YAZARLAR

Şampiyonlar Ligi, adaletsizliğin de ligi

Şampiyonlar Ligi, büyüsüyle dünya üzerinde milyonlarca futbolseveri peşinde sürüklüyor. Maçların öncesinde çalınan müziğiyle transa geçtiğimiz bu lig, aynı zamanda futboldaki adaletsizliğin büyümesinin de lokomotifi. Buna ulusal liglerdeki adaletsizlik de eklenince futbolu gelecekte güneşin hiç doğmayacağı bir alacakaranlık kuşağının beklediği açık...

Hem romantizm hem de acımasız bir kapitalist düzen, hem rüyaları süsleyen, orada bulunmanın bile bulutlara yükselmiş hissi yaşattığı takımlar hem de o bulutların “ağaları”... Burası neresi mi? UEFA Şampiyonlar Ligi.

Şampiyonlar Ligi hem futbol takımlarının hem de taraftarların en gözde turnuvası. Organizasyonun müziği bile bir külte dönüşmüş durumda. Futbolcular transfer döneminde takım seçerken Şampiyonlar Ligi’nde oynayacak ekipleri ön sıralara koyuyor. Kısaca herkesi peşinden sürükleyen bir futbol turnuvası Şampiyonlar Ligi.

Şampiyonlar Ligi’ni sürükleyen şeyse para. Çok büyük miktarda para hem de. UEFA’nın bu turnuvanın potansiyelini fark edip onu devasa bir markaya dönüştürmesinin ardından para musluğunun hiç kapanmadan sürekli doldurduğu bir havuz.

Ancak havuzdaki paranın dağılımında büyük eşitsizlikler var. O kadar eşitsiz ki, Türkiye Ligi’ndeki eşitsiz dağılımdan bile beter halde.

Neden eşitsiz? Çünkü UEFA’ya göre bu turnuvaya ruhunu veren, onun prestijini yükselten Barcelona, Real Madrid, Juventus, Liverpool, Bayern Münih gibi takımlar diğerlerine göre daha fazla payı hak ediyor. Bu çoğu kişinin kulağına normal gelebilir. Sonuçta kim Real Madrid-Bayern Münih maçı varken aynı saatte oynanan Ludogorets-Anderlecht maçı için ekran karşısına geçer ki? UEFA da diyor ki, parayı kim daha çok üretiyorsa, pastadan daha büyük dilimi o kapar. Yani, izlenirliği (reytingi), reklam girdisi, pazarlaması yüksek olan takım paranın da çoğunu alır.

Kapitalist bir dünyada yaşadığımıza göre bunda anormal bir şey yok. Fakat UEFA, bir adım daha ileri giderek var olan bu yapıyı zengn takımların sürekli zenginleşeceği ve alttan gelen takımlarla arasının bir türlü kapanmayacağı bir şekilde ayarlamış. Öyle ki, geçtiğimiz yıl tarihinin en zevkli sezonlarından birini izlediğimiz ve Liverpool-Tottenham finaliyle (ki sezonun en zevksiz maçlarından biriydi) tamamlanan yılda Juventus, Real Madrid gibi devleri geride bırakan Ajax’ın en büyük katkıyı vermesine bunu bir daha tekrarlamasına neredeyse olanak vermeyecek kadar.

Sonuçta ortaya maçların sürprizinin kaçtığı, tatsız bir futbolun oynandığı ve sürekli aynı takımların kazandığı bir tablo ortaya çıkıyor. Mesela, Real Madrid'in son 6 yılda 3'ü üst üste 4 şampiyonluk kazandı. Bir şampiyonluk yine aynı ülkeden Barcelona'nın olurken, son şampiyon ise Liverpool oldu. Ya da İtalya'da Juventus'un, Almanya'da Bayern Münih'in üst üste şampiyon olmaları. Türkiye'de istisnalar haricinde sürekli 3 takımın şampiyon olması. İngiltere'de Manchester City'in 100 puanla şampiyon olması.

Geçmişte Şampiyonlar Ligi'ni kazanan takımlardan bazılarına örnek: Celtic, Hamburg, Nottingham Forest, Aston Villa, Saint-Etienne, Borissia Monchengladbach, Club Brugge, Malmö, Leeds United, Marseille, Porto, Steaua Bükreş... Artık bu takımlardan herhangi birini şampiyon olarak görmek imkansız.

UEFA, Şampiyonlar Ligi’ne katılan takımlara yaklaşık 2 milyar avro dağıtıyor. Bunun yüzde 55’ini o sezon turnuvada olan her takıma aktarırken, yüzde 15’ini televizyon ve pazarlama payı olarak, kalan yüzde 30’u ise kulüplerin son 10 yıllık katsayı puanlarına göre yapıyor. Zurnanın zırt dediği yer de bu yüzde 30’luk dilim aslında.

Çünkü mevcut düzende yukarıda örnek verdiğimiz “seçkin kulüpler” bu hesaplamaya göre her zaman en çok parayı alacak konumda bulunuyorlar.

Elbette geçen yıl Tottenham’ın yaptığı gibi bir başarıya imza atıp final oynarsanız buradaki sıralamanız da yükseliyor. Ancak bu yine de ilk 10 kulüp arasına girmenize yetmiyor. Geçen yılın en renkli takımı Ajax da elde ettiği başarısına rağmen 21. sırada yer alıyor. Peki, bu kulüpler neden sürekli ilk 10 sırayı işgal ediyorlar?

Çünkü grup maçlarında sürekli kendilerine göre çok zayıf takımlarla eşleşiyorlar. Zayıf takımlarla eşleştikçe onları mağlup ediyor, mağlup ettikçe puan ve para kazanıyorlar. Dolayısıyla diğer takımların final oynasalar bile aradaki farkı kapatmaları mümkün olmuyor.

İsviçre merkezli CIES Football Observatory’nin (Futbol Gözlemevi) yayımladığı bir rapora göre, grup maçlarında favori takımların kazanma yüzdeleri, grup aşamasına geçilen yıldan itibaren alınan sonuçlar araştırıldığında sürekli olarak artmış.

Favori takımların yıllara göre maç kazanma yüzdeleri. İlk sütun içerde, ikinci sütun deplasmanda oynadıkları maçlar. Son sütun ise ortalama.

Buna göre, seçkin takımlar rakiplerini rahatlıkla geçerken aradaki gol farkı da sürekli olarak açılmış. Böylece turnuvanın öngörülemezliği gittikçe azalmış. Bunu destekleyen bir başka veriyi de son 15 yıllık bahis oranlarına bakarak elde etmişler.

Bu durumda da ortaya şöyle bir döngü çıkıyor: Seçkin kulüpler rakiplerine kıyasla daha kolay maçlar oynuyor. Daha kolay maçlar oynayıp daha çok galibiyet elde ettikçe 10 yıllık katsayı puanlarını artırıyorlar. Bu puanlar arttıkça daha fazla para elde etmeye hak kazanıyorlar. Daha çok para ise seçkin kulüp konumlarını korumak için gezegenin en iyi futbolcularını kadrolarına katmalarına yardımcı oluyor.

2003-2018 yılları arasındaki maçlarda en az 3 gol farkı elde edilen maçların yüzdesi...

Şampiyonlar Ligi gruplarına katılma hakkı kazanan her takım yaklaşık 15 milyon avroyu kasasına koyarken turnuvayı kazanan takımın kasasına yaklaşık 70 milyon avro giriyor. Buna pazarlama ve televizyon paylarından gelen paraları da katınca seçkin kulüplerin “yıldız futbolcuları” kadrolarına katması çok daha kolay oluyor. Örneğin, Ronaldo’nun Juventus’a gitmesi, Griezmann’ın Barcelona’ya katılması ya da Manchester City, Liverpool gibi takımların savunma oyuncuları veya kalecilere 80-100 milyon avro arasında bonservis bedelleri ödeyebilmesi.

Gruplarını lider bitiren takımların yıllara göre puan ve gol ortalamaları...

Elbette burada sadece Şampiyonlar Ligi değil, bu takımların yer aldığı ligler ve o liglerden elde ettikleri gelirler de etkili. Fakat eşitliği, adil oyunu ve saygıyı kendisine şiar edinmiş UEFA’nın da takımlar arasında bu kadar ayrım yapması ve makasın açılmasına fazlasıyla katkı vermesi kabul edilemez. Her ulusal lig, kendisini rekabetçi piyasada öne geçecek şekilde organize edebilir ama UEFA gibi futbolu organize eden bir kurumun buna yol açması uzun vadede futbolun günümüzde yakaladığı popülaritesinin düşmesine yol açar.

Grup sonuncusu takımların yıllara göre aldıkları puanlar ve attıkları gollerin ortalamaları...

Çünkü mevcut sistemde futbol izleyicisini sonucu tahmin edilebilir ve sıkıcı maçlar bekliyor. Aşırı kuvvetlenen takımları durdurmanın tek yolu olarak zayıf takımlara kendi ceza sahaları önüne kümelenmek ve maç içinde buldukları az sayıdaki hızlı hücum şansını gole çevirmek kalıyor. Ki bu durumu da teknik direktörler “geçiş oyunu” diye güzelleme yapıyorlar son yıllarda.

Aslında hepimizin bildiği bir gerçek, futboldaki gelir adaletsizliği. (Gerçi bu bilgiyi önce hayatta görüp sonra futbola aktarıyoruz!) Ülkemizde de “büyütülmüş kulüpler” her zaman yayın havuzundan daha fazla para alırlar. Daha fazla para aldıkları için daha ışıltılı, vaatkâr kadrolar kurarlar. Bu kadrolarla daha çok reyting toplarlar. Daha çok reyting topladıkça pazar payları daha da fazla yükselir. Ta ki en üst noktaya ulaşıncaya kadar. Oraya varılınca da “şampiyonluk payı” diye bir başlık açılır ve bu kulüplere fazladan para akıtmanın bir yolu daha bulunur. Böylece medyada daha fazla görünürlük elde eden bu takımlar sponsporluklardan da diğer takımlara göre kat be kat fazla gelir elde ederler. (Örneğin, Adidas Real Madrid'e yıllık 133 milyon avro öderken Ajax'a 11 milyon avro ödüyor. Aradaki fark pahalı bir futbolcu transferi için yeterli kaynağı sağlıyor.) Keza, bu takımların maç bilet fiyatları da daha pahalıdır filan...

Peki, sonuç? Şenol Güneş’le üst üste şampiyonluklar kazanan, stadını yenileyen, Şampiyonlar Ligi’nde rekorlar kıran Beşiktaş’ın hali, örneğin. Göreve geldiğinde “feda” diyerek kampanya başlatan Fikret Orman’ın, kulübü teslim aldığından daha kötü bir durumda bırakarak adetâ başkanlıktan koşarak uzaklaşması. Fenerbahçe’nin geçen yıl düştüğü durumlar ve bu yıl ortaya koyduğu performans. Galatasaray’ın hali pür melali. Parlak genç futbolcuları nedeniyle “kriz yokmuş” havası esen Trabzonspor’un Avrupa’da yüzüne ayna tutulması...

Buna mecbur değiliz ama bu durumu kabullenen de biziz. Ve biz büyük kalabalık olarak değişim için adım atmadıkça da hiçbir şeyin değişeceği yok açıkçası...

Kaynaklar:

https://football-observatory.com/IMG/sites/mr/mr42/en/

https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_European_Cup_and_UEFA_Champions_League_finals

https://www.uefa.com/memberassociations/uefarankings/club/#/yr/2020