YAZARLAR

Çeteler parlıyor: Devletteki yeni cerahat

Emniyet’in raporlarına bakılırsa, suç ekonomisi hızla yükseliyor. Ama esas mesele bu yükselişin ardında yasadışı faaliyetle yasal faaliyet arasındaki sınırın iyice belirsizleşmesi. Zira siyasi başarı hırs ve kuralsızlığa, iktisadi başarı ihale düzenine endekslendiğinde yasal olanın ekseni de kaymış oluyor. Yenikapı’daki araç sergisi suç sayılmazsa, bunun toplumda nasıl bir karşılığı olması beklenir ki?

8 Eylül 2019 günü ‘eski’ Türkiye’den aşina olduğumuz bir fotoğraf muhalif basında, sosyal medyada epey haber oldu. Drej Ali lakaplı Ali Yasak’ın oğlunun düğününde şahitler MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile TBMM Başkanvekili Celal Adan’dı. Salonu dolduranlar ise AKP ve MHP’li vekiller, parti yöneticileri, bürokratlar, belediye başkanları, jandarma alay komutanı, dizi oyuncularıydı. Sahnede Ebru Gündeş vardı. AKP iktidarı öncesini hatırlayanlar için hayli tanıdık bir tabloydu bu.

Böyle bir fotoğrafla en son ne zaman karşılaştık?

Bir ironi olsa gerek, yine Drej Ali’nin kız kardeşinin düğünüydü. Ocak 2000’deki törene DYP, MHP ve ANAP’lı siyasetçiler, polis müdürleri, bazı askerler ile Susurluk’un ünlü simaları Sedat Bucak, İbrahim Şahin, Sami Hoştan, Ali Fevzi Bir de katılmıştı. Sahnedeki isim ise İbrahim Tatlıses’ti …

Drej Ali, 1970’lerde devrimci gençleri vurmuş ‘ülkücü bir komando’ydu. 1980 sonrası ise rakiplerini vuran, uyuşturucu kaçakçılığıyla suçlanan, Milliyet’i taratan ‘çete lideri’ olarak anılıyordu. 1996’daki Susurluk kazası sonrasında açılan soruşturmada, eski MİT yöneticisi Korkut Eken onunla bazı operasyonlarda beraber çalıştıklarını söylüyordu. O operasyonların ağırlıklı kısmı Kürt işadamlarının infazıydı.

‘Çete-derin devlet-siyaset’ üçgeniyle simgeleşmiş 90’lar, esasında iktisadi ve siyasi krizlerle yönetilemeyecek hale gelmiş bir ülkenin cerahatinin fışkırdığı yıllardı. 28 Şubat, deprem ve 2001 krizi derken art arda üç ‘afet’, sapır sapır dökülen bir devletin yeniden organize edilmesinin manivelası oldu. Yepyeni Türkiye, yepyeni bir partiye yükleniyordu.

Ama işte, “Türkiye bağırsaklarını temizledi” denilen yılların simgesi o son fotoğraf, yeniden boy gösteriyor. 19 yıl önce suç mahalli olarak tescillenmiş sahnede siyasetçiler ve şarkıcılar, bürokratlar ve emniyet mensupları çekinmeden yer alabiliyorlar. Nasıl okuyacağız bunu? Geçmişe göndermesi bol nostaljik bir kare mi?

***

Modern sosyolojide suç ve suçluluğun kuramsal açıklamasının miladı olarak, Emile Durkheim’ın "İntihar" adlı çalışması gösterilir. 19'uncu yüzyıl düşüncesi suç olgusunu bireysel farklılıklara dayalı açıklamaya çalışıp ‘anormallik’ kabul ederken, Durkheim suçu toplumsal temelde ele alıp, ‘normalliğinden’ bahsetti.

Durkheim’ın ortaya attığı kilit kavram ‘anomi’; toplumsal yaşamda uzlaşılan davranışların açık ölçülerinin belirsizleştiği durumları ifade eder. Kuralların yitirilmesiyle sistem zamanla ‘normsuzluk’ durumuna doğru evrilir. Bunun merkezinde karmaşık toplumsal yapının en büyük iştirakçisi olarak devlet bulunur. Devletin kendisi kuralsızlığı ‘norm’ kabul ettiğinde, toplumda da kuralsızlık normalleşir. Her ne kadar ‘ahlaki düzene’ ağırlık verse de Durkheim, bize bir kapı aralıyor: Suçu okurken aynı zamanda iktisadi ve siyasi sistemi de okumak elzemdir.

Suçun ekonomi politiğini bariz biçimde Susurluk’ta gördük aslında. O güne kadar çoğu ‘suçluyu’ adli vakalarla sınırlı anarken, meşhur kazadan sonra onların bir veçhesinin de devletin faaliyetleriyle alakalı olduğunu öğrendik. Yasaların alenen suç saydığı eylemlerin pervasızca sergilenmesi birer anormallik değildi, bizatihi devletin yeni normunun teşvik ettiği ‘özgürlük’ alanıydı. Siyasi iktidarla kurulan çıkar ilişkisi, devasa bir ‘suç ekonomisini’ de beraberinde getirdi. Ağın tepesinde Kürt iş adamına silah sıkan eller varsa, diğer ucunda yaratılan bu ‘iş modelinin’ doğal uzantısı torbacı, değnekçi duruyordu.

Trafikte araba tekmeleyen baklavacı, müşteriye satır çeken taksici, akademisyenleri ölümle tehdit eden çete lideri, köpeği kurtarmak isteyen sanatçıyı lince kalkan bar ve otopark çalışanları… Her gün karşılaştığımız sokak vakalarının nedenini sadece iyilik-kötülükle, polisin, yargının görevini yapmamasıyla veya iktidarın göz yummasıyla açıklamak isabetli görünmüyor. Psikopatlar ve ruhu kararmışlar bir yana, bunların üzeri kazındığında küçük çıkar üçgenleri beliriyor hemen. Siyasi başarının hırs ve kuralsızlığa, iktisadi başarının ihale düzeni ve ranta endekslendiği bir büyük çıkarın parçaları olarak…

Bu iklim siyasi, iktisadi, hukuki vb. hayli geniş bir alanı kapsıyor kuşkusuz. Gelin biz bir ipucu vermesi bakımından işin temelindeki motivasyona, ‘suç ekonomisinin’ son yıllarda nasıl patladığına dair bazı izleri takip edelim.

Aşağıda Emniyet Genel Müdürlüğü’nün raporlarından çıkarılmış bazı grafikler yer alıyor. Özellikle siyasi ve hukuki değişimin hızlandığı son üç yıldaki ‘suç ekonomisi’ni izleyebileceğimiz bu basit veriler, bize bir şeyler anlatıyor. Hemen belirtelim ki, rakamlar Emniyet’e intikal eden vakalarla ilgili. Yani kesinleşmiş yargı kararları değil.

.

.

.

Yasaların suç saydığı daha pek çok faaliyette son üç yıldaki artış dikkat çekici. Şimdi aynı kayıtlarda yer alan bir başka yasa dışı eylemle ilgili grafiğe bakalım. Çünkü diğerleri ile tam tersi seyir izliyor.

Aşağıdaki grafik geçmişte listede üst sıralarda yer alan yerel yönetimlerdeki imar usulsüzlükleri, ihaleye fesat karıştırma, ihale kanununa aykırılıklar, sahte belge düzenleme ve yine yasaya aykırı mal ve hizmet alımlarını içeren belediye yolsuzluklarının gösteriyor. Daha doğrusu olay, şüpheli sayısı gibi detaylar verilmediğinden, sadece emniyetin ihbarlara karşı düzenlediği operasyon sayılarını.

.

Bu tabloda bir terslik yok mu? Muhalif meclis üyelerinin yıllardır yüzlerce ihbarda bulunduğunu, suç duyuruları yaptığını biliyoruz. Yerel seçimler sonrasında iktidarın kaybettiği en küçük belediyelerde dahi milyonlarca liralık usulsüzlük, ihale kanununa aykırılık tespit edildiği, Sayıştay’ın raporlarında yapılmayan üst geçide, etkinliğe yüklü paralar ödendiği belgelendiği halde, nasıl oluyor da belediyeler en temiz, en şeffaf yerler olarak kalabiliyor? Ya Yenikapı’daki araç sergisinde bir tuhaflık var ya da devlet bunu suç saymıyor artık.

Peki daha neleri suç saymıyor?

Sepetin içine muhaliflere hakaretleri, tehditleri, saldırıları da koyun. Suç olanla olmayanı ayıran kırmızı çizgi tereddüde mahal bırakmayacak şekilde ortaya çıkar. İşte yeni normal budur. Yasal alanının sınırını doğal olarak devletin faaliyeti belirliyor. Mesela eşe dosta ihale dağıtmak suç değilse, bunun toplumda nasıl bir karşılığı olması beklenir?

***

Durkheim, kriz durumunu anlatırken başından sonuna dek asıl sağlam zemini nerede bulacağımızı bilmeden toplumda bir hırsın yükseldiğinden, hararetli imgelemlerin tasavvuruyla kıyaslandığında, gerçekliğin değersiz görülmeye başlandığından ve nihayetinde gerçeklikten vazgeçildiğinden bahsetmişti. Bu intihardı.

Bugün itibarsız suçluların 19 yıl sonra mutenalaşması, devlette biriken yeni cerahatin göstergesidir. Şurada burada sokağa saçılan bu cerahat, eninde sonunda iğrenç şekilde patlayıp yürürlükteki normalin intiharına yol açacaktır. Tarih toplumların intiharını yazmadığına göre…