbirine rakip bölgesel ve uluslararası aktörlerin kendi vekil güçlerini iktidara paydaş yaptığı bir ülkede kitleler kimsenin hayır diyemeyeceği taleplerle isyan edecek ama sokaklar kendi haline bırakılacak! Bu mümkün değil. Peki bu kriz aşılamazsa ne olur? Hizbullah gösterilere karşı tutumuyla kendi tabanında da kaybeder mi?

Lübnanlılar ‘devrim’ ve ‘Lübnan İntifadası’ yakıştırmasıyla meydanlara dökülerek siyasi hareketlere parsellenmiş sokakları geri aldı. Ancak Lübnanlı tarihçi Muhammed Nureddin’in ifadesiyle; “Günlük hayata dair taleplerin yerini siyasi talepler alınca sokaklar orijinal sahiplerine yani örgütlere geri dönüyor.”

Lübnan gibi birbirine rakip bölgesel ve uluslararası aktörlerin kendi vekil güçlerini iktidara paydaş yaptığı bir ülkede kitleler kimsenin hayır diyemeyeceği taleplerle isyan edecek ama sokaklar kendi haline bırakılacak! Bu mümkün değil. Haliyle bu tür hareketlerin kısa süre sonra saptırılması ve yön karmaşasına saplanması kaçınılmaz.

17 Ekim’de Whatsapp görüşmelerine aylık 6 dolar vergi tasarısıyla ateşlenen gösteriler, yolsuz düzene karşı farklı din, mezhep ve gruplardan insanları Lübnan bayrağı altında birleştirip bütün siyasi partileri hedef alan yanıyla eşsizdi. Ne var ki çok geçmeden sokaklar yeniden ayrışmaya başladı.

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah başlangıçta gösterileri “Dürüst, mezhepler üstü, kökleri bir parti ya da bir büyükelçilikte olmayan halk hareketi” olarak nitelemişti. Nasrallah üç gün sonra Lübnan’ın devleti ve kurumları çökertmeye, iktidar boşluğu yaratmaya ve direnişin silahlarını sorgulatmaya dönük bir darbenin sahnelendiğini belirtip taraftarlarını sokaktan çekti. Halkın taleplerine sahip çıktığını ama bunların hükümeti yıkmadan diyalogla yerine getirilmesi gerektiğini savundu.

Hizbullah kanadı o gün bugündür gösterilerin haklı taleplere dayandığı ama ABD, Fransa, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin yer aldığı blokun ‘Direniş Ekseni’ni çökertmek için komplo kurduğu tezini işliyor. Irak’taki gösterilere yaklaşımda olduğu gibi Hizbullah’da da Tahran’ın okuma biçimine bir uyum var.

Dahası Hizbullah ve diğer Şii parti Emel Hareketi belli yerlerde göstericilere müdahale ederek ‘kırmızı çizgiler’ çizdi. Öncesinde Hizbullah gibi Emel’in kendi tabanı da sokaklardaydı. Hatta Emel’in güçlü olduğu güney bölgelerinde Şii göstericiler, hareketin lideri Nebih Berri ve eşi Randa’yı hedef alan sloganlar attı. İktidarı Hıristiyanlar, Sünniler ve Şiiler arasında paylaştıran Taif Anlaşması’ndan beri meclis başkanlığı koltuğunda oturan Berri ve ailesinin zamanla siyasi-mali bir oligarka dönüşmesinin bu şekilde protesto edilmesi, Emel’in kurucusu İmam Musa Sadr’ın ‘Mahrumlar Hareketi’ne benzetildi.

Lübnan genelinde “Hepsi, yani hepsi” sloganıyla yolsuz düzenin bütün partileri hedefteydi. Kısa sürede bu slogan bir ek aldı: “Hepsi, yani hepsi; Nasrallah da onlardan biri.” (Küllün yani küllün; Nasrallah vahid minhün) Slogandaki bu değişimi, Nasrallah’ın taraftarlarına “evinize dönün” çağrısı izledi. Nasrallah, (Sünni) Başbakan Refik Hariri ve (Hıristiyan) Cumhurbaşkanı Mişel Avn’a desteğini de sürdürdü. Bunun üzerine (Hıristiyan) Lübnan Güçleri lideri Semir Caca kabinedeki dört bakanını çekip Hariri’yi de arkasından çekmeye çalıştı. Dürzi lider Velid Canbolat’ın da Caca ile aynı minvalde tepkiler vermesi gecikmedi. Caca ve Canbolat, Lübnan siyasetinin iki barometresi. Yeni kurguyu görmek için onların ayak izlerine bakmak lazım.

Hizbullah için Caca ve Canbolat hükümeti çökertmeye yelteniyorsa kesinlikle arkasında Suudi-Amerikan bloku vardır. Yine Hizbullah açısından Beyrut Amerikan Üniversitesi ve Saint Joseph Üniversitesi’nin rektörleri gösterilere alenen destek çıkıyorsa kesinlikle arkasında ABD ve Fransa vardır.

Ya da SKY News Arapça, El Hades ve Al Arabiye gibi kanallar gelişmeleri ‘devrim’ olarak sunuyorsa bu kesinlikle Hizbullah’a karşı bir komplonun devamıdır.

Hizbullah’ı destekleyen kanatlar, halkın taleplerinden bağımsız olarak öfkenin Hizbullah’a yönlendirildiğini ve Hizbullah’ın elindeki silahların meşruiyetini sorgulatan yeni bir baskı mekanizmasının kurulmaya çalışıldığını düşünüyor. 1989’da Taif Anlaşması’yla tüm milis güçleri silahsızlandırılırken İsrail’in güneydeki işgaline bağlı olarak Hizbullah’ın silahlarına dokunulmamıştı. İsrail 2000’de çekilirken Hizbullah silahlarını “Sadece İsrail’e karşı” diyerek korudu.

***

Sonunda Hariri de hazırladığı reform paketine ve ortaklarının itirazlarına rağmen istifa etti. Kimilerine göre 2017’de Hariri’yi Riyad’da rehine alıp zorla istifa ettirmiş olan Suudiler yine iş başındaydı. O vakit Hizbullah, Hariri’yi sahiplenmiş, Avn da istifayı kabul etmemişti. Hizbullah’ın iktidara ortak olduğu, Emel’in kazanımlarını sürdürdüğü, Avn’un cumhurbaşkanı olmasına karşılık Hariri’nin yeniden başbakanlık koltuğuna oturduğu 2016 mutabakatının hatırı belki istifayı biraz geciktirdi. Eğer Hizbullah’ın dediği gibi bir komplo varsa mutabakatın çökmesi karşı taraf için ilk başarıdır.

Göstericilerin istifasını istediği Avn da kendi tabanını harekete geçirdi. Dün Özgür Yurtsever Hareketi, Baabda Sarayı’na destek çıkarması yaptı.

Gösterilere paralel olarak önce safların belirsizleştiği ya da kısmen bozulduğu, sonra tekrar 8 Mart ve 14 Mart blokları etrafında yeniden saflaşmanın belirginleştiği bir süreç yaşanıyor. Bu krize kadar bloklar içinde belli çözülmeler baş göstermişti. Özellikle Hizbullah ile Emel arasındaki ittifak örtülü bir husumete dönüşmüştü. Nasrallah, Mart 2018’de ‘direniş toplumu’ oluşturma adına yolsuzlukla mücadeleyi öne alan bir siyasi programla ortaklarını ürkütmüştü. Yolsuzluk mesajlarıyla sadece eski Başbakan Fuad Sinyora değil Nebih Berri ve ailesi de topun ağzına itiliyordu. Hizbullah bu kadar büyük kavgayı göze alamayıp yolsuzlukla mücadele gündemini arkaya itmişti. İki Şii parti genel siyasi konularda omuz omuza verse de tabanda birbirine rakip.

***

Beyrut mahreçli mesajlar ve yazıların çoğu “kurulu düzen karşıtı gösteriler” vurgusunu taşıyor. Mevzu kurulu düzense bundan anlaşılması gereken şey; iktidarı mezhep-din esaslı olarak paylaştıran siyasal sistem, bu sistemin getirdiği seçilme garantisi ve dokunulmazlıklar, yine bu sistem sayesinde siyasi-mali oligarşini kurmuş aileler, hesaplarda gizliliği esas alan ve her türlü kirli kazancı aklayıp sisteme sokan bankacılık düzeni ve bir klişe olarak yolsuzluk çarkıdır.

Bunlar Lübnanlıların isyan etmek için her daim önlerinde duran geçerli ve esaslı nedenler. Ancak siyasetteki kamplaşmalardan sonra sokaktaki resme tekrar bakıldığında kurulu düzenin mamur ettikleri ile mağdur ettiklerini ayırmak zorlaşıyor. Baştaki afallamadan sonra göstericilerin yanında olduklarını söyleyen partiler kurulu düzenin hakiki parçaları. Gerçekten de mezhepçi düzene son vermek mi istiyorlar? Kuşkulanmak için çok neden var.

Hükümetle birlikte cumhurbaşkanı da istifa etsin, teknokratlar hükümetiyle seçime gidilsin talebi bir sistem değişikliği önerisi değil. İnsanlar mevcut yüzleri görmek istemiyor ama pusuda bekleyen yüzler de bu sistemin uzantıları. Geçiş dönemi hükümeti için aranan teknokratlar da muhtemelen sokaklarda lanetlenen partilerin kontrolündeki kişiler olacak.

Caca ve Canbolat gibi isimler yine Hariri başkanlığında bir hükümet kurulmasını umuyor. Muhammed Nureddin’e göre bu blok, Hizbullah, Cumhurbaşkanı Avn, Avn’un damadı Dışişleri Bakanı Cibran Basil’e emanet ettiği Özgür Yurtsever Hareketi’nin elimine edildiği yeni seçenek üzerinde duruyor. Parlamentodaki en büyük parti konumundaki Özgür Yurtsever Hareketi’nin dışlanması biraz da cumhurbaşkanlığı hesaplarıyla alakalı. Avn’dan sonra koltuğun potansiyel adayı Basil. 14 Mart Bloku, Basil’in önünü şimdiden tıkamaya çalışıyor. Hizbullah, rakiplerin gözünde bir ‘nefret’ figürüne dönüşen Basil’e sahip çıkarak 8 Mart Bloku’nu koruyabilirse yeni hükümet senaryolarında ‘kurma’ ve bozma’ kartını elinde tutuyor olacak. Çünkü 8 Mart’ın vekil sayısı 14 Mart’tan fazla. Yani birinin ötekini dışlayabilme şansı yok.

Muhammed Nureddin’e göre bakanlar teknokratlardan seçilse bile yine parlamentodaki dengeye göre tercihler yapılacaktır:

“Lübnan’da bağımsız ve tarafsız teknokrat bulamazsın. Her biri bir siyasi lidere bağlı. Parlamentodaki partiler mevcut hükümette sahip oldukları koltuklarda yine kendilerine bağlı teknokratların oturmasına razı olurlar. Aksini kimse kabul etmez.”

Yani mevcut siyasi aritmetikte uzlaşma olmazsa ülke aylarca hükümetin kurulamadığı uzun tünele yeniden girecek ya da sistem tamamen çökecek. Yeni bir seçim de mevcut dengelerden bağımsız bir tablo üretmeyebilir. Lübnan üzerinde eli olan güçler de hükümetin oluşumunu kendi haline bırakmayacaktır. Hele hele bu koşullarda Lübnan’ın mezhepçi paylaşım sistemini geride bırakması, çatışma potansiyeli ve dışarıdan müdahale kanalları yüzünden kolay gözükmüyor. Suudi-Amerikan blokunun mezhepçi sistemi tarihe gömmek istediği kuşkulu. Çünkü bu sistem sayesinde Lübnan’a müdahale edebiliyorlar.

Bu sistem 1975-1990 arasındaki iç savaşın tekrarını önleyecek bir sigorta olarak kurgulandı. Bu sigorta, Lübnan’ın asıl sorunu haline gelirken mevcut güç dengeleri ve çıkar ilişkileri alternatifini üretmeyi engelliyor.

Mezhepçi paylaşımın temeli 1943’te Misak-i Milli ile atıldı. O zaman Marunilere üstün yetkilerle donatılmış cumhurbaşkanlığı verilirken parlamentoda koltuklar Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında 6’ya 5 şeklinde paylaştırılmıştı. Sünnilere yetkileri sınırlı başbakanlık, Şiilere de meclis başkanlığı verilmişti. Misak-i Milli’nin yerini alan Taif Anlaşması, yetkileri sınırlandırılmış cumhurbaşkanlığını Hıristiyanlara, yetkileri güçlendirilmiş başbakanlığı Sünnilere, parlamento başkanlığını yine Şiileri tahsis etmişti. Yeni durumda parlamentodaki 128 koltuk Müslümanlar ve Hıristiyanlara eşit olarak rezerve edilmişti. Bu sistemin sonlandırılması Misak-i Milli’den beri nüfus oranı neredeyse yarıya düşmüş Hristiyanların aleyhine sonuçlar üretebilir. Buna razılar mı? Hiç sanmıyorum.

***

Peki bu kriz aşılamazsa ne olur? Hizbullah gösterilere karşı tutumuyla kendi tabanında da kaybeder mi?

Sözü Muhammed Nureddin’e bırakalım:

“Göstericilerin istekleri Hizbullah’ın izlediği siyasetin lehine bir talep listesiydi. Hizbullah’ın dışında bütün partiler yolsuzluğun içinde. Şimdi Hizbullah ve Emel sokakta değil. Herkes sokağa inerse iç savaş çıkabilir. ABD bunu isteyebilir. Bu çok tehlikeli bir durum. Sokaktaki insanların çok azının sistemi değiştirmek istediğini düşünüyorum. Mezhepsel dengeleri değiştirmek zordur. Bence Hizbullah’ın eli hala güçlü. Hizbullah ve müttefikleri parlamentoda 70 vekille en büyük grup. 8 Mart Cephesi resmi olmasa da aşağı yukarı birlikte hareket ediyorlar. Gösterilerden sonra bu durum değişmedi. Cepheleşme büyürse her şey eski dengeye döner. Herkesin kendi sokağı var. Bunlar Hizbullah’ın sokağını tehdit edemez. Siyasi boyut kazanan talepler aslında devrimin önünde tıkaç haline geliyor. Bu, devrimin ana hatasıdır. Siyasi talepler söz konusu olduğunda sokaklar orijinal hareketlere döner, devrim biter.”

Fakat 2008’de Hariri’nin Gelecek Hareketi ile Hizbullah’ın karşı karşıya geldiği çatışma halinden çok farklı bir dinamizm var. Mevcut sisteme bu kadar tabandan gelen meydan okuma görülmemişti. Hızla gelişen saflaşma ile 8 Mart Bloku’nu oluşturan partilerin yeniden aynı çizgide buluşması Hizbullah’ın yalnızlaşmasını önlese de bu hareket Irak’taki gibi İran bağlantısının tolare edilmediği yeni bir dalgayla karşı karşıya.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.