
Feminizm sells!/Feminizm satar!
Yakın zamanda bir Amerika seyahati üzerine, feminizme ilişkin yaşadığım bazı kaygılardan bahsetmek isterim. “Acaba feminizm nereye gidiyor?” kaygısı. Şöyle ki; seyahat boyunca attığım her adımda, dükkanda, müzede, sergide ve her yerde feminist materyaller görmek bir yerden sonra ürkütücü bir hal aldı. Bez çantalar, rozetler, anahtarlıklar, tişörtler, şapkalar, her şey ama her şey feminist imgeler ve yazılarla doluydu. Her yerden feminizm fışkırıyordu. Bu durumu “Feminizm sells!” olarak tanımladım, yani “Feminizm satar!” Elbette böyle düşününce vaziyet benim gibi kendini feminist tanımlayan birini dahi mutlu etmedi, aksine korkuttu.
Sanırım, insanlara, ülkelere ya da bazı konulara ancak uzaktan bakınca anladığımız şeyler var. Amerika gibi dünyanın her bir yanına kendi kültürünü pompalayan bir ülke, kendi siyaset ve hatta düşünce biçimlerini de pompalayabiliyor. Tabii bu yeni bir şey değil. Fakat konu feminizm olunca, iş başka bir hal alıyor. Zira feminizm; sömürüye karşı duran, işçi mücadelesiyle özdeşleşmiş, kapitalizmin tam karşısında konumlanan, içerisinde ağırlıklı sosyalist ideoloji barındıran bir alandır. Böyle iken, feminizmin kapitalizmin sömürü aracı haline gelmesi, metalaştırılması, bir nevi köleleştirilmesi hakaret içeren bir durum.
Şahit olduğum şey öncelikle bana şu hissiyatı yaşattı: Bütün bu insanlar feminist metaları giyip takıştırıyor. Peki ya sonra? Acaba feminizm yalnızca üstte şık duran bir şey mi? Bu materyalleri giyip takıştıran kaç kişi gerçekten Trump gibi bir kadın düşmanıyla ya da eril zihniyetle mücadele ediyor? Kaçı bir örgüte üye? Kaçı karar verici mekanizmalarda? Kaçı siyasete meraklı? Kaçı gerçekten feminist mücadele üzerine düşünüyor? Yoksa bunları üzerlerinde taşıyarak mücadele etmiş gibi içlerini mi rahatlatıyorlar? Tweet atmak gibi?
Değerli hocamız Prof Dr. Fatmagül Berktay, bu kaygılarımı “feminizmi evcilleştirmek” olarak ifade etti örneğin. Bu noktada “Me Too” eylemlerinin patlayıp sönen geçici etkisi üzerine konuşmadan da edemedik. Dünyaya baktığımızda da, kadına yönelik şiddetin arttığını görüyoruz. Tabii bir etki-tepki meselesi olarak kadın hareketi de hız kazandı ve yükselişte. Amerika örneğinde; görünürde bu derece her yere sirayet etmiş olan feminizme rağmen şiddet niçin artmaya devam ediyor örneğin? Şiddetle ve erkek egemen dünyayla mücadele biçimimizle ilgili bir problem olabilir mi? Bir yerlerde eksik kalıyor, görüntüsünü veriyor ama içini dolduramıyor olabilir miyiz?
Şiddetin dünya genelinde artışının tek sebebinin yasalardan ibaret olmadığını, dünyada yükselen aşırı sağ milliyetçi tutumla ve siyasetle birlikte düşünmek gerektiğini hepimiz her yerde dile getiriyoruz. Aynı şekilde dünyada “erkeklik krizi” de baş göstermiş durumda. Trump gibi çokça kadın düşmanı-otoriter liderin erkeklerce bu derece desteklenmesinin başka bir açıklaması olamaz yoksa. Aynı ABD, Woman’s March gibi bir yürüyüşün de düzenlendiği ABD. Ama artıyor işte. Erkeklerin “gücümüz elden gidiyor!” paniğinin yol açtığı artış bu. Bu noktada kadınlar olarak, bu gidişatı tersine çevirmek için daha etkin yöntemler üzerine düşünmemiz gerektiği de apaçık ortada.
Örneğin, konu madem siyasetle yakından ilgili, şu aşamada önceliğin kadınların siyasete girişini desteklemek noktasında toplanması gerekiyor. ABD’de bu sorular soruluyor olsa gerek; 2018 seçiminde Temsilciler Meclisi’ne giren Demokrat Partili kadın dörtlü (Alexandria Ocasio-Cortez, Ilhan Omar, Ayanna Presley ve Rashida Tlaib) etkin siyaset yapıyorlar. Fakat yine de yetmez. Başkanlık koltuklarına kadınların oturması gerekiyor. Otoriterleşen ve erilleşen gidişata dur demenin tek yolu bu. Bu da gerçek demokrasiye, yasaların işliyor olmasına ve kadınların siyasi taleplerini artırmasına bağlı.
Karar mekanizmalarında yer almaktan daha etkin bir yol düşünmek mümkün değil. Son dönemlerde işlenen kadın cinayeti biçimleri bile birbirine benzemeye başladı, boğaz kesmek suretiyle işleniyor cinayetler. Vahşet bir furyaya dönüşmüş durumda. Erdoğan’ın yaptığı tek şey ise idam güzellemesi. İstediğimiz kadar eylem yapalım, kamuoyu oluşturalım, feminizm modası yaratalım, yeterli gelmiyor. Kadınların karar mekanizmalarında yer alması ve bu yönde özgüven geliştirmesi gerekiyor. Bu esnada feminist materyallerle kendimizi mutlu etmekten öteye geçmemiz, sürekli kendimizi bilgilendirmemiz, bu esnada dünyayı takip etmemiz ise şart.
İş fazlasıyla başa düşmüş durumda. Bu gidişata dur demek yine bizim elimizde, kadınların elinde.
Tuba Torun, 1987 doğumludur. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu avukatı, Sosyal Haklar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi-Çocuk Hakları Koordinatörü, Kadın Meclisleri ve Kadın Adayları Destekleme Derneği üyesidir. Ayrıca aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.
YAZARIN DİĞER YAZILARI
#LasTesis’in ardından
Tutuklanmadılar diye bir yandan seviniyoruz. Fakat aslında olan biten her şeyin hiç olmaması gerektiğini düşününce cezalandırıldığımızı hatırlayıp öfkeleniyoruz. Korku filmi gibi. Hiç bitmeyen bir döngü gibi; “Niye alındılar? Niye bırakıldılar?”…
Üç kişiden biri yaşıyor: Sahtekar sendromu
Ataerkil toplum kadınlara doğduğu an itibariyle o kadar “ikinci cins” muamelesi yapıyor ki, gün geliyor kadınlar ne kadar yetenekli, başarılı ve zeki olurlarsa olsunlar kendilerine “lider” sıfatını içten içe yakıştıramadıkları için kendilerini mücadele sahasından geri çekiyorlar. Bize hep soruyorlar ya, "Niçin hiç kadın mucit, bilim insanı ya da şu bu yok?" diye, işte tam olarak bu yüzden.
Adliye Sarayları'ndan Feyzioğlu'na
Vicdanı rahat mıdır Feyzioğlu’nun çok merak ediyorum. Yastığa başını rahat koyabiliyor mudur? Baroları açık yüreklilikle güler yüzle ziyaret edebiliyor mudur mesela? Demokrasiyi “gerçekten” savunan kişilerle görüşmeye devam ediyor mudur ya da bu çevrelere girerken ayakları geri geri gidiyor mudur, göğsü sıkışıyor mudur?
Boğaziçi: Bozdur bozdur harca
Boğaz ve çevresi ranta açılıyor. Evet, bir nevi kısmi kayyım atıyor, gölge bir başkanlık açıyor. Hatta adını da Boğaziçi Başkanlığı koyuyorlar. Sanki birileri küçükken hiç sınıf başkanlığı yapmamış da bu her şeye başkan olma sevdası bundanmış gibi geliyor.
İstismarı örter gibi verileri gizlemek
İstismara uğrayan bir çocuğun kendisini istismar edenle evlenmesi halinde ceza ertelemesi ya da kısmi af doğrudan “cezasızlık” algısı yaratır ve dolayısıyla istismar suçunu artırır. Bu düzenleme; cinsel istismar suçunun devlet eliyle meşrulaştırılması, normalleştirilmesi, suç olmaktan çıkarılmasıdır, devletin suç potansiyeli taşıyan kişileri istismar suçunu işlemeye teşvik etmesidir.
Nafaka 2'nci Yargı Paketi'nde
Nafaka tartışması erkeklik krizinin yükseldiği dünya şartlarından etkilenen erkek yöneticilerin/iktidarın, Türkiye özelinde kadını tahakküm altına alarak, eve kapatmak ve daha çok çocuk yapmaya teşvik etmek suretiyle siyasi bekasını sağlama çabasından ibarettir ve yapay bir tartışmadır.
Neden iki kadına 57 bıçak?!
Kadın cinayetlerinin artması bir yana öldürülme biçimleri de giderek vahşileşmeye başladı. Kadınlara karşı biriken bu hıncın sebebi nedir? Bunun üzerine düşünmek zorundayız.
Kadınlar öfkelenince 'cadaloz' oluyor!
Öfke erkeklerde “cesur” durur ama öfkeli kadınlar ya “deli”dir ya da “Erkek Fatma”! Bir kadın olarak öfkelendiğin anda haklı da olsan, kişilik bozukluğu olan bir kişisindir artık, geçmiş olsun hemşire. “Cadaloz”sundur. Yani “cadı huylu”sundur.
Vahşeti kayda almakla birlikte kayıtsızlık
Emine Bulut cinayetinde vahşet niteliğindeki görüntülerin yayınlanmasının doğru olup olmadığıyla ilgili çokça tartışma döndü. Videonun A’dan Z’ye herkes için travma olduğu ortadaydı. Videonun yarattığı farkındalığın, somut anlamda hiçbir olumlu gelişmeye sebebiyet vermemesi ihtimalinde yaşadığımız travmayla kalacağımızdan endişeliyim.
Din istismarı ve ahlaksızlık bilgisi
Örgütlü işleyen sapık zihniyetlilerle dolu kurslara çocukların gönderilmesi, adeta çocuğu kendi ellerinle ateşe atmak demek. Düşünsenize, çocuklar korku ve baskı sebebiyle itiraf edemese konunun üstü kapanacak ve bu pislikler aramızda dolaşmaya devam edecek.
Çevreci kadın mücadelesi ya da ekofeminizm
Çevre mücadelesinde kadınların öne çıkması boşuna değil. Yeşil Yol Projesi'ndeki Rabia Özcan'ı hatırlarsınız; elinde asasıyla taşa oturmuş, arkasında komando birlikleri, kendisine mahkemeden bahsedenlere “Kafayı mı yediniz? Ne mahkemesi! Mahkeme biziz! Mahkeme halktır!” diye nefes tüketiyordu.
Kaz Dağları: Kısa günün kârı
Kanada Kaz Dağları projesinden milyarlar kazanırken, Türkiye’yi yönetenlerin birkaç milyon için doğayı satışa çıkarması ve ülke topraklarını zehirlemesi de Kanada’nınkinden farksız bir bencillik. Yani, kimsenin bir başkasını, geleceği düşündüğü yok. Herkes kısa günün kârına bakıyor. Bu da felaketin ta kendisi.
Halkın erişimi engellenemez
Bu topraklardan biten bu topraklarda yaşayanların tümüne aittir. Birileri açlık çekiyorken birileri çifter çifter kazanıyorsa halk elbet sesini çıkarır, zira Cumhurbaşkanlığını da halk yaratmıştır. Unutulmasın ki halkın sesini kesmek isteyenlerin karşısında daima halk vardır.
Yargının kör kuyusu
Yargının yasaları uygulaması için kamuoyu oluşturmaya gerek yok. Sürekli bir şeylerin olay olması ülkedeki sağlıksız gidişatın en büyük göstergesi. Yargı kararlarını veren kişileri denetleyen bir mekanizma yok. Yargı kararlarını veren üst mekanizma da çoğunluk oranla tek bir siyasinin atamasıyla o koltuklara oturuyor. Kimi kime şikayet edeceğiz yani?
Tutkulu kadınlar, ukala erkekler
Kadınlar, hayatta yaşadığınız ve şiddet olduğunu bilmeseniz bile kendinizi kötü hissettiren olaylarda, şu soruyu muhakkak sorun kendinize: Acaba kadın değil de erkek olsaydım bunu yaşar mıydım?
Denizkızının katliamı
Okluk Koyu’ndaki Denizkızı adlı yerde Sadun Boro’nun el yazısıyla baş köşede asılı duran o yazı var ya, işte onu ilk okuduğumda Sadun Boro’nun kendini denizkızıyla özdeşleştirdiğini düşündüm. Denizkızı dünyayı gezmiş, dolaşmış ve kendine hep bir cennet aramış. Sadun Boro gibi birinin vefatından sonra da o cennete gittiğini düşünüyorum; ama diğer denizkızları için artık cennet Gökova olmayacak, biliyorum. Özür dileriz Sadun Abi, kendi cennetimizi kendimizden koruyamadık…
Bize biraz sevgiden bahset
Duygular bizi birleştiriyor. Eğer bu duygular olumlu ise, ortaya bir başarı da çıkıyor. Ekrem İmamoğlu, yalnızca hümanist biri olduğu için sevgiden bahsetmedi, sevginin dönüştürücü gücünün bilgisine sahipti.
Parlamenter sistem mi, sistemin revizesi mi?
Cumhurbaşkanının partili olması tüm kamu imkanlarının bir parti lehine kullanılması demektir ki yalnızca bu dahi toplumun adalet duygusunun sarsılmasına yol açar. Partili cumhurbaşkanın herkesin cumhurbaşkanı olamaz. Nitekim yerel seçimlerde de net şekilde şahit olduk buna.
Vaadi kabahatinden büyük olanlar
İstanbul belediye başkanı adayları Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım'ın kadınlara yönelik vaatleri arasındaki fark hemen göze çarpıyor. Biri ev kadınlarına yapılacak “yardım”dan bahsediyor. Öteki kadına yönelik şiddete ve çocuk istismarına, sığınma evlerine, acil destek ortamlarına yoğunlaşmış durumda. Yani biri kadını olabildiğince evde tutmaya ve yardım mantığı ile bağımlı kılmaya, diğeri ise kadının kendine özgüvenini geri getirmeye “hayatın içine katmaya” çalışıyor. İlki kadınların yüz yıllardır mücadele ettiği bir mantık, diğeri ise varmaya çalıştığımız yer.
Bizim bedenimiz, Erdoğan'ın kararı
Doğum kontrolü nesil kurutan bir yöntem değildir. Tıpkı kürtaj hakkı gibi, kadınların kendi bedenlerine ilişkin kararları kendilerinin vermesi gerekliliğine dayanarak çok uzun yıllar evvel, mücadeleyle kazandıkları bir haktır. Doğum kontrolünün nesil kurutmak olduğunu söylemek, bu yöntemi kullananların katil olduğunu söylemekten farksızdır. Bu da hiç kimsenin haddine değildir.
Yargıda gidişat
Bu Yargı Reformu Strateji Belgesi'nde açıklananlar da yıllardır konuşulan şeylerdi zaten. Kaldı ki tamamı parlamentoda konuşulması ve karar bağlanması gereken yasamaya ilişkin hususlar. Niçin ayrıca konuşulup gösteriye dönüştürüldü bilin bakalım? İstanbul seçimleri mi? Yok canım, daha neler.
Deliliğe (s)övgü
Kendini bilge sanmak gerçek deliliktir… Bunu gün içerisinde sürekli deneyimlemiyor muyuz? Etrafımızda, televizyonda, sosyal medyada, apartmanda, toplu taşımada, yolda, sokakta her yerde sürekli her şeyi bilen insanlar var. Ve işin kötüsü bu kişiler her şeyi bilen bir tavırla hareket edip bu çılgın özgüvenle cümleler kurduğunda, önemli bir kitle bu kişilere inanıyor!
Kadınlar niçin daha uzun yaşıyor?
Bu ataerkil yapıda onca baskıya, tehdide, şiddete, ekonomik yetersizliğe, bakım yükümlülüğüne ve daha nice olumsuzluğa rağmen kadınlar yine de erkeklere nazaran daha mutlu daha pozitif. Hep demiyor muyuz ‘Gülmek en iyi direnme biçimidir’ diye.
Yargıda salgın var
YSK dediğin koskoca Yargıtay ve Danıştay’ın en kıdemli hakimlerinden oluşan bir kurul. Nerede “Görevlerini vicdani kanaatleri doğrultusunda, ahlaki olgunluklarına, ehliyet ve liyakatlerine yaraşır şekilde” yapmak?
Adalet ya Hıdırellez!
YSK’nın, hem hukuka hem de kendi içtihatlarına uygun bir şekilde, AKP’nin sandık kuruluna ilişkin itirazlarının seçmen iradesini etkilemediği yönünde detaylandıracağı bir gerekçe bildirerek vereceği karar, hukuka uygun olması bir yana ülkenin içine de su serpecektir. İnsanların demokrasiye ve hukuka olan inancını en azından bir miktar tazeleyecek, kendilerini daha güvende hissetmelerini sağlayacaktır.
Deliriyor muyuz?
Fas dediğin Afrika’da ot bitmez kızıl çorak bir ülke. Oralardan Türkiye’ye bakınca manzaramız elbette ki şükredilesi. Fakat sistemleri çarpıştırınca aynı tuzağa bizim de düşmüş olduğumuzu görmek acı. Nasıl bir sömürülmeyse bizimkisi, o kadar berekete ancak bu kadar kalmışız, diyor insan, canı yanıyor ister istemez.
Korku karanlık tarafa giden yoldur!
Kahramanlık iyiliğin üzerine inşa edilmiştir diyoruz ya; Ekrem İmamoğlu’nun başarısının sırrı da burada gizli. Aslında gizli de değil, apaçık “sevgi”den bahsetti sürekli. Ayrıştırılmaktan bıkmış usanmış halka "Biz beraberiz" dedi, gülümsedi, sarıldı. Halk, soruşturma kağıdı değil, çiçek uzatan elleri özledi.
Hukuka aykırılığın psikopatolojisi
AKP “tam kanunsuzluk” olduğu iddiasıyla seçimin iptali talebinde bulundu. Fakat bu tam kanunsuzluk iddiasının da altını doldurabilmiş değiller. Dayanaksız, delilsiz bir ‘sahte seçmen’ iddiası. YSK, geçmişte bu tarz iddiaları defalarca reddetmiş. Bu defa da umarım aynısını yapar ve ‘hukuka uygun’ bir karar vermiş olur.
İstanbul'da neler oluyor?
AKP zaman kazanmaya çalışarak, insanları yıldırma ve alıştırma politikası izleyerek, adım adım halkayı genişletmeye çalışıyor. Önce tüm ilçelerde geçersiz oyları saydırma konusunda diretti, önce saydırdı, sonra kararları yaptığı işleme uygun hale getirdi. Aradaki fark kapanmayınca, şimdilik ikinci halkaya geçti; tüm ilçelerde tüm oyları saydırmak.
Erdoğan neden üç çocuk istiyor?
Erdoğan’ın aile kurumunu bu derece korumaya çalışması o kurumun kutsal olduğunu düşünmesinden değil, gerçek bir kapitalist olmasından ileri geliyor. Erdoğan, boşanmanın önünü tıkayacak, evlenmenin önünü açacak, kısaca üç çocuğa mahal verecek ortamı hazırlayan her türlü yasayı hayata geçiriyor ya da var olan yasaları kaldırmaya yönelik hareket ediyor.
3-5 oy değil toplumun yarısıyız!
Cumhurbaşkanının söylemi düpedüz Türk Ceza Kanunu’nun 216/2. maddesinde geçen halkı kin ve nefrete tahrik suçunu oluşturuyor. Ama tabii kendisi dokunulmaz, hepimiz dokunulabiliriz, öldürülebiliriz de sorun değil. Sayın Cumhurbaşkanımız çok yaşa!
Biz kadınlar birlikte güçlüyüz!
8 Mart ‘kadın direnişi’ demek. Soğuk kış gününde de olsa 295'inci kez o fabrikanın önünde oturarak alnının teri için yılmadan hakkını aramak demek. Ölüm pahasına da olsa adalette diretmek demek. Haksızlığa, baskıya ve zulme inadına isyan demek…
'Her şeye rağmen' evlilik
Hiçbir suç “evlilikle” affedilemez, üzeri kapatılamaz. Bir kereliğe mahsus olduğu söyleniyor. Olamaz. Bu “Bir kereden bir şey olmaz” söylemini anımsatıyor zamanında aile bakanının. Siz bir kereliğine de olsa suçu meşrulaştırdığınızda –ki bu çocuğa karşı işlenmiş bir suçtur- insan hakları sisteminde bir gedik açmış olursunuz ve sistem temelinden sarsılır.
Füruğ: Tek başına kadınlık manifestosu
Asiydi Füruğ. Yüreğinin peşinden dört nala koşuyordu. Kimseyi değil, daima kendini dinledi; çünkü onun için özgürlük de, şans da “kendini bulmak”tı. Şiir onun her şeyiydi. Çok erken veda etmişti hayata ama şiir olmasaydı çok daha erken ölebilirdi.
Ben senin bildiğin erkeklerden değilim!
Zihnimizin en derinlerine kodlanmış ataerkiyi silip atmak o kadar kolay bir iş değil. Nihai amaca erişebilmek ve cinsiyet eşitliğini tam anlamıyla sağlayabilmek adına, insanları sarsan yaratıcı işler yapılması zaruri. Ve tabii ki cesur olmadan yapılamayacak işler bunların hepsi.
Saadet ile adalet
Avrupa Demokrat Avukatlar Birliği (AED), Dünyada İnsan Hakları ve Demokrasi İçin Avrupalı Avukatlar Birliği (ELDH) ile Avrupa Barosu İnsan Hakları Enstitüsü (İDHAE), bu yılki 24 Ocak Tehlikedeki Avukatlar Günü’nü Türkiye’deki avukatlara ithaf etti. O derece elle tutulur oldu adaletsizliğimiz…
'Erkeklik krizi'
Erkeklik krizi, günümüzün gerçeği. Yalnız bu sendrom; daha fazla korku, baskı, tehdit, sınırları kapatma, ırkçılık ya da dışlamayla değil daha eğitimli ve kendine güvenen beyinlerle aşılacak bir durumdur.
Kadın ölürse: Ceren Damar ve Füruğ Ferruhzad
Ceren Damar cinayetinin iktidarın tutumlarıyla çok ilgilisi var. Kabadayılığın, cehaletin, “erkek” olmanın, silah taşımanın, atarlanmanın, tehditle/parayla/emek vermeden iş kotarmanın ve daha nice kötü şeyin bu derece kutsandığı bir ülkede bu tutumlardan öğrenci de elbet nasibini alır, balık da baştan kokar.
Doğu Ekspresi'nden mutlu yıllar
Aklıma Yılmaz Güney’in Sürü filmi gelip duruyor trene bindiğimden beri. Eskiden insanlar kim bilir günler süren bitmek bilmez bu yolculuktan yakına yakına varmaya çalışırlarken bir yerlere, şimdilerde bu trenin biletleri satışa açıldığı gün tükeniyor. Adına hesaplar açılmış, bloggerların hususi hazırlanıp geldiği şenlikli bir ortam söz konusu.
Sen ne biçim erkeksin?
Bizim toplumumuzda bir erkeğin tabiri caizse “gerçek bir erkek” olabilmesi için genel olarak dört temel aşamadan geçmesini bekliyor: Sünnet, askerlik, iş bulma, evlilik. Bu aşamalardan birinde fire vermişseniz, kusura bakmayın ama toplumdaki genel kanıya göre siz gerçek bir erkek değilsiniz.
Aile şurası ve yatak odası muhabbeti
Aile Bakanlığı aile şurası kuruyoruz şeklinde bir açıklama yaptı. Nedir bu aile şurası bilemiyoruz tabii henüz. Ama insanın aklına ilk okuyuşta ‘boşanma komisyonu’ gibi bir şey geliyor. Yani aileyi koruyalım, her ne pahasına olursa olsun insanlar boşanmasınlar gibi bir şey.
Çocuklara kadın satın almayı öğreten oyun!
Oyunun can yakıcı kısmı “harem” ile ilgili olan kısım. Evet oyunda bir harem var. Hareme oyun ilerledikçe çeşitli cariyeler “alıyorsun”. “Fidan Hatun artık senin!” gibi ifadeler var. Cariyeler birer “mal” yani. Ve bu hatunlar adeta pornografik. Erotik seslerle “Bizim oranın kadınları nazlıdır”, “Yanımdayken lütfen rahatla” falan diyorlar.
Kadın darağacına çıkıyorsa kürsüye de çıkmalı!
Meclis’teki 600 vekilden yalnızca 103’ü kadın. Yüzde 17 gibi bir orana tekabül ediyor yani. Yüzde 50’ye gelene kadar acaba daha ne mücadeleler vermemiz gerekiyor?
İnadına isyan!
Korkularınız, bizi hep başka bir alemden görüp tehlike bellediğiniz için. Aslında kendiniz gibi saysanız, başkalaştırmasanız, korkmasanız, birlikte daha hızlı ilerleriz.
Cinsel istismarda ne 'gizlenecek?'
Zaten kanunda var olan hükümleri, esas “hedefsel” düzenlemelerinizi araya sıkıştırarak pişirip pişirip önümüze koymayın. Esas olana, yani suçu önleyen tedbirlere ağırlık verin, yahut önce dilinizden suçu meşrulaştırıcı söylemlerinizi söküp atın. Çünkü biz artık görebiliyoruz, çünkü biz artık farkındayız.
Dizi boyu şiddet
Dizilerde kadınların toplumdaki ikincilliğinin kutsanması ile “Anne olmayan kadın yarımdır” yahut “O da dekolte giymeseydi” gibi cümleler arasında ciddi bir ilgi var. Bunu görebilmemiz lazım. Gördüğümüzde ne yapmamız gerektiğini de biliriz zaten.
Ayşe Paşalı Sıla'yı nasıl kurtardı?
6284’ten evvel 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun uygulamadaydı. 4320 Sayılı Kanun’un şöyle bir handikapı vardı; bu kanun yalnızca evli olan kadınları korumaktaydı. Oysa biliyorsunuz şiddete uğrayan kadınlar yalnızca evli olan kadınlar değil. Bu konuda milat diyebileceğimiz iki konuyu belirtmemiz lazım: İlki AİHM'in Opuz-Türkiye kararı, ikincisi Ayşe Paşalı cinayeti.
Kadının başarısını hazmet, mal etme
Tarihe geçmiş kadınları düşünüyorum, Yaşadıkları baskıları, nasıl görmezden gelindiklerini… O kadınların her şeye rağmen nasıl direndiğini… Sonra da ‘Niçin hiç bilim kadını yok?’ saçmalığı…
Nedir sizin kadınlarla derdiniz!
Siyasilerin kullandığı dil kadına yönelik şiddeti de, kadın cinayetlerini de, kadına yapılan her türlü haksızlığı da meşrulaştıran yani normalleştiren bir güce sahiptir. Bu sebeple siyasilerin kullandıkları dile dikkat etmesi zorunlu. Bu işin şakası olmaz maalesef. Anlatılan anekdot da hiç komik değil ayrıca. Buna gülen de olsa olsa cinsiyetçidir.
İstanbul Barosu kimi başkan yapacak?
Hukuka güven bir yana, insanların güneşli günlere dair umudunu dahi ayakta tutamadığı bir zamanda, avukatlar dahil ülkenin yarısından fazlasının kendini her an tehdit altında hissettiği bu şizofrenik dönemde, çok daha cesur kişilerin/ekiplerin liderliğine ihtiyacımız var. Ekmek gibi su gibi hayati bir ihtiyaç bu; ‘hak’ ihtiyacı.
Af kadın ve çocuk hakları için ne anlama geliyor?
Teklifte kasten insan öldürme ve cinsel dokunulmazlığa karşı işlenmiş suçlar af kapsamı dışında tutularak kadın ve çocuk hakları konusunda bir duruş sergilenmeye çalışılmış; fakat olamamış. Zira, kadına ve çocuğa yönelik işlenen suçların tamamı kasten insan öldürme ve cinsel dokunulmazlığa yönelik suçlardan ibaret değil.
'Kurt kadın' diye bir şey yoktur
“Kadın kadının kurdudur” özlü(!) sözü cinsiyetçi bir lakırdıdan ibaret aslında. Kadınlığa olumsuz bir özellik atfediyor, “Erkekler ağlamaz”ın aksine. Bu kadını kadının kurdu olarak gören bakış açısı kadını küçümseyen bakış açısıyla aynı. Lakırdının kendisinde bir müstehzilik var.
Kafkaesk adalet
Avukatlar, son birkaç yıldır yerlerde sürükleniyor, darp ediliyor, yok yere yargılanıyor, aşağılanıyor, dirençleri kırılmaya çalışılıyor. Fakat adalet, eşitlik ve özgürlük için mücadele eden insanlar, kendilerine ne yapılırsa yapılsın aşağılanmış olmazlar.
Cinsel istismarın üzerini örten aileler
Etrafın ne düşündüğünü çocuklarından daha çok önemseyen aileler ne pahasına olursa olsun suçun üzerini örtüyor. Böylece suçlunun cezasız kalmasına sebebiyet veriyorlar ve suçlu da sıradaki mağduru gözüne kestirmek üzere elini kolunu sallayarak gezinmeye devam ediyor.
İdam ve af: Yaranın üzerine makyaj yapmak
Af geçici bir rahatlamadan ibaret. İdam için de aynı şeyi söylüyoruz. Yaranın üzerine makyaj yapmak gibi. Yara orada duruyor. Kalıcı olan suçu azaltmak. Bu da ancak suç üreten zihniyeti eğitmekle olur.
Anneler ve 'teröristleri'
Bakan Süleyman Soylu kim bilir kaçıncı utanç verici açıklamasını yaptı. "Eminönü’nde gezerken mi kayboldular?" dedi. "Anne, devlet, millet gibi kavramları, yıllarca bunların düşmanlığını yapmış terör örgütleri ve onların çağrısıyla toplanan payandalar" dedi. "Paçozlar" dedi. "PKK, DHKPC, TKP/ML, FETÖ" dedi. İşte yine böyle şeyler söyledi. "Anneler ve teröristleri" dedi bu kez de yani.
Ekonomik kriz kadınları nasıl etkiliyor?
İşsizlikle, yoksullukla, güvencesiz ve ucuz istihdamla mücadelede insan hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen makroekonomik politikalar benimsenmek durumunda. Kadın ve erkek istihdamı arasındaki büyük fark, "nakit transferi politikaları (yani hazır para aktarımı)" ile kadınların iş hayatından ve sosyal hayattan uzaklaştırılmasıyla değil, güçlü bir büyüme sonucunda genişleyen iş gücü piyasasında kadınların olumlu koşullarda ve sigortalı işlerde çalışmasıyla kapanmalı.
Erdoğan'ın yeni ekonomi tarzı
Erdoğan her zamanki meydan okuyan tavrıyla “Kredi notunu indirirseniz indirin!” diyor. Faiz oranını artırmayı pek sevmiyor kendisi o kısmı anladık, halka dövizleri elden çıkarmalarını salık veriyor daha ziyade. Artık neye güveniyor bilmiyoruz; fakat bahsettiğim kadarlık ekonomi bilgimle bile söyleyebilirim ki; bu durum vatandaşın yastık altındaki dövizini bozdurmasıyla, tüccarın depodaki malı satmasıyla olacak iş değil.
Masallar, TRT ve hastalıklı zihniyet
Ben TRT olsam esas şuna üzülürüm: Bu insanlar böyle bir görüntüyü çocuklara izletebileceğimizi nasıl düşünebilir hale geldiler? Bu kadar mı ileri gittik de böylesi “hastalıklı bir zihin ürünü iftira” atabilecek kadar oldular? Acaba biz onca zaman nasıl hastalıklı zihin ürünü sansürler yaptık, görüntüler izlettik de bu insanlar bu görüntülerin bizim tarafımızdan yayınlanmasını olağanlaştırdı?
'Kız kıza' medeniyeti
Şimdi bir düşünün; bir baba oğluna “Gel biraz erkek erkeğe konuşalım” dediğinde ne hissediyorsunuz? Son derece ciddi, güçlü, gururlu ve de tabiri caizse delikanlı bir şey öyle değil mi? Peki, “erkek erkeğe”nin karşılığı nedir? “Kadın kadına” diye bir şey var mıdır? Yok canım, olsa olsa “kız kıza”dır o. “Sevimli, cici, tatlış” bir şeydir. Kikirdemeli, utanmalı falan…
Cezaevinden mesajınız var! Berberoğlu, Kavala, Kozağaçlı, Erdem...
Bilenler bilmeyenlere anlatsın.... Yok yere ve hukuksuzca özgürlüğünden yoksun bırakılan 4 değerli kişiyle, Enis Berberoğlu, Osman Kavala, Av. Selçuk Kozağaçlı ve Eren Erdem ile yaptığım cezaevi görüşmeleri neticesinde, her birinin bağırmak istediği cümleleri onlar adına yazmak ve dile getirmek görevi verdim kendi kendime.
Ne yaptınız ki idam istiyorsunuz?
Sanki mevcut yasaları herkese eşit şekilde tam tamına uygulamış, cezasızlık algısına izin vermemiş, yahut erken yaşta evliliklerin önünü açan müftülük yasası gibi yasaları yürürlüğe sokmamış, 12 yaşındaki çocuğun istismarcısıyla evlenmesi halinde ceza almayacağı gibi canice bir yasa taslağı hazırlamamış, hatta saydığımız önleyici tedbirleri yasalaştırıp eksiksiz uygulamış, fakat yine de olmamış da idama başvurmaktan başka çaresi kalmamış gibi haller de neyin nesi?!
Erdemini yitiren toplum yönetilebilir mi?
Ülkenin önemli bir kısmında ahlak ve erdem çökmeye başladı çoktan. Ve hızla yayılıyor. Kötülük bulaşıcıdır çünkü. Ahlakı, ilkeleri ve değerleri gelişmiş dünyanın aksi yönünde- bu derece hızlı çöken bir toplumun da bir yerden sonra yönetilmesi mümkün olmayacaktır.
Kısa bir ara
Takdir edersiniz ki, milletvekilliği adaylığı sürecimde hem etik ilkeler hem de objektif habercilik bakımından yazılarıma devam etmem pek uygun olmayacaktır. Seçimler sonuçlandığında ise, gazetemizin de takdiriyle, yazılarıma kaldığım yerden devam edeceğim.
16 yılın ağır bilançosu ve gerçekleşmeyen vaatler
Bu ülkede çiftçiler, sırf mağduriyetlerini dile getirdikleri için, görevi çiftçilere ve diğer tüm yurttaşlara hizmet etmek olan kişilerden “Ananı da al git” gibi sözler duydular, üzerine bir de gözaltına alındılar. Madenci yakınları yere düştü, düşene bir de Başbakan’ın danışmanı vurdu.
Üniversiteler neden bölünmemeli?
Fakülteler dünyada üniversitenin kendisi olarak, bir bütün olarak vardır. Bölerseniz hem uluslararası tanınmışlık bakımından hem de somut birikimler bakımından bir parçalanmaya sebep olursunuz. Bu fakülteler artık esas üniversiteden farklı bir beyne bağlanacağı için tamamen faklı üniversiteler haline dönüşecektir. Siz, öğrencilerin de hocaların “seçtikleri üniversitede olma” iradesini sormadan ellerinden alamazsınız.
Havada demokrasi kokusu var!
Karşılarında duracağız demiyoruz; yolumuza devam edeceğiz. Çünkü bizim yerimiz onların karşısı değil, bizim kendi yolumuz var. Her türlü kötü söze, aşağılamaya, moral bozmaya, olumsuzluğa kulaklarımızı tıkayacağız.
Savaşın özeti ve 'hayır'ın anlamı
En son aldatıldığımız İkinci Körfez Savaşı’nın üzerinden 16 yıl geçti ve aynı aktörler bu defa Suriye rejiminin Doğu Guta’da sivillere karşı kimyasal silah kullandığını iddia ederek Suriye’ye saldırıyorlar.
Cinsel istismarı çözer gibi yapmak tasarısı
Ülkede çocuk istismarı maniple edilemez derecede korkunç bir noktaya varınca, bu durumun nihayetinde kendine zarar vermeye başladığını anlayan iktidar, bir şeyler yapmak zorunda hissetti ve bu konuda bazı yasal değişiklikler yapmaya karar verdi. Fakat bu değişikliler, öyle değişiklikler olmalıydı ki hem kendi kurmaya çalıştıkları “yeni” düzeni desteklemeli hem de “bir şey yapmış gibi görünmelerini” sağlamalıydı.
'Sadakat yükümlülüğü' ve kadınlar sahnede!
Geçen hafta çıkan iki habere dikkat çekmemek olmaz. İlki, Yargıtay’ın kadının “sadakat yükümlülüğü”ne uymaması sebebiyle katile haksız tahrik indirimi verilmesi gerektiğine ilişkin bozma kararı, ikincisi kadınların sahneye çıkmasının engellenmesi...
Kadının çifte proleter hali
“Ben Prettl Fabrikası’nda çalışan bir kadın işçiyim ve 19 arkadaşımla birlikte bugün işten çıkarıldım. Kadın olduğumu özellikle belirtiyorum, çünkü bu da en az işçi olmak kadar büyük bir parçası hayatımın.” Kadın olmanın yaşamın her alanında getirdiği zorluk, haksız şekilde işten çıkarılan bir kadın işçinin bu son derece “süssüz” cümlesi kadar gerçek.
Savunma tecritte!
Bu ülkede, avukatlar savundukları kişilerle özdeşleştirilip suçlanıyorlar biliyorsunuz. En son Çağdaş Hukukçular Derneği KHK ile kapatıldı ve meslektaşlarımız da tutuklandı. Birçoğu savundukları kişiler sebebiyle tutuklandılar. Av. Selçuk Kozağaçlı aylardır tecritte. Av. Yaprak Türkmen de öyle. Son olarak Av. Kemal Uçar tutuklandı. Neden? Çünkü FETÖ sebebiyle yargılananları savunmaktaydı.
Kadının haklı gururu dünyaya kapak oldu
Eski zamanları bize birkaç saatlik de olsa tekrar hissettirdiği için, bizi dünyanın en ünlü gazetesine kapak yaptırıp gururlandırdığı için kadınlara, kadınlarımıza ayrıca teşekkür ediyorum. Dilinden “millet” lafını düşürmeyip, bu kavramın içini bu derece boşaltan, bizi bu derece ayrıştıran ve eski yarı gelişmiş halimize bile özlem duyduran kişilerin de tezden yaptıklarının farkına varmasını diliyorum.
Hukuk toplum için mi tek adam için mi?
Tutuklama denilen mekanizma, insan öldürmek ve çocuk istismarının önüne geçmek için kullanıldığında mı daha işlevsel yoksa Erdoğan’a hakaret eden biri için kullanıldığında mı? Diyelim ki, Erdoğan’a hakaretin çok hayati bir öneme haiz olduğunu, insan hayatına kast ve istismar kadar önemli olduğunu düşünüyorsun; bu durum, insan öldürme ve istismardan tutuklanmamayı mı gerektirir? Yani, en azından bu iki suçu aynı kefeye koymak bile mi caiz değil?
Kadın erkek eşitliği için 10 milyon iş lazım
Ülkede ciddi bir kesim halen kadınların çalışmasını uygun bulmuyor. Kadın çalışacaksa da çoğunlukla vasıfsız işgücü olarak istihdam ediliyor. TÜİK'in son verilerine göre kadınların mevcut durumda istihdam oranının erkeklerinki kadar olması için 10 milyon yeni işe ihtiyaç olduğu belirtiliyor ki, bu da yalnızca bir hayal olarak kalabilecek bir ihtimal.
Niçin idam istemiyoruz?
Yüzlerce insanı öldürebilirsiniz; fakat suça mahal veren marazanın kökünü kazımadıkça –biz bunu daha ziyade zihniyeti değiştirmek olarak ifade ediyoruz- yahut diğer bir deyişle insan hakları bilincini toplumun en küçük birimine kadar sıkı sıkıya yerleştirmedikçe, bu suçlar işlenmeye ve hatta faillerin sayıları daha da artmaya devam edecektir.
İntihar eden kadınlar ve sığınamayan çocuklar
Bundan yaklaşık 2,5-3 yıl önce İzmir’de bir esnafın mendil satan bir sığınmacı çocuğa tekme tokat şiddet uyguladıktan sonra el kadar çocuğun burnunda kanla ve kaymış şapkasıyla ağladığı fotoğraf geliyor hep gözümün önüne. Boğulacak gibi oluyorum. Bütün gece ağlamıştım o haber üzerine. Adam hakkında soruşturma başlatılmıştı sonradan ama ben unutamadım o olayı ve de fotoğrafı. O çocuk unutabildi mi acaba?
Meslek odaları hop abrakadabra!
Meslek odalarının önündeki Türk ifadesinin normalde nasıl kaldırılması gerekirdi? Anayasa değişikliği ile. Yani, Erdoğan’ın dediği gibi Bakanlar Kurulu kararı ile vs değil. Neden? Çünkü, meslek odaları Anayasa’nın 135'inci maddesi ile düzenlenmiştir ve Anayasa ile düzenlenen her kural, Anayasa değişikliği prosedürüne tabidir. Yani öyle gökten inen kararlarla değiştirilemez.
Savaş seviciliğinin bilimsel temelsizliği
Savaşlar her daim emperyalist güçlerin, “ne pahasına olursa olsun gücü elinde tutma” yöntemi olmuştur. Bu bilinen bir gerçek. Bununla birlikte, gücü zayıflayan ya da kendini tehdit altında hisseden iktidarların güç ve zaman kazanma yöntemi de olmuştur...
Diyarbakır: Bir kadim kentin yıkımı
Ülkenin kalbi Afrin’de atadursun, ben bir kadim şehrin yıkılmasına ilişkin yazacağım. Bana sorarsanız birbirinden çok da farklı konular değil zaten.
Kaftancıoğlu'nu çarpı dört kutlamak gerek!
Canan Kaftancıoğlu, bileğinin hakkıyla, partililerin oylarıyla seçimlerden zaferle çıktı ve CHP İstanbul İl Başkanı oldu. Partili olan/olmayan, sol değerlere gönül vermiş, hak, hukuk, adalet için mücadele eden, başta kadınlar olmak üzere herkes için bu başarı, umut ve mutluluk verdi. Kaftancıoğlu'nu çarpı dört kutlamak için de sağlam bir sebebimiz var...
'Koruma kararı' neden koruyamıyor?
Koruma kararları özü gereği aciliyeti olan kararlardır. Şiddet görenin can tehlikesiyle karşı karşıya olduğu varsayımı göz önüne alınmıştır. Bu sebeple koruma kararları, hiçbir delil aranmaksızın, beyan esas alınarak en geç 24 saat içinde verilen acele kararlardandır. Dolayısıyla, bu kararlara bağlı her kararın da –kararın ihlali halinde hükmedilen zorlama hapis cezası gibi- derhal uygulanması gerekir.
2018'e girerken kadın mücadelesi
Kadını ve çocuğu koruyan 6284 sayılı kanuna yönelik yapılan her girişim, kazanılmış haklarımıza karşı yapılan gerici zihniyetin bir ürünü olarak daima karşısında biz kadınları bulacak. Aksine yasayı her yerde daha çok anlatacağız, Kanunun daha da etkin uygulanmasına yönelik çabalayacağız.
Göklerden gelen bir KHK vardır!
Artık ülkedeki hiçbir hukukçu gelişmeler üzerine açıklayıcı-eleştirel, ciddi yazılar yazamıyor. Göklerden gelen karar gibi bir “şey”in neresini açıklayacaksınız ki? Baştan sona akla ve hukuk mantığına aykırı kararın neresini eleştireceksiniz ki? Her şey gün gibi ortada.
Geriye kalan Führer’in yankılanan sesi
Öncelikle kendinizi ve sonra gün içerisinde karşılaştıklarınızı, okuyup izlediklerinizi bir de 'kötülüğün sıradanlığı' çerçevesinde ele alıp evirin çevirin bakalım hangi sesi duyacaksınız? Führer’in sesini mi yoksa içinizdeki tanığın mı?
Şiddetine kılıf arama, 6284 bizimdir!
Biz oldum olası "cinayetin, şiddetin bahanesi yoktur" demiyor muyuz, anlamıyor musun? Yoksa anlamak mı istemiyorsun? Aşkından ölsen de, nefretinde paralansan da, 6 ay uzaklaştırılıp cinnet de geçirsen öl-dü-re-mez-sin! Şiddet de uygulayamazsın. İçindeki şiddete ve caniye kılıf arama. Hele hele bu kılıfa 6284 adını hiç koyma. Çünkü senin o şeytanileştirdiğin yasa, insanı bizzat şeytandan korumak için çıkartılmış bir yasa.
Zarrab Davası ve Türkiye'nin BM'ye başvurusu
Bazı durumlarda Türk vatandaşları bir başka ülke tarafından da yargılanabilir. Ancak, TCK’ya göre bir kişinin yurtdışında işlemiş olduğu bir suç sebebiyle Türkiye’de cezalandırılabilmesi için Türkiye’de tekrar yargılama yapılması gerekir, bu apayrı bir durum. Bir kişi yurtdışında bir suç işlemişse o ülke tarafından yargılanabilir dedik ya, öyle durumlar vardır ki; suçun işlendiği yer ile neticenin meydana geldiği yer farklıdır. Bunlara mesafe suçları denir. Tıpkı Zarrab olayında olduğu gibi.
İlahi din dersi!
Bu ilahiyat fakültesi İslam eğitimini baz alan bir fakülte değil mi? Yani, en azından müfredata bakıyorum; Arapça, Kur’an okuma, Tefsir, Hadis vs. diye gidiyor. E siz de, din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin de İslam’ı temel almayan, tüm dinlere ilişkin eşit şekilde “öğretim” veren bir ders olduğunu iddia ediyorsunuz. Hal böyle iken, ilahiyat mezunu arkadaş din kültürü öğretmeni olunca biraz değişik bir durum olmayacak mı?
Taksici abiyle 'kadın' muhabbeti
Biliyorum; kimse durup dururken taksici abiye muhalefet edip canını sıkmak, enerjisini bozmak istemiyor. Ya da, aman konuşsam adam değişmeyecek ki, diye düşünüyor. Aynı şey ülke boyutunda da geçerli; şimdi uğraşsak ne değişecek ki, diye düşünüyoruz. Şu dünyaya bir kere gelmişiz, niçin bana somut bir faydası olmayacak bir şey için vaktimi, enerjimi harcayayım ki, diye düşünüyoruz. Fakat sustuğumuzu düşünsenize… Kimse tepki vermese?
Avrupa'da(n) Türkiye: 'Ülkenin tüm demokratları birleşin!'
Kılıçdaroğlu'na Türkiye’de Erdoğan’ın tıpkı Trump, Macron ve diğerleri gibi popülizm yöntemleriyle iktidara geldiğini, konunun uzmanlarının popülizmi devre dışı bırakacak en etkili yöntemin “güç birliği” yapmak olduğunun altını çizdiğini, bu durumda 2019 seçimlerinde güç birliği yapıp yapmama konusunda ne düşündüklerini sordum. Kılıçdaroğlu cevabında Marx’tan dem vurarak “Elbette güç birliği yapacağız. 'Ülkenin tüm demokratları, birleşin' çağrısında bulunuyoruz.” dedi.
Mutluluğun formülü 'sen-ben-bebek' değilmiş!
Yıllık Dünya Mutluluk Raporu’nu yayımlayan araştırmacılar, mutluluğun dörtte üçünün altı etken tarafından belirlendiğini ortaya koymuş: Güçlü ekonomik büyüme, sağlıklı yaşam süresi, kaliteli toplumsal ilişkiler, cömertlik, güven ve kişinin kendisi için doğru bulduğu yaşamı sürdürme özgürlüğü. Düşünün şimdi hangisi var Türkiye’de?
Sanatın kadın hali
Abdülmecid Efendi Köşkü’ndeki sanat eserine yapılan saldırı bunu hepimize bir kez daha gösterdi. Kadın bedenini her türlü şeytanlık için bin bir şekilde istismar etmekten çekinmeyen iblisler, kadını bir sanat eserine konu olarak gördüklerinde bu duruma katiyen tahammül edemiyorlar.
Hollywood'un tacizi bizi de gerdi
Dünya artık değişiyor, artık kadınlar daha cesur, kadınlar artık susmuyor, karşı çıkıyor, ifşa ediyor. Böyle böyle değişecek dünya. Kadınlar değiştirecek bana kalırsa. Her ne kadar Türkiye’de işler kötüye gitse de, biz de değişiyoruz. Bizden büyük, “dünya” var.
Kadına yönelik politik taziye
Kadın cinayetlerinin yüzde 42’si ateşli silah kullanılarak işleniyor. En kolay ulaşılabilen silah ise av tüfeği.
Cumhurbaşkanına hakaret ve çocuk
Demokratik sistemi benimsemiş ülkelerin yasalarında yer almaması gereken bir suçtan 13 yaşındaki bir çocuk ceza alıyor. Düşünsenize, ‘hoca bana taktı’ geyiği için dahi küçük bir yaşta bir çocuk Cumhurbaşkanı’nın kendisine taktığını düşünüyor.
Kadının 'erkekleşme' sorunu
Biraz ukalaca bir söylem oldu farkındayım; fakat burada çok sağlam 2 problem var: Birincisi, kadının iş yaşamında başarılı olabilmek için 'erkekleşme'ye zorlanması. İkincisi, feminizm ile bakımsızlığın/'erkek gibi'liğin özdeşleştirilmesi hatta bu durumun kutsanması.
Sert ünsüz erkek davalar!
Şimdi söyleyin bana biz ne yapalım? Yüz tane beyan mı verelim? Sokağa çıkıp adamları kendimiz mi arayalım? Bozulan ruh sağlığımızın dava için zerre önemi olmadığını mı hazmedelim? Ne yapalım, söyleyin.
Çocuk Mahpuslar 2: Tutuklu ve hükümlü çocuklar
Bu çocuklar -adı üstünde çocuk- suç işlemeye alışmadılar, alıştırıldılar. Onları suça alıştıran bir sistem var. Bu sistemi oluşturanlar biziz. Buna dur demek de yine bize düşüyor.
İktidarın kültürel kodları ve ölümlü demokrasi
Müfredatın değiştirilmesi zaten yeterince büyük bir dert ve fiyasko iken, bir de üzerine sınav sisteminin kaldırılması geldi. Zamanında zorunlu din dersinin kaldırılması için çırpınırken kaşla göz arasında çocuklarımıza cihat öğretilirken bulduk kendimizi. Yetmedi 'sınavlar kaldırılıyor' dendi.
Çocuk Mahpuslar 1: Cezaevinde yatan masum çocuklar
Bu yılın Nisan ayından bu yana hapishanelerde çocuk mahkum oranı yüzde 20 arttı. Bu masum 700 çocuğun cezaevinde yattığı anlamına geliyor.
Çocuklar çıraklık adı altında sömürülüyor mu?
Şimdiki çıraklık sistemine baktığınızda tamamen kapitalizmin donuk resmini görüyorsunuz. Çıraklara daha ziyade beden gücüne dayalı işler yaptırılıyor, meslek öğretme odaklı bir tavır söz konusu değil. Kaldı ki, mesleği öğrenseler bile maddi imkanı olmayan bu çocukların ileride herhangi bir girişimde bulunmaları pek mümkün değil. En iyi ihtimalle, çıraklık dönemi bittiğinde aynı pozisyonda yahut bir üstünde İş Kanunu’na tabi işçi olarak devam ediyorlar çalıştıkları yerde.
Tahribad-ı Karadeniz
Uzungöl, üzerine konuşmanın dahi gereksiz olduğu derecede yok olmaya yüz tutmuş. Keza Ayder Yaylası da öyle. Yapılaşma artık yüzsüzlük noktasında. TOKİ yapılacakmış, daha ne olsun! Halk öyle istiyor demek ki, ne diyelim. Gerçi Çamlıhemşin’e yapılmış, gördük. Dış cepheyi doğaya uyumlu olsun diye ahşap görünümlü falan yapmaya çalışmışlar; ama neticede bunlar basbayağı TOKİ evleri ve alan ahşap görünümlü bir şekilde tahrip edilmiş oluyor, yani bir şey değişmiş değil.
Mağdur hakları yasa tasarısı ne getiriyor?
Mağdurlara yönelik destekleyici düzenlemeler getirmek elbette önemli; fakat bu tasarı hiçbir şekilde ne barolara, ne STK’Lara, ne de üniversitelere danışılmadan hazırlanmış bir tasarı. Çünkü biliyorlar ki, işin içine başkaları girerse su bulanacak. Bilindiği üzere torba yasayla son derece önemli yasa değişiklikleri yapılmasına alışmamaya çabalayan; fakat neticede alışmış bir hukuksuzluklar ülkesiyiz biz. Artık torba yasaya da gerek kalmadı hatta. Kanunlar direkt olarak, kanun değiştirmeye yetkili yasama merci olan meclise sorma gereği dahi duyulmaksızın, kanımca sonsuza dek sürmesi planlanan OHAL KHK’ları ile değiştiriliyor.
Kadının zihin yorgunluğu
Erkek istediği kadar eşitlikçi, özgürlükçü olduğunu iddia etsin, ilişkide istediği kadar yardımcı olsun, zihinsel yükü paylaşmakta üşengeç davranıyorsa, bu kişilerin bile kodlarında erkek egemen zihniyetin var olduğu görülmüş oluyor. Yani, bu adam yarın öbür gün sizin başarınızı da kaldıramayabilir yahut "şunu yanlış yapıyorsun şöyle yap", "bu yaptığın çok gereksiz bence yapma" diyerek sizi bol bol “mansplaining”e de maruz bırakabilir. Hiç şaşırmayın yani.
Cezaevinde tek tip elbise uygulamasına niçin karşıyız?
Uluslararası sözleşmelere aykırı olan uygulama, Ceza Muhakemesi'nin esas amacına da aykırıdır. Zira, ceza yargılaması kişiyi topluma kazandırma ve ıslah amacı taşır. Oysa, tek tip elbise uygulaması kişiyi topluma kazandırmaya hiçbir katkıda bulunmadığı gibi, mahkemenin hükmettiği görünen cezanın ötesinde görünmeyen bir ceza niteliğindedir. Diğer bir deyişle, kişinin onurunu zedeleyerek ve kişiliğini elinden almak suretiyle küçük düşürerek artı bir ceza verir. Bu bakımdan, esasında tek tip elbise uygulaması işkencenin bir çeşididir.
Vicdan rahatlığıyla tatil yapma hakkı
Binbir türlü derdi olan bu ülkede, kadınlar olarak her birimiz kıyafetimize karışılmamasından fazlasını hak ediyoruz. Şort giydiğimiz için hakkımızda soruşturma açılmamasından fazlasını… Enerjimizi zaten çoktan kazanmış olduğumuz haklarımızı elimizde tutmak için değil, tam eşitlik için tüketmek istiyoruz mümkünse. Vaktimiz kıymetli, ömrümüz kısa ve tek. Tatile gittiğimizde vicdan rahatlığıyla tatil yapmayı hak ediyoruz. Ve de direnmekten öte mutlu olmayı…
Kadın mağduriyetinin yeni tanımları
Ülkede, her yıl bir öncekinden daha çok kadın cinayete kurban gidiyor. Böylesi büyük sorunlarımız varken, “womanspreading” ve “stealthing” gibi değişik isimli şeyler lüks kalıyor dememek lazım. Çünkü biliyoruz ki, ufak ya da büyük, kadını mağdur eden her türlü davranış aynı zihniyetin ürünü. Tam olarak bu sebeple, kadınları mağdur eden tüm davranışları tek tek tanımlamaya ve bilgilendirmeye devam edeceğiz, etmeliyiz.
Aladağ'ın adaleti ve kelebekler
Sosyal Haklar Derneği, her türlü bürokratik, fiziksel ve de psikolojik zorluğa rağmen kutsal diyebileceğimiz bir çalışmaya imza attı. Tıpkı her yaz Soma’da yaptığı gibi, Aladağ’da bulunan ve acılı ailelerin yaşadığı Kışlak ve Köprücek köylerinde eş zamanlı olarak çocuklar için bir yaz kampı organize etti. Bendenizin de orada bulunma şansına nail olduğu bu kampta, çocuklar bir nebze olsun farklı bir atmosfer yaşayabildiler. Birlikte oyunlar oynadık, öğrendik, eğlendik ve dayanışmanın o tarifsiz güzelliğini hissettik.
Adalet Yürüyüşü'nden sonra...
Bardak taştı, insanlar sokağa döküldü. Bu hareket herkese iyi geldi ve mutlaka devamı gelmeli. Şimdi herkes hem umutlu hem tedirgin, CHP bizi daha evvel düş kırıklığına uğrattı, bu kez de uğratır mı diye korkuyoruz açıkçası, diyorlar. Gerçi Kılıçdaroğlu çok açık bir şekilde “Artık cesuruz, korku gömleğini yırtıp attık, tüm gücümüzle sokakta her yerde mücadelemize devam edeceğiz” dedi. Umarım bu korkular boşa çıkar ve bu sözler bir neticeye ulaşır.
Benim çocuğum, sizin müfredatınız
Benim çocuğum evrimi değil de, şeriat kurallarını öğrenecek öyle mi? Şimdi benim çocuğum, İslam bilim insanlarını öğrenecek ama tüm dünyaya yön veren Marx’ı, Foucault’yu, Sartre’ı öğrenmeyecek öyle mi? Kusura bakmayın öğrenecek. Ben öğreteceğim.
Hedeflenen kültürel iktidar ve adalet
Finlandiya'da çocuklar günlük 3-4 saatlik derslerle, pilates toplarının üzerinde, dünyadaki sorunları çözmeye yönelik, başka ülkelerdeki okullarla interaktif projeler üretmek üzerinden eğitiliyorlar! Bizimkiler de 15 Temmuz kompozisyon yarışması düzenleyip birinciye altı cumhuriyet altını veriyor. Yahut müsamerelerde el kadar çocuklara savaş talimi yaptırıyorlar. Hedeflenen kültürel ve sosyal iktidar...
Adalet de, siyaset de yollarda
Eğer bir yerde baskı, zulüm, haksızlık, eşitsizlik var ise orada bir direniş vardır. Bu direniş bir yürüyüş ise, haksızlığa karşı çıkan herkesin orada birleşmesi gerekir. CHP, bu çıkışıyla birlikte muhalefetin çoğunluğundan destek gördü; fakat bir kısım muhalifler de ağır şekilde eleştirdi. Bu eleştirilerde her ne kadar doğruluk payı varsa da, enerjimizi ve vaktimizi eleştirerek harcamamak gerekiyor.
'Yanımda olursan kendime hakim olamayabilirim'
Kadınlara özel toplu taşıma, erkek-egemen zihniyetin ve kadına yönelik şiddetin meşrulaştırılmasıdır. “Evet, biz kendimizi kontrol edemiyoruz ve bu normal, anormal olan kadının bizimle yan yana, iç içe, eşit konumda olması” düşüncesinin açık seçik ilanıdır. “Eğer sen benim yanımda olursan, kendime hakim olamayabilirim ve suç işlerim” tehdididir. “Sen de dekolte giymeseydin, gece vakti sokakta parkta dolaşmasaydın, hak ettin”in bir başka deyişidir.
Kendisini yücelten erkek sendromu: Mansplaining
Biz kadınlar, bu 'mansplaining'i istisnasız hayatımızın her anında yaşıyoruz. Kim olduğumuz önemli değil; en güçlümüz de, en feministimiz de, en kariyerlimiz de yaşıyor bunu. Erkekler sürekli kadınlara bir işin nasıl yapılacağını, bir meselenin doğrusunun ne olduğunu, o konuyu yeterince bilmediğimizi, esasında şöyle şöyle olduğunu anlatıp duruyor.
İşçiler artık 'arayı bulmak' zorunda
Artık işçi, işçilik alacaklarına ilişkin yahut işe iade talebiyle bir dava açmak istediğinde, dava açmadan evvel arabuluculuğa başvurmak zorunda. Bu hükmü okurken dahi bir tuhaf oluyor insan.
Açlık grevini eleştirenlerin yaman çelişkisi
Amacım, kesinlikle Nuriye ile Semih’in açlık grevine başvurmakla ne kadar doğru bir şey yaptıklarını savunmak değil. Böyle bir grevin olmadığı bir zamanda, uzun uzadıya tartışılabilecek/tartışılması gereken bir konu bu. Tepkim, düşüncesine yandaş toplama hırsıyla ulu orta bu fikirlerini paylaşanlara.
Direnişe bir selam
Bobby Sands açlık grevleri için şöyle demiş: “Onlar intihar diyor ben, cinayet diyorum”. Nuriye ile Semih’in direnişine dönecek olursak; meseleye bizim de bu yönden bakmamız şart. Hiç kimse, kendi iradesiyle son derece zor ve acılı şekilde gerçekleşen bir ölümün kucağına atılmaz.
Karşılaştırmalı seçim şaibeleri
Referandumun iptali için planlı ve kitlesel bir çağrı bir yana, sonuçların AİHM’e götürülmesi dahi günlerce tartışıldı. Halbuki o başvuru taslağının muhalif partilerin hukukçuları tarafından 16 Nisan akşamı hazırlanmaya başlanması gerekirdi.